Paylaş

Sinema ve psikanalizin hemen hemen aynı zamanda, 19. yüzyıldan 20 yüzyıla geçerken doğmuş olması tesadüf değildir. Bu iki disiplin arasında daima belirli bir boyutta bir bağlantı vardır. İnsanların zihinsel yapılarına odaklanma, onların sosyal davranışları ve en önemlisi gerçekliğin kendisinden bile kaçan temsili, sinema ve Freud’un teorileri* arasındaki yakınlığın en belirgin kanıtlarıdır. Dahası, sinema salonu atmosferi pek çok yönden rüyayı çağrıştırır. Rüya görme deneyimi karanlık, soyutlama ve ardarda pozlanan görsellere maruz kalma gibi tüm bu mükemmel hileler ile yeniden oluşur. Bu yüzden ışıkları ve zihnimizi kapatıp koltuğa oturalım ve şunu hatırlayalım, bir puro bazen sadece bir purodur.

Toplanma Noktası

Kara Film fazlasıyla sosyal bir türdü ve bu yüzden psikanaliz teorilerinin ilk ve en önemli alıcılarından biriydi. Dahası, onun dışavurumcu görünümü, belirli bir zihinsel duruma ve gerçekliğin tekil algısına doğrudan yapılan bir göndermedir. Böylelikle bilinçsizlik, ego ve rüya tabiri dahil tüm bu yeni konseptlerin özümsenmesi ve sömürülmesi için yol döşenmiştir. Hitler’in 1933’de iktidara gelmesinin ardından birçok entelektüelin Amerika Birleşik Devletleri’ne toplu şekilde göç etmesi, Freudyen düşüncelerin tanıtılması ve yaygınlaştırılmasının hızlandırmıştır. Bu entelektüellerin araştırmaları ve ilerlemeleri, aynı zamanda etkileri Amerikan topraklarında gerçekleşti. Toplum ve daha sonra sinema- ve onun tükenmez ifade kaynağı- onlardan gelen tüm önermeleri anında özümsedi.

‘Kara Film’ terimi 1946 yazında Fransa’da bulundu. O yıl Éditions Gallimard* tarafından yayınlanmış bir romanlar serisi olan Série noire’e konuları ve tarzları ile çarpıcı benzerlikte olan 5 Amerikan filmi gösterime girdi. Bu filmler sırasıyla: John Huston’ın Malta Şahini (1941), Billy Wilder’ın Çifte Tazminat (1944), Otto Preminger’in Laura (1944),  Edward Dmytryk’in Murder, My Sweet (1944) ve Fritz Lang’in Penceredeki Kadın (1944) filmleridir. Nino Frank ve Jean-Pierrer Chartier kara film terimini kullanan ilk sinema eleştirmenleri oldu ve bu türe dahil edilmesi veya edilmemesi gereken filmler hakkında devam etmekte olan bir tartışmayı başlattılar. Karmaşıklık, her zaman psikanaliz ve kara film üzerinde eşit ve kaçınılmaz olarak belirmekte.

Sadece iyi veya kötü durumları ve karakterleri kabul eden indirgemeci yaklaşım, o günlerde Hollywood’un gerçekle ilgili ortak tasviriydi. Konu suçun tasvirine geldiğinde, yapılan tasvir çok basitleştirildi. Amerika’nın yüksek ahlaki standartları herhangi bir cezai eylemi fazla düşünmeden koşulsuzca hor görecekti. Her bir dava yalnızca polis tarafından çözüldü, ta ki tedaviler de potansiyel suç çözümleri olarak düşünülene kadar. Böylece, insan ruhu araştırması, toplum ve sinema üzerinde çığır açan etkilere sahip oldu. Bu aynı zamanda kara filmin hikayesinin ve görsel imkanlarının gelişmesi anlamına geliyordu.

Örnekler

Psikanalitik kuramlar kara film tarafından temalara çevrildi ama bu suçun tasvirini ve karakter biçimlendirmesini de etkiledi. Estetikler gerçeküstü ve düşüncelere dönüştü. The Dark Past (1948, Rudolph Maté), bu etkileşimin konu gelişimindeki en keskin sonuçlarından biridir. Filmin konusu sert bir gangsterin geçirdiği çocukluk travması sonrası, bu travma sonucu sahip olduğu rahatsız edici davranışlar ve ceza eğilimi ile içinde olduğu çatışma üzerinedir. Kötü muamele ve şefkat eksikliği, özellikle gençlerde herhangi beklenmedik bir eğilimin temel nedenleri olarak hedeflenmektedir. William Holden endişeli bir kanun kaçağı ve Lee J. Cobb inatçı bir psikiyatrist olarak örnek alınacak performanslar göstermişlerdir. Bu film, Holden’ın ilk filmi Golden Boy’dan (1939, Rouben Mamoulian) sonra yaptığı ikinci çalışmasıydı.

The Dark Past hala çok bilinmeyen bir filmdir fakat izleyicinin bir suçlunun işkence görmüş zihnini anlayabilmesi için psikoloji terminolojisi kullanan, şeffaf ve biraz eğitici melodramları temsil eder. Böyle bir yaklaşım- Freudyen iddiaların ortaya çıkmasından önce düşünülemezdi. Suç planını çözmede psikiyatrların veya psikanalistlerin rolü pek çok geçmiş ve çağdaş filmde temel özellik haline geldi ve kuşkusuz karakterlerin temsil ettiği ilk örneklerin şekillendirdi. Bu film aynı zamanda, o zamanlar Amerika’nın temel kaygısı olan şiddet ve suçluluk için mantıklı bir açıklama yapma girişimi olarak da görülür. Fritz Lang, Jacques Tourneur, Robert Siodmak, Billy Wilder, Otto Preminger ve tabi ki Alfred Hitchcock gibi bilhassa Avrupa’dan göç etmiş pek çok yönetmen Freud’un psikanalitik teorilerinin dramatik ve sinematografik fırsatlarını yakaladılar.

Karanlık Ayna  (1946, Robert Siodmak) beklenmedik dönüşlerle kaplanmış olsa da suç öznesine benzer bir yaklaşım benimser. Senaryo Nunnally Johnson* tarafından hazırlandı. Bu psikolojik gerilimde ikisi de Olivia De Havilland tarafından canlandırılan tek yumurta ikizi iki kız kardeş, bir şahit tarafından tanımlanmanın ardından, psikanalist Lew Ayres tarafından hangisinin cinayeti işlediği konusunda sorgulaya çağırılmaktadır. Bu filmler ekspresyonist atmosferlerine ek olarak, psikoanalitik tekniklerin çarpıcı bir vitrinidir. Karanlık Ayna, Rorschach testinden sözcük ilişkilendirmesine ve hatta yalan makinesine kadar tüm spekturumları kapsar. Şüphesiz tüm bu prosedürler insan zihnine yönelik bu yepyeni yaklaşım hakkında bütün detayları bilmek isteyen topluma açık bir şekilde gösterildi.

Ustanın Zihninde

Psikanalizin Hitchcock‘un kariyeri üzerindeki etkisini tartışmak, üstünde vişne olmayan bir kek yapmak gibi olurdu. Hitchcock, belki de anlatı ve görsel potansiyel açısından Freud’un kurallarının yükselişine değer veren tek kişiydi. Genel olarak, filmografisinin tamamı özümsediği psikanalitik teorileri etrafındadır ama bu parça söz konusu olduğu sürece, belirli iki film üzerinde duracağız: Shadow of a Doubt (1943) ve Spellbound (1945). Benim düşünceme göre, her iki film de güçlü bir şekilde Freud’un etkisini gösterir.

Shadow of a Doubt’da gerilimin anahtarı Joseph Cotten’ın yaramazca oynadığı Charles Oakley karakterinde yatar. Onun karakteri ve suç dürtüsü açıkça farklı psikolojik bilgiler ile tanımlanmış, vahşiliğe yepyeni bir yaklaşım içimdedir. Psikanalitik terminolojiyi kullanırsak, Charlie Amca’nın kötü bir karaktere dönüşmesine sebep olan şizoid* kişilik bozukluğuna verilen temel açıklama kafatasını kırdığı talihsiz bir çocukluk kazasıdır. Onun zihninde toplum ve insan iğrençleşir ve yozlaşır. Çocukken bildiği dünya araştırılırken geçmiş anıları temel alınır ve dolayısıyla bu dünya acımasız ya da mutsuz olan bir gerçekle benzeşmez. Charles aynı zamanda erkekleri kaprislerine maruz bırakan, önemsiz kadınlar olarak algıladığı dul kadınlara karşı düşmanca bir tavır sergiler. Bütün bunlar onun patolojik durumunu ve cinayete olan eğilimini izleyiciye bir kez daha kanıtlar.

Düalite ve kontrast, Shadow of a Doubt’ın temel kavramlarıdır. Charles karakteri ve Teresa Wright tarafından canlandırılan yeğeninin süregelen birbirlerini fark etme durumu ve Charles’ın ikili davranışları, bu iki kavramın temel düşünceleridir. Işlediği cani ve empati yoksunu cinayetlerine tezat olarak, Charles’ın kurbanlarını tuzağa düşürmek ve topluma uymak için çekici bir davranış modeli benimsediği gösterilir. Bu, Alfred Hitchcock’un filmlerindeki en etkileyici kötü adamlardan birinin mükemmel ayrıntılı portresidir. Dualite yönünden bu karakter hem çekici hem de korkutucudur.

Spellbound aynı zamanda kara filmin ana karakterlerinin kişiliklerine güzel bir örnek teşkil eder. Bu karakterler, suça hızla yönelmelerinin nedenini bulmak adına psikanalitik terimlerle tanımlandılar. Sürrealist ressam Salvador Dalí ile yaptığı iş birliği ile vurgulanan, Freudyen ilişkiler ile dolu bu film aynı zamanda Gregory Peck tarafından canlandırılan Dr. Ballantyne karakterinin bir çocukluk travması sonucu ortaya çıkan çatışmasının temelini öne sürer. Sadece hayallerde ortaya çıkan bastırılmış anılar ve onların yorumları, Freud’un eserinin Alfred Hitchcock’un filmografisindeki büyük etkisinin belirgin, güçlü işaretleridir. Hipnozun ve sözcük çağrışımının çocukluk tecrübelerinin iyileşmesinde temel olduğu ortaya çıkar.

Bunlar Freud’un teorilerinin kara film gibi büyüleyici bir film türünde görülen, en önemli örneklerinden birkaçıdır. Dolayısıyla bu film türü ve psikanaliz arasındaki tutarlılığı belirlemek o kadar da tuhaf görünmez, zira insan zihninden daha koyu bir yer yoktur. Sevgili okuyucularım, tatlı rüyalar.

Notlar
*Sigmund Freud: (1856 – 1939) Avusturyalı nörolojist, psikanalizin kurucu babası. Bir hasta ve bir psikanaliz arasındaki diyalog yoluyla psikopatolojinin tedavisinde, serbest birliktelik kullanımı ve keşfedilen aktarım gibi tedavisel teknikler kullanılarak klinik bir yöntem. İstek gerçekleştirimi olarak yaptığı rüya analizi ona semptom oluşumunun klinik analizi ve baskı mekanizmaları için modeller sağladı. Daha fazla bilgi için: Boundless.com
*Éditions Gallimard: Gaston Gallimard tarafından 1919’da kurulan bağımsız Fransız yayınevi. Marcel Duhamel’den Série noire, Roger Caillois’den Croix du sud ya da Albert Camus’dan Espoir gibi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen koleksiyonu ile meşhurdur.
*Nunnally Johnson: (1897-1977) Amerikalı yönetmen, senaris ve yapımcı. Kariyerine 1935’de 20th Century Fox’da senarist olarak çalışarak başladı ve The Grapes of Wrath (1940, John Ford) ve The Keys of the Kingdom (1944, John M. Stahl) gibi uyarlamalar ile büyük şöhret kazandı. Aynı zamanda The Woman in the Window (1944, Fritz Lang) ve Kara Ayna gibi iki kara filmi de uyarladı. Yönetmen olarak The Man in the Gray Flannel Suit (1956) ve The Three Faces of Eve (1957) dahil dört film çekti.

*Şizoid kişilik bozukluğu: Sosyal ilişkilere ilgi eksikliği olan, yalnız bir yaşam biçimine, gizliğe, duygusal soğukluğa ve ilgisizliğe karşı eğilimi ile karakterize edilen kişilik bozukluğu. Etkilenen kişiler aynı anda zengin, özenli ve içsel bir hayal dünyası gösterebilir.

Yazar: Miriam Figueras
Çevirmen: Özlem Zeytin
Kaynak: Cine Gratia Cinema

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com