Paylaş

Colin McGinn, film izleme ve rüya görme eylemleri arasındaki benzerlikleri anlatan kapsamlı ve ikna edici bir yazı yazdı.

“Filmler, rüya gören benliğimizi aramaya başlar ve en derinlerde, güneş battıktan sonra ortaya çıkan, benliğimize kaynatılmış ikinci kişiliğimizi bulmaya çalışır. Sinemada, rüya gören benliğimizin hayatını tekrar yaşarız. Filmler, insan doğasının rüya gören hali ile bağlantı kurmamızı sağlar. Dahası, rüya dünyamızın üzerinden gelişirler. Hasret kaldığımız rüyaları bize verirler. Kendi rüyalarına hayranlık duymayan, açıklık getirme yeteneğinden, büyüleyici dışavurumculuklarından ve bu tarz çekicilikte olan filmlerden etkilenmeyen bireylere nadir rastlanır. Film köklerinin (Movie Stems) etkisi o zamanlar, en azından bir bölümü, rüyaların temel güçlerinden gelirdi. Emin olabilmek için, film deneyiminin rüya bileşeni, vasatlığın özel nitelikleri kullanılarak arttırıldı ama temel duygusal bağımlılığı yaratan etmen, rüya çağırışımlarından oluşuyordu. En iyi yönetmenler – Luis Bunuel, Alfred Hitchcock, David Lean, Stanley Kubrick, Steven Spielberg ve diğerleri –bana göre, bu yönetmenler film dünyasının ana hayali karakterinin farkına vardılar ve filmlerini bu özelliğin üzerine kurdular. Otomatik Portakal (A Clockwork Orange), arzu ve kabusların sinsice birleşimi olan cesur bir hayali maceradan başka nedir?*(1)

Rüyalar aynı zamanda psikanalitik düşünce için belirli bir önem de taşırlar. Freud onları tanımlamak için kendisinin ünlü “bilinçaltına giden asil yol” sözünü kullanmıştır.

Bu daha sonra film, rüyalar ve psikanaliz arasında, sonuncusu son on-yirmi yıl içerisinde film teorisi ve eleştirisi için en dominant güçlerden biri olmak üzere, üç yönlü enteresan bir ilişki yarattı.

Christopher Nolan’ın Başlangıç (Inception)’ı bu üç şeyi bir bütün haline getirerek açığa çıkarır. Modern Hollywood’un en iyi prodüksiyon değerlerine sahip, büyük ölçekli bir film yapımı örneğidir. Ana konusu olarak rüya yorumlamalarını ele alır ve duygusal anlatımı (kurumsal casusluk hakkında işlevsel anlatım yerine), esas olarak psikanalitik işleyişin kademe kademe çözümlenişidir.

Hollywood sistemi içerisinde çalışan bir film yapımcısı için Christopher Nolan, insanların psikolojik durumları üzerine normalden fazla ilgilenmiş ve hatta filmlerinin ana teması haline getirmiştir. Akıl Defteri’nin ( (Memento – 2000)’) anlatım yapısı, ana karakterin kısa dönem hafıza sınırlamaları üzerine kurulmuştur. Uykusuz (Insomnia – 2002) ise aşırı uykusuzluğun etkilerini keşfetmeye çalışmıştır.

Al Pacino ve Robin Williams ‘Insomnia’

Baş karakterin, tamamen uyanık olup olmadığını anlayamadığı, bu yüzden olayları net bir biçimde yorumlayabilme kabiliyetinin sorgulandığı bir durum içerisinde yaşama çabasını görürüz. Nolan’ın Batman filmlerinde bile, temelinde, bir yarasa gibi giyinip, kanun dışı hareketler ile yasal düzeni sağlayabileceğine inanan birinin psikolojik durumunu simgeleyen bir karakter vardır. Prestij (Prestige – 2006) ise bu tarzın dışında yer alır ama Başlangıç filminde de olduğu gibi algı ve gerçeklik ikilemi görülür.

Christopher Nolan’ın çok iyi yaptığı birkaç şey var. Film grameri ve teknikleri hakkında belirli bakış açılarının yerleşimi gibi. Özellikle Cross Cutting (iki olay arasındaki zamansal birliği vurgulamak için kullanılan bir kurgu biçimi) konusunda. Başlangıç ile Nolan, filminin ilk bir saatini, karakterlerin eş zamanlı bir şekilde çok katmanlı rüya dünyalarına geçişlerini göstermek için harcar. Bu sayede tüm bu olayları topluca kurgu tekniğinde kullanabilir. Yönetmen’in özgüveni ve yeterliliği bu durumda çok önemli bir rol oynar. İzleyicilere bu karmaşık konsepti takip etmek yerine hikayedeki komplo teorilerine odaklanabilme özgürlüğü tanır.

Başlangıç’ta Cobb (Leonardo Di Caprio) karakterinin, deneğin hayal dünyasına sızabilmek için gereken koşulları anlatırken rüya görme eylemi hakkında da ilginç bir bakış açısı sunar: “rüyada eşzamanlı bir biçimde yaratır ve algılarız…”*(2). McGinn bize bu eşzamanlı aktif ve pasif sürecin, film izleme deneyimini andıran bir durum olduğunu hatırlatır. * (s155), “ Ekranı meşgul eden bu görüntüleri bizler, duyu organlarımız sayesinde pasif şekilde algılarız… Ama aynı zamanda gördüklerimizi de yorumlarız: hayal gücümüzü karakterleri ve hikayeyi yaratmak ile görevlendiririz ve bu aktif bir iştir. Bu tarz yaratıcı bir bakış açısı aktif ve pasif’in, yapım ve algı’nın karışımıdır.”* (3) Nolan zekice bu paralelliği farketmiştir. Ariadne (Ellen Page) aktif bir şekilde Paris sokaklarında Cobb’ın dünyasını manüpile eder ve hatta bir bölümde iki büyük aynayı karşılıklı yerleştirir. Bu sayede yansıma içerisinde sonsuz yansımalar elde eder (bilinçaltının sonsuz karışıklığını veya rüya içinde rüya paralleliğini sembolize eder). Bu sahnede kamera, yokluğu ve yansıma içerisinde olması gereken yerde bulunmaması ile kendisine dikkatleri çeker (Kamera hilesi veya CGI (Bilgisayar Efekti) sayesinde kaldırılmış…). Açık bir şekilde kamerayı göstererek veya şüphe duygusunu yok ederek “Dördüncü Duvarı” ( tiyatroda sahne ile seyirci arasında bulunan düşsel duvara verilen addır.) kırmasa da, dolaylı olarak kırıldığını göstermiş ve Nolan kendini filmde, Ariadne gibi, rüya dünyasının yaratıcısı olarak göstermiştir.

Eleştirmenler tarafından Başlangıç hakkında yazılanların yazıların birçoğu filmin orijinalliği üzerinde duruyorlardı. Bana göre film bazı yönlerden orijinal ama eleştirmenlerin çoğunun önerdiği şekillerde değil.

Nolan filmlerinin başka sinemacıların yapımlarının en iyi sahnelerinin birleşimi hissiyatı yaratmıyor olması, bir sinemacı olarak ne kadar yetenekli olduğunun kanıtıdır ve filmlerinde referans kullanımına yaklaşımı onu, hırsız ve bedavacı yakıştırmalarından uzak tutmuş.

Christopher Nolan

Filmin orijinalliği üzerine düşünüldüğünde eleştirmenler, Başlangıç’ın gerçek olan nedir ve rüya olan nedir soruları üzerine olan bilgilerimizi sorun etmesine odaklanmışlardır. Bu entellektüel sorgulama her ne kadar felsefe değeri taşısa da Başlangıç bu alanda daha önce yapılmış birçok yüksek bütçeli filmin –Gerçeğe Çağrı (Total Recall-1990), Vanilla Sky-2001, The Matrix vb. – ortaya çıkardıklarından fazlasını sunmuyor bizlere. Bana göre Başlangıç filminin orijinalliği, anlatımın özünde bulunan psikanalitik sürece dair yaptığı sorgulamalar. Psikanaliz’in karakter gelişiminde temel olarak kullanılmasını birçok filmde görebiliriz. Sıradan İnsanlar (Ordinary People-1980), Can Dostum (Good Will Hunting-1997) ve daha birçok film psikanalitik temaları araştıran veya psikanalitik sorgulamalara yoğunlaşan tarzdadır. (Ölüm Korkusu –Vertigo-1958), Sapık (Psycho-1960), Gözü Tamamen Kapalı (Eyes Wide Shut-1999) örnek verileceklerden sadece birkaçı…) Ama Başlangıç’ın farklı yaptığı birşey var. Bu konuyu Psikanaliz’in Temel Kavramlarından bazılarını kullanarak dile getireceğim.

‘Vertigo’ 1958

1- Psikanaliz’in merkezinde, zihnimizde bilinçaltı adı verilen ve içeriğinin bize tamamen yabancı olduğu kavramı yer alır. Bilinçaltı, duygulardan ve arzulardan oluşur. Bunların bir kısmının farkına varamayız ve diğerlerini ise defans mekanizması olarak veya sosyal itaat amaçlı kullanmak için bastırırız. Kişinin bilinçsiz zihni, adeta bir zıtlıklar topluluğudur ve doğası gereği kontrol edilemez ve düzensiz kalır.

Başlangıç, deneğin kontrol edilemez ve bilinçsiz dünyasının varoluşu fikrini ortaya atmıştır. Verilebilecek en iyi örnek ise filmde Ariadne ve Cobb’un rüya dünyasında gezinmesi ve Cobb’un kendi zihnindeki bakış açılarını, bilinç durumunu düzeltmek için çabalamasına rağmen Ariadne’ye saldırmaması konusunda kontrolü sağlayamaması (Doruk Noktası olarak Mal’ın onu bıçaklaması) gösterilebilir.

2- Psikanalitik teori önerisi, uyurken bariyerin zayıfladığı ve bilinçaltının yüzeye çıktığı fakat çoğu zaman şekil değiştirerek kendini gizlediğidir. “Bir rüya, dürtülerin ifade şekli olarak tanımlanır ve gündüzleri direnişin baskısı altında kalırken geceleri destek güç bulabilirler.”*(4) Bastırılmış duygu ve arzu öğeleri kendilerini gösterirler ve artık rüyalarımızda sadece bir kısmı gizlenmiş halde kalır.

Bu kavramı Başlangıç’ta erkenden görebiliyoruz. Gerçek dünyada ölmüş olduğunu ve sadece Cobb’un bilinçaltının yarattığı temsili bir yansıma olduğunu öğrendiğimiz Mal, Cobb’un kendisini kontrol edemediği ortak bir rüya dünyasına girer ve ekip Saito’nun zihninde, sonradan sıkıntılar yaşatacak ve Arthur (Joseph Gordon-Levitt)’un hayatını tehlikeye atacak bir çıkarma işlemi gerçekleştirmeye çalışırlar.

3- Psikanalitik düşüncenin bir diğer temeli ise çocuğun ebeveynleri ile olan ilişkisinin aşırı önem taşıması. Bu temel ilişkiler, büyük bilinçaltı problemleri ile yüklenir ve daha sonra herkesle kişisel olacak tüm ilişkileri etkiler.

Filmde, Robert Fischer (Cillian Murphy)’ın zihnine bir iş strajedisi fikrini yerleştirebilmek için fikir aşılama (Inception) tekniğini nasıl kullanabilecekleri hakkında tartışırlarken, ekip bu durumun ancak kişinin babası ile olan bilinçaltındaki ilişkisini kurcalayarak başarılabilineceğini anlar. Bu olayın, deneğin kendini tanımlamasında önemli bir rol oynayacağını düşünür.

4- Bilinçaltındaki benliğimizin, dünya ve insanlar ile olan etkileşimlerimize etkisi fazladır. İnsanlar ile olan etkileşimlerimizin ve kendi benliğimizle olan ilişkiden daha çok diğerleri ile olan ilişkilerimiz üzerinde güçlü bir etkisi vardır. “Bilinçaltı fiziksel hayatın temeli olarak görülmeli. Bilinçaltı kocaman bir küredir ve bilincin küçük kürelerini içine alır.” * (5) Nevroz ve psikoz, bilinçaltımızın hayatımız üzerindeki dominantlığının göstergeleridir. Bu durumların iyileşmesini sağlayabilecek yollar, bilinçaltında bulunacak sebepleri tanımlamak ve onları ortaya çıkartma ve anlama süreci yaşamaktır.

Büyük ölçüde psikanalistlerin yaptıkları budur. Hastalarına, benliklerinin farkına varmalarını sağlayacak sürece yardım olabilecek teknikleri kullanırlar.

‘Psycho’ 1960

Bana göre bu, Başlangıç’ın Duygusal Öz’ünü oluşturur. Cobb gerçek dünyada etkili bir hayat sürdüremez, pratik bir bakış açısıyla değerlendirsek bile, işi negatif şekilde etkilenmiş ve düşüşe geçmiştir ama ne zaman bilinçaltına giderek vefat etmiş eşi hakkında olan duygu ve anılarını kendi ile barışabilmek için kullansa, hayatı düzene girer. Bu duyguların içerisinde ona karşı duyduğu hayal kırıklıkları ve onun zihinsel ve duygusal yapısındaki yaralara olan etkisi yüzünden duyduğu vicdan azabı da mevcut. Bu durumun farkına varmasıyla dünyaya geri dönerek nevroz’unu iyileştirir ve çocukları ile tekrar anlamlı bir ilişkiye girebilmeyi başarır. Ailesini görmeyi engelleyen pratik bariyerlerin eşzamanlı halde ortadan kalkması, Nolan tarafından zekice iç içe geçirilerek oluşturulmuş duygusal anlatımın (Cobb’un kendi ile barışması) ve işlevsel anlatımın (Saito’nun fikir aşılama işlemini başarı ile tamamlaması koşulu ile Cobb’un ülkeye tekrar girebilmek için gerekecek otorite izinlerini kazanacağı kurumsal casusluk soygunu) birbiri ardına gelen, sonuçlanan ve birleşen bir oluşumdur. Birbirinden ayrı gibi görünen bu iki sürecin biraraya getirilerek, ortak bir anlam yaratma süreci, Freud’un da söylediği gibi, rüya yaratılışına ve dahasına bakış açılarından biridir ve rüya dünyası ile gerçek dünya birbirleri ile karıştırılırsa “gerçek ve hayali olaylar eşit değerlere sahip halde rüyalarda karşımıza çıkarlar…” *(6)

5- Psikanalitik teori aynı zamanda insanlığın fantezilerini anlayabilmemiz için bizlere önemli bakış açıları kazandırmıştır (kötü şöhretli ve tartışma yaratan Oidipus Kompleksi). Bu durum ille de fantezileri az veya çok bilinçli yapılanmalar olarak düşünmemizi kastetmez, ama daha bilinçsizce oluşturduğumuz, kendimizi ve dünyayı görüşümüz ile iç içe geçmiş fantezilerden bahseder ve en önemlisi fantezi olduğunu anlayamadıklarımızı işaret eder. Fantezi’nin psikolojik çekimi en çok, biz onu basit bir gerçeklik olarak gördüğümüzde etkilidir.

Başlangıç açık bir şekilde, fantezi dünyasında yaşama arzusunu ve fantezinin gerçeklik olmamasının eşzamanlı reddedilişi üzerine tartışır. Cobb ve ekibinin Mombasa’da karşılaştıkları, rüya görenler ile dolu olan odayı düşünün. Bu insanlar fantezi dünyasının o kadar hasretini çekiyorlardı ki artık onların gerçek dünyası haline gelmişti. Asıl gerçeklik kaçmaya çalıştıkları kabustu. Burada film, Jungian’ın Juan Galis-Menendes’in notlarında olduğu gibi kollektif bilinçaltı üzerine fikirlerini keşfetmeye çok yaklaşıyor. * (7) Filmin daha merkezinde ise, yıllarca fanteziye hasret duyan, gerçek hayatın rüya olmadığına inanmayı reddeden ve sadece Cobb ile paylaşılan ortak bir bilinçaltının haricinde varolmayan bu gerçekliğe dönmemek için kendini öldüren Mal var. Cobb’u bile eşinin hayatta ve sadece rüyasında varolduğu bu fantezi cezbediyor. Film, durumu olduğu haliyle kabul ettiği psikolojik olgunluğunun doğuşunu sergiliyor.

Başlangıç, hayal dünyasının temsili ile temelinde psikanalitik sürecin sembolik bir sunumudur. Metnin anlatısı gibi bir işlevsel özellik gösteren beyannamedir adeta ve Nolan’ın yarattığı dünyaların mekânı ve mimarıdır. Farklı görüş açılarından keşfedebilmemiz için psikanalitik fikirleri somut anlatımlara dönüştürür. Bunu yaparak birçok önemli ince ayrıntısını, karmaşıklığını ve psikanalitik teorinin psikolojik açıdan zorlayan farklı bakış açılarını kaybeder ama gene de yaratıcı, zeki ve hırslı bir çalışma ile Nolan, Freud teorisi kavramları için zorlu bir vaka üretmeyi başarır.

İşlevsel anlatım açısından bakılırsa, Akıl Defteri (Memento), Başlangıç gibi filmler biraz belirsizlik yüzünden biraz da kendi iyilikleri için fazla zekice olmaları yüzünden zarar görüyorlar. Kendi kendilerini karmaşık hale getirip, birçok olayı açıklamasız bırakıyorlar ve böylece konuyu çözmek için seyirci istek duyuyor. Bu durum sonsuz bir görev olmak ile birlikte Sudoku oyunu ile aynı derecede etkiye sahip. Beynimiz için antreman ama sonunda anlamsız bir egzersiz. Yine de daha önce belirttiğim gibi Başlangıç’ın daha ciddi yaklaşmak isteyenler için Akıl Defteri’ne göre içerik olarak daha zenginleştireceğini söyleyebiliriz.

‘Memento’ 2000

İnsanlık durumuna dair önemli bakış açılarını anlamanın yolu çoğu zaman gizli ve belirsiz fikirleri yakalayarak ulaşılır. Bu durum gizemliliğin kendini entellektüellik olarak saklamasına yol açar. Gizliliğin ve belirsizliğin kendi içlerinde değerli olmadıklarını söyleyebilirim. Tek değerli oldukları vakit, bizlere gerçekliğin ince ayrıntılarını anlamakta yardım ettikleri zamanlardır. İlk başta Başlangıç filminin son sahnesini, anlamsız ve bir bakıma klişe bir halde tasarlanmış ve arzulu Sudoku oyuncularının sürekli merak etmesini sağlamayı hedefleyen ve özellikle gizli gösterileni ortaya çıkaran olarak gördüm. Tabii ki bu son sahne gerçeklik mi yosa rüya mı sorgulamasını yapmamıza neden olan görsel sebeplerin verildiği ilk sefer değil. Mombasa’da Cobb’un kendisini kovalayanlardan kaçtığı tepe çekimi olan sahne, Ariadne’ye antreman amaçlı çizdirdiği hayali bir mimari üretim olan labirenti yaratır. Aynı kovalamaca sahnesinde geçmeye çabaladığı daracık duvar açıkça kabuslarda karşılaşılan bir olgunun görselleştirilmiş halidir. Yine de filmin bitişindeki notu takdir ettiğimi söylemem gerekir. Cobb’un hala rüyada olup olmadığını merak ettiğim için değil, insan algısının sınırlarını belirttiği ve bunun etrafımızdaki herşeye karşı olan algılarımızı renklendiren fanteziler olduğunu gösterdiği için. İnsan halimiz öyle bir safhada ki kendimizi öznel benliklerimize hapsetmiş durumdayız. Gerçekliği olduğu haliyle anlayamamak ama algıladığımız şekilde görmek kaderimizde var. Algılarımız, kendi teori ve fantezilerimiz ile dolup taşar ve mutlak gerçekliğe ulaşmak erişimeyeceğimiz bir olgudur. Rüya veya fanteziyi gerçeklikten ayırabilmek ilk bakışta görüldüğü gibi kolay değildir. Ama son sahne rüyanın Cobb’un çocuklarını tekrar görmek istemesi) gerçekliğe dönüşmesi değilse nedir? Fantezi ve gerçeklik olan bu iki dünya birleşmiş haldedir. Ama tabii ki kişiler için bu ikili hiçbir zaman tamamen ayrışmamıştır.

Önemli entellektüel sorunların anlatıldığı ve pozitif mesaj verilmeye çalışılan bir film (veya şarkı yazmak, resim yapmak) yapmak hiç kolay değil. Samimi biçimde insanlık durumu hakkında yapılan düşünceli, sorgulayan ve açıklayan hiçbir sanat eseri iyimser veya eğlenceli değil. Entellektüel anlam ve görüşler çoğu zaman acıklı ve melankolik ile eşanlamlı değil. İyimser ve eğlenceli olan çoğu şey genellikle yüzeyseldir. Bu yüzden en iyi filmler diye adlandırılan filmler genellikle en favori filmlerim değildir çünkü düzenli olarak tekrar izlemek ve tekrar tecrübe etmek gibi bir isteğim yoktur. Nolan Başlangıç ile yeteneğini konuşturmuş ve rüya gibi bir gişe filmi yaratmıştır. Hem daha kayıtsız kalan benliğimizin fantezilerini tatmin edecek, hem eleştirel ve olgun benliğimiz için insan durumunun psikolojik elementlerini yaratıcı ve düşünceli biçimde inceleyen, hem de duygusal açıdan tatmin edici, pozitif bir hikâye sağlayan bir yapıma imza atmıştır.

Zamanında haz aldığım ve hala vicdanım rahat bir şekilde keyiflendiğim bir yapım.

NOTLAR
*(1) McGinn, Paul (2005) The Power of Movies: How Screen and Mind Interact, United States: Vintage Books, pp.192-3, 202-3
*(2) Inception, 2010. Film. Directed by Christopher Nolan. USA: Warner Bros. Pictures
*(3) McGinn, Paul (2005) The Power of Movies: How Screen and Mind Interact, United States: Vintage Books, p.155
*(4) Freud, Sigmund (1913) The Interpretation of Dreams, London: Hogarth, p.652
*(5) Freud, Sigmund (1913) The Interpretation of Dreams, London: Hogarth, p.651
*(6) Freud, Sigmund (1913) The Interpretation of Dreams, London: Hogarth, p.323
*(7) Galis-Menendes, Juan (2010) Inception: A Movie Review

Yazar: Leon Saunders Calvert
Çeviren: Gökhan Çuhacı
Kaynak: offscreen.com

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com