Paylaş

Korku Filmleri ve Ayna Görüntüsü

İşte sadece iki cümlede bir korku hikâyesi:

“Onu yatağına yatırıyordum ve bana “Baba, yatağımın altında canavar olup olmadığını kontrol etmen lazım” dedi. Onun eğlencesi için yatağın altına baktım ve onu gördüm, başka bir onu, yatağın altında gözlerini bana dikmiş, titriyordu ve fısıldadı, “Babacığım, yatağımda biri var!”

Bu hikâye çoğu insanın tüylerini diken diken eder. Hikâyenin üzerinde oynadığı fikirler –kopyalanan görüntü, aynasal yansımalara güvenilemeyeceği, bir kişinin görüntüsünün aslında bir başkasına ait olması- Lacan’ın imgesel gerçeklikle ilgili çalışmalarında tekrar tekrar ele aldığı bir konudur, üstelik yalnızca çok övülen ayna evresi teorisi bağlamında da değil.

Serinin üçüncü bölümünde inanılmaz derecede sık rastlanan bu korku filmi hilesinin bahsettiğimiz öğeleri nasıl bir yetkinlikle kapsayabildiğini inceleyeceğiz. İşte bütün ihtişamıyla bu sinema klişesinin örneklerinden oluşan bir montaj:

Peki bu sahnelerde bizi şok eden faktör nedir?  Bu soruya verilecek Lacanyen cevap en kısa haliyle “kendi görüntümüzün birliğini sorgulamamıza yol açması” olurdu. Yani, aynada görmeyi beklediğimiz şeyin -kendi yansımamız- aslında bir başkasının görüntüsü olma durumu. Peki bu Lacan’ın ayna evresi teorisinin esas dayanağı değil midir zaten? Kendi görüntümüzün diğerinin de görüntüsü oluşu.

Görüntümüze güveniriz, aynaya baktığımızda onun bize geri bakmasını bekleriz. Bu, bedensel bir bütünlük algısı kurmamızı sağlar ve Lacan’a göre bu algıyı ben ile -yani ego ile- bağdaştırmak kimliğimizi yanlış kurmamıza neden olur. Hollywood da böylesine zayıf bir noktamızı kullanmaya bayılır.

“İnsanın kendi kendinin hâkimiyetini kazanma can atışını taşıyan bu bütünlük illüzyonu; onun her şeye başladığı kargaşaya geri dönmesi riskini her an içinde barındırır ve belki de Anksiyete’nin esas özünün görülebileceği baş döndürücü bir onay uçurumunda sallanır durur.” *

Lacan’ın bu sözleri, ayna klişesinin kozlarını neyin üzerine oynadığını göstermek için çok uygundur. Kendi görüntümüzün bize kazandırdığı denge duygusu her zaman biraz aceleye getirilen bir şey olmuştur, çünkü Lacan’ın burada da dediği gibi, biz bunun için, bu dengeyi, bu bütünlüğü kurmak için adeta “can atarız”. Bu dengeyi kaybettiğimizde, referans noktamızı kaybetmiş oluruz ve tam da bunun sonucunda anksiyete baş gösterir (ki Lacan yukarıdaki sözlerinde anksiyeteye bir çeşit şeref yükler). Freud olsa bu durumu Unheimlich, yani ‘esrarengiz’ diye tanımlayabilirdi (Freud’un lügatinde Unheimlich ‘tuhafça tanıdık’ olarak tanımlanabilir, Freud bu sözcüğü bize yabancı ve garip gelen ama bir yandan da şaşırtıcı derece tanıdık gelen durumlar için kullanır).

Tabii bu aklımıza bir soru daha getiriyor. Eğer Lacan’ın bahsettiği ‘kendi kendine hâkim olma’ yalnızca diğerinin görüntüsünün algılanmasıyla mümkün olabiliyorsa (çünkü kendi görüntümüzün diğerinin görüntüsünden farklı oluşu ‘ben’ konseptini doğrular) o zaman neden diğerinin görüntüsü bu kadar rahatsız edici oluyor da hiç güven verici olmuyor? Başka bir deyişle, bu ayna hilesi neden yukardaki örneklerde olduğu gibi korku filmlerinde çok tutuyor da, romantik komedilerde hiç yer bulmuyor?

Lacan’ın görüntü konusundaki bütün çalışmalarını, Aimée vakasından ayna evresine ve agresifliğe kadar topluca ele alırsak, temelde duygusal bir çelişki buluruz: Lacan’a göre, aynadaki görüntü hem bedensel uyumun (iyi) kaynağı hem de intikam ve cinayet eğilimlerimizin (kötü) nesnesidir. Yani egomuzun dengesi ve bütünlüğünün bedelini sürekli bir yabancılaşma, rekabet ve kıskançlık hisleriyle öderiz.

Bu durumu Fransız psikanalistler Lacan’dan önce fark etmiş ve ‘transitivizm’ yani ‘geçişçilik’ olarak tanımlamışlardır. Sonrasında, bu kavram üzerindeki çalışmaları bizzat Lacan devam ettirmiştir. Ve çok dikkat çekicidir ki; 1933’te Papin Kardeşler’in suçları üzerine yazdığında, işlenen cinayetlere sebep olan elektrik kesintisinin altını ısrarla çizmiştir. Yani, ışıkların sönmesiyle kız kardeşlerin bedensel bütünlük algısının verdiği dengeyi kaybetmeleri ve öfke nöbeti geçirmelerinin bir kaza sayılıp sayılmayacağı merak konusudur.

Bu olayı inceledikten birkaç sene sonra, Lacan 1936 Marienbad Konferansında sunmak için ayna evresinin ilk taslağını yazar. Bu zamanlarda, görüntü ve öldürücü bir rekabet dürtüsü arasındaki bağı çoktan tasarlamıştır. Ancak, ayna evresinin Écrtis’de yer alan elimizdeki versiyonu 1949’da Zürih’teki IPA Kongresi için yeniden yazılmış olduğundan en baştaki taslakla aynı kalmamıştır. Ayrıca Lacan, ayna evresinin bu ilk taslağını yapmadan en fazla 1 yıl önce “Psikanalizde Agresiflik” makalesini bitirmişti. Bu da Lacan’ın ayna evresini ve agresifliği birlikle kuramlaştırdığını gösterir. Ve tabii, bu ikisi yalnızca zamansal olarak değil tematik olarak da birbirlerine yakındırlar: Zaten Écrtis’de ayna evresi ve agresiflik makaleleri yan yana yer alır. Sonuç olarak, aynaya bakan kadının arkasındaki katili gördüğü sahnenin Hollywood korku filmlerinde bu kadar popüler bir klişe haline gelmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Bu sahne istenen etkiyi yaratmada çok başarılı olur çünkü ben ve diğerinin kafamızdaki travmatik yakınlığına oynar kozlarını. Bununla birlikte, bu klişe filmlerde hep bir tehdit bağlamında karşımıza çıkar, tam da imgeselin rekabetçi karakterine uygun bir şekilde yani.

Fakat bu klişede çok ilgi çekici başka bir Lacanyen öğe daha var. Yukarıdaki montajda yer alan Prom Night (0:22), Orphan (0:28) ve adı üstüne Mirrors (0:33) gibi bazı filmlerde, aynada belirerek şok yaratan kişi katil değil, bir arkadaş, sevgili veya eştir. Bazense What Lies Beneath’de (2:06) olduğu gibi katilin kendisi bir arkadaş, sevgili veya eştir. Görünüşte, baştaki korku arkadaki kişinin kötü bir niyetinin olmadığının anlaşılmasıyla yerini rahatlamaya bırakır; ama klişe bizim diğerinin görüntüsüne dair o çelişik duygularımızla da oynar. Yukarıdaki iki cümlelik korku hikâyesinde de olduğu gibi, asıl nokta arkadaki kişinin bir arkadaş mı yoksa düşman mı olduğu değildir, önemi olan kendi görüntümüzün ikili yapısıdır. Freud’un de dediği gibi “Kimse komşusuyla aşırı samimi bir yakınlaşma yaşamak istemez.” (Grup Psikolojisi ve Ego Analizinden). Dahası, montajda yer alan son film TheBroken’da (3.40) kadına saldıran kişi onun kendi görüntüsüdür, bu da belki de Lacan’ın imgesel ile ilgili teorilerinin doruk noktasıdır.

Lacan’ın kendi görüntümüzün yabancılaşma doğasıyla ilgili teorisini test etmek isterseniz işte size eğlenceli bir oyun: aynada kendinize iki dakikadan fazla bakın. Zaman geçtikçe, çoğu kişi artık kendilerine bakmadıkları hissine kapılırlar – görüntüleri değişir gibi gelir (bazıları yaşlandığını, bazıları bulanıklaştığını söyler). Bazıları için bu deneyim o kadar rahatsız edicidir ki bunu kaldıramazlar ve bakmayı bırakırlar. Ve böylece, Lacan’ın bilge sözlerine geri dönüyoruz:

“İnsanın kendi kendinin hâkimiyetini kazanma can atışını taşıyan bu bütünlük illüzyonu; onun her şeye başladığı kargaşaya geri dönmesi riskini her an içinde barındırır ve belki de Anksiyete’nin esas özünün görülebileceği baş döndürücü bir onay uçurumunda sallanır durur.”

*(Lacan, ‘Ben Üzerine Bazı Yansımalar’ (Uluslararası Psikanaliz Dergisi), 2 Mayıs 1951, makalenin Influential Papersfromthe 1950 kitabında  Furman&Levy tarafından yapılan basımı, s.303-304)

Yazar: Owen Hewitson
Çevirmen: Melisa Yağmur Saydı
Kaynak: lacanonline.com

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com