• 14 Mart 2017
  • Düşünbil Portal
  • 0
Paylaş

Her bahar döneminde ‘Mutluluk’ isimli bir ders veririm. Bu ders, her zaman çok sayıda öğrenci ile dolup taşar, çünkü pek çok insan gibi onlar da tamamlanmış hissetmenin sırrını öğrenmek istiyorlar.

“Kaçınız hayatta mutlu olmak ister?” diye sorarım. Herkes el kaldırır. “Kaçınız çocuk sahibi olmayı planlıyor?” Yine, neredeyse herkes elini kaldırır.

O zaman, çocuk sahibi olmanın çoğu insanı perişan hale getirdiğine ve refah durumlarının ancak son çocukları da evden ayrıldığında eski haline döndüğüne dair kanıtları önlerine serdikten sonra “kaçınız hala çocuk istiyor?” diye yinelerim sorumu. Belki inatlarından dolayı ama, mutlu olmak isteyen o aynı insanlar yine ellerini kaldırırlar.

Öğrencilerim Kolomb öncesi Azteklerin iyi bildikleri bir şeyin üzerine ışık tutmuş oldular: Mutluluğu aramayı kesmelisin çünkü gerçekte istediğin şey bu değil. Hayatlarımızı yüceltilmiş duygusal durumlarımızın etrafında planlamayız. Esas istediğimiz şey yaşamaya değer hayatlar yaşamaktır.

Modern günlerin Meksika’sında yaşamış olan Aztekler ‘Batı’da (Tırnak işareti içinde kullanıyorum çünkü bu terim Latin Amerikalı filozoflar tarafından tartışılmakta) uzunca bir süre dikkate alınmadı. Ders anlatırken öğrencilerimin bildiği tek şey Azteklerin insan kurban etmiş olduğu idi. Hâlbuki İspanyol işgalcilerin gelişinden önce Aztekler’in ‘filozof’ ismini verdikleri insanlar vardı ve felsefi olarak zengin bir kültüre sahiplerdi. Hristiyan din adamlarınca el yazması ile kaydedilmiş ciltlerce Aztek düşüncesi mevcut. Bu felsefi çalışmalardan bazıları şiir formatında, bazıları da bir dizi tefsirli ifade ve hatta diyalog şeklindedir.

Bu noktalar bizi klasik antik Yunan filozofları, özellikle Platon ve Aristo ile karşılaştırmalar yapmaya yöneltiyor. Bu insanlar mutluluğun bizlere öz-disiplin ve cesaret gibi nitelikleri geliştirdiğimizde doğal olarak geleceğini savunmuşlardı. Tabi ki, farklı şeyler farklı insanları mutlu eder ancak Aristo ‘akıl’ın evrenselliğinin karakterlerimizin erdemliliği ile desteklendiğinde, bunun ‘mutluluk’un nesnel tanımını yapma için anahtar olduğuna inanıyordu.

Yunanlar gibi Aztekler de nasıl iyi bir hayat sürebileceğimiz ile ilgileniyorlardı. Ancak Aristo’dan farklı olarak onlar insanın akıl yürütme yeteneğinden başlamadılar. Aksine onlar dışarıya, bu Dünyadaki koşullarımızın ötesine baktılar. Azteklerin ‘Bütün yumurtalarını aynı sepete koyma’ deyişindekine benzeyen bir deyişleri vardır; ‘Bu dünya kaygan, hilekâr’. Demek istedikleri şey, Dünya’nın, insanların hata yapmasının, planlarının bozulmasının ve arkadaşlıkların ihanetle sonuçlanmasının mümkün olduğu bir yer olmasıdır. İyi şeyler ancak istenmeyenlerle karışarak gelir. Bugüne kadar gelebilmiş bir konuşma kaydında bir anne kızına şu öğüdü veriyor; “Dünya iyi bir yer değildir. Memnun olunacak, eğlenilecek yer değildir. Burası daha ziyade bir eğlence-tükenmişlik, eğlence-acı yeridir.”

Yukarıda bahsettiklerime ve kendisinin sunduğu karışık nimetlere karşın Dünya, eylem ve hareketlerimizin kısa süreli olarak varoluşa geçtiği yerdir. Texcoco şehrinin yöneticisi ve bilgesi olan Nezahualcoyotl “Arkadaşlarım, kalkın ayağa!” isimli şiirsel felsefi çalışmasında şöyle yazar:

Arkadaşlarım kalkın ayağa!
Prensesler fakir oldu artık,
Benim adım Nezahualcoyotl.
Ben macera başkanı, ben bir şarkıcı.
Çiçeklerinizi ve yelpazelerinizi alın.
Gidin onlarla dansa!
Sen çocuğum,
Sen bir Yoyontzin (nergis).
Çikolatanı al,
Kakao ağacının yaprağını da,
Hepsini içebilirsin!
Dans et,
Şarkı şöyle!
Ama burada evimizde değil,
Yaşadığımız bu yerde de değil,
Uzaklara gitmen gerekecek.

Bu karakter ile 1 Corinthians 15:32’deki “İzin ver yiyip içelim, nasıl olsa yarın öleceğiz” ifadesi arasında çarpıcı bir benzerlik vardır.

Bunların hepsi biraz kasvetli mi geldi? Belki de. Aztek filozoflarının esas bilmek istediği şey, acı ve fanilik bizim durumumuzda kaçınılmaz olduğuna göre bir insanın hayatını nasıl yaşaması gerektiği idi.

Cevap şu ki, hepimiz yaşamaya değer ve kökleşmiş bir hayat sürdürmeye gayret etmeliyiz. Azteklerin bunun için kullandığı kelime neltiliztli’dir. ‘Doğru’ ve ‘iyilik’ gibi geniş anlamları olsa da tam anlamıyla ‘kökleşmiş olma’ anlamına gelir. Onlar, gerçek hayatın iyi olan hayat olduğuna inandılar. Bu, onların klasik ‘Batılı’ akranları arasında yankı uyandırıyordu fakat aradaki farkı iki cephede görmek mümkün. İlk olarak, Aztekler bu tarz bir hayatın, mutluluğa’ yol açmayabileceğini düşünüyorlardı. İkinci olarak, köklü yaşama dört ayrı aşamada, yani Yunanlarınkinden daha kapsamlı bir metot ile ulaşılması gerekiyordu.

İlk aşama karakter ile ilgili olandı. Daha açık olursak, Avrupa geleneği ilk aşama akıl ve zihinmişcesine bunlar ile meşgul olduğundan, sıklıkla gözden kaçırdığı bir şey vardı: kökleşmiş olmanın bir kişinin bedeninde başladığı. Aztekler yogaya benzeyen (içlerinden bazılarının şaşırtıcı derecede yoga hareketlerine benzediği -mesela lotus pozisyonu- çeşitli duruşları gösteren heykelcikler tarafımızca bulundu) günlük egzersizlerle kendilerini bedenlerinde temellendirmişlerdir.

İkinci aşamada, ruhumuzda kök salarız. Buradaki amaç arzularımızın yuvası olan ‘kalp’ ile kararlarımızın yuvası olan ‘yüz’ arasında bir çeşit denge kurmayı başarmaktır. Karakterimizdeki erdemli nitelikler sayesinde bu dengeyi kurmak mümkündür.

Üçüncü aşamada, kişi sosyal bir rol oynayarak toplumda kökleşir. Bu sosyal beklentiler bizi birbirimize bağlarken toplumun işlemesini sağlar. Günümüzde bizler iyi birer tamirci, avukat, girişimci, aktivist, baba, anne vb. olmaya çalışıyoruz. Aztekler için bu tip roller bir festivaller takvimi ile ilişkiliydi. Bu ritüeller, insanlara kökleşmiş bir hayat sürdürmek için gereken erdemlerin alışkanlık haline getirildiği ya da geliştirildiği bir çeşit ahlak öğrenimiydi.

Son olarak bir kişi var oluşun yüce ve tek varlığı, teotl içinde kökleşme arar. Aztekler ‘Tanrı’nın doğa olduğuna inandılar. Teotl’de kökleşme çoğunlukla yukarıda verilen üç aşama ile dolaylı olarak başarılabilecek bir şeydi. Ancak bazı seçkin aktiviteler, mesela felsefi bir şiir yazmak gibi, daha doğrudan bir bağlantı sağlayabiliyordu.
Bu şekilde sürülen bir hayat; bedeni, zihni, sosyal amaçları ve doğayı uyumlu hale getirecekti. Aztekler için bu denli bir hayat, kişinin, bu kaygan dünyanın güvenilmez zemininini de hesaba kattığı ve hazzın tesadüfi bir özellik olmaktan daha önemli hale geldiği bir çeşit dans haline gelir. Aztek felsefesi iyi hayat hakkında benimsenen ‘Batı’ bilgeliğini sorgulamamız ve değerli bir şeyler yapmanın yaptığımız şeyden keyif almaktan daha önemli olduğu bu uyandırıcı görüşü ciddi olarak düşünmemiz konusunda bizi yüreklendirir.

Yazar: Sebastian Purcell
Çevirmen: Cansu İrem Meriç

Kaynak: Aeon 

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com