Paylaş

Sanat ile siyaseti birbirine bağlayan ortak unsur, ikisinin de kamusal dünyanın olgusu olmasıdır. Sanatçı ve eylem adamı arasındaki çatışmaya aracılık eden şey cultura animidir, yani eğitimli ve yetiştirilmiş bir zihin, kriterleri güzellik olan görünüş dünyasına eğilmek ve ilgilenmek için güvenilebilirdir.

Geçmiş ile Gelecek Arasında “Kültürdeki Kriz” 

Kültürün hayatta kalma garantisi yoktur. Kültür ve kriz araştırmasında Hannah Arendt, sanat için üretilen nesneler ile uzun süre dayanabilecek nesneleri birbirinden ayırır. Tüketim hayatı, boş zamanın bir parçası, yaşamın “zorunluluğu“dur, oysa ki sanat, Arendt’in de sık sık değindiği gibi, insanlar arasında, deneyim alemleri arasında, kolektif karşılaşma mekanları arasında ve diğer insanların veya devlet makamlarının elinde olsun ya da olmasın şiddeti gördüğümüz yollar arasında, tüm bu ayrımları çökertmeden, dünyayı yetiştirmek konusunda hümanistik bir görev üstlenir. Şiddetle ilgili bu not Arendt’in “Kültür Krizi”nde bir tema değildir. Fakat olsaydı, burada iddia edeceğim gibi olabilirdi. Bugün liberal demokratik cumhuriyetlerde kalıcı şiddet ışığında gerek duyulan, sanatın insancıl duyarlılığı arttırma şansını sunabileceği bir ikilem, “kültür krizi”nin bir parçasıdır. Arendt’in de belirttiği gibi, kültürle ilgili sorun, kitlesel doğa ya da eğlencenin çekici olması değildir.

Aksine, Arendt’in ‘Birinci Bölüm’deki hedefleri, eğlencenin kitle fenomenini küçümseyen veya haklı olarak reddeden ve kültürel yaşamda bir çeşit saflık bekleyen eleştirmenlerdir. (Arendt’in bu makaleyi yazdığı çoklu bağlamların zengin ayrıntısı için bkz. Patchen Markell (2014).) Arendt için şu fenomonolojik bir gerçektir: “Bir şekilde eğlenmeye ya da oyalanmaya ihtiyaç duyuyoruz, çünkü hepimiz şehir hayatında yaşamın büyük döngüsüne tabiyizdir; iş, emek, hareket”.  Bu şaşırtıcı derecede yoğun ve geniş kapsamlı bir makale ise de, kültürün Latin kökenli bir “sözcük ve kavram” olduğunu hatırlatarak, amaçlarım için Arendt’in kültür hakkında konuşma biçimini vurgulamak isterim. Bu, “yetiştirmek, yaşamak, bakım yapmak, hizmet etmek ve korumak” anlamına gelen “colere”den gelmektedir (211). Dolayısıyla bu anlamda kültür, bireylerin dünya işlerine katılmaları için bir “sağduyu” dur.

Arendt, sanat ile kültür arasındaki ilişki bakımından “güzellik” i sanat kriteri olarak ilginç bir şekilde tanımlamaktadır. Güzellik, “ölümsüzlüğün bir tezahürüdür”, öyle ki “sözcüklerin ve eylemin kısa süreli azameti, güzelliği ihsan edildiği ölçüde dünyada var olabilir.” Olmasaydı tüm insan hayatının boşa gideceği, “potansiyel ölümsüzlüğün insan dünyasında tezahür ettiği görkemli ihtişam”dır. Bu terimlerle güzellik, destansıdır. Peki ya bugün, ABD’de olduğu gibi, “kültür krizi” korkunç bir biçimde sanattan daha fazla saldırıya maruz kalırsa? Arendt’in sıradan şiddet çağında güzellik ve sanattaki estetiğe olan ilgisi korku olarak kavramsallaştırılabilir. Bugün “cultura animi”nin ihtiyacı olduğu şey budur.

Dünyada hümanistik bakış açısını yaygınlaştırma karşısında uçuşan en yeni ulusal olaylardan bazılarını düşünün. İlk önce Missouri ve New York eyaletlerinde silahsız siyahlara karşı ölümcül güç kullanan beyaz polis memurlarını yargılamaktan yoksun jüri kararlarını düşünün. Ve daha sonra, 9 Aralık tarihinde Senato istihbarat komitesinin hazırladığı, Amerika Birleşik Devletleri’nin bütünlüğünü koruyan ve kendini iktidarının keyfi ve zımni kullanımlarına karşı bir yer olarak tanımlayan C.I.A.’in , Amerika Birleşik Devletleri’nin itibarına zarar veren “geliştirilmiş sorgulama teknikleri” kullandıklarına dair raporun düşünün.  Lynn Hunt’ın, İnsan Haklarının Oluşumu’nda (2007) savunduğuna göre, işkence, bir insanın toplum için kurban olarak acı çekmesiyle değil bireysel olarak kendi içinde acı çekmesiyle kavram haline dönüştü. Böylelikle devlet sorumluluğu, tutuklanan ya da gözaltına alınan benliğin sınırlarını koruyan ahlaki ve siyasi menfaatle sınırlandırılan cezaya çevrildi. Hunt için, halk meydanındaki sıradan insanlar tarafından korkunç olarak tasavvur edildiğinde,  işkence kavramı siyasi hayatımızdaki ahlaki modernliğimizin parlak çizgisi olarak gerçek oldu.

Ana akım haber kaynakları artık siyahların beyazlara oranla on kat daha fazla durdurulacağını bildiriyor (USA Today Nov 19, 2014). Bush yönetimi döneminde yapılan bir ankette, katılımcıların çoğu, “yakın bir terör saldırısı” ya da “geliştirilmiş sorgulama teknikleri” ya da “işkencenin önemli bilgiler edinmek için işe yarayabileceği” hakkındaki sorular karşısında işkenceye karşı olduklarını belirtmişlerdir.  (Gronke, Rejali, et al in the Political Science journal PS from July 2010, 437) Aslında, “işkence lehine kamuoyu çoğunluğu ilginç bir şekilde Obama yönetimine altı ay kalana kadar görülmedi” (437) Bu araştırmanın yazarları, ABD kamuoyunun 2001-2009 dönemi işkence hipotezine ilişkin görüşlerini bildirirken işkence kullanımıyla ilgili olarak partizan bölünmesi yaşandığını ileri sürdüler ve kesinlikle işkence görüntülerini tüm medyada görüyoruz.

Halk, sıradan yaşamda şiddetle ıslanmış ve eğlencemiz, hem kadın hem de erkek karakterlerin elinde devlet şiddetinin normale döndürülmesi ile bastırılmış durumda. Geçen yıl Washington’da bulunan ve genel olarak topluma açık ve ücretsiz olan Hirshhorn Müzesi, “Zarar Kontrolü: 1950’den Beri Sanat ve Yoketme” adlı özel bir sergi düzenledi. Bu sergi “yüksek sanat” alanında korkunun “cultura animi”sini etkili bir şekilde işledi. (Afrika kökenli Amerikalı James Byrd, Jr,’ın 1998’de Texaslı 3 beyaz tarafından ölüme sürüklenişini ele alan Christian Marclay’in 14 dakikalık  “Guitar Drag” 2000 adlı sembolik eseri acı vericiydi).

Başka türlü nasıl dünya ile ilgilenebiliriz? Birbirinizi hayal gücüyle nasıl görebiliriz?

Yazar: Laurie Naranch
Çeviren: Gözlem Küçük
Kaynak: hac.bard.edu

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.  


Paylaş

Cemre Yılmaz

ODTÜ Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünden 2015 yılında mezun oldu. Felsefeye, psikanalize, dilbilime, bilişsel bilimlere ilgi duyuyor. Kuramsal kitapların yanı sıra bilimkurgu ve fantastik roman okuru. Film izlemek ve kitap okumak dışında 2014 yılından bu yana Düşünbil, Libido ve Godfather dergilerinde ve Düşünbil Akademi’de genel koordinatörlük yapıyor.