Site icon Düşünbil Portal

Bir fransız psikanalistin bize travma hakkında öğretebilecekleri

Paylaş

Robert, doğduğunda Afro-Amerikanlar tarafından kaçırılan gerçek bir Afrika prensi olduğuna inanan bir travmazede.

Jacques Lacan travmazedelerin tedavi sürecinde sık sık karşılaştığımız bir isim değildir, ama o isimlerden biri olmayı hak eder. Freud’a bir geri dönüş öne süren ve önde gelen Fransız psikanalistlerden biri olan Lacan, Paris’te 1953’ten 1981’e kadar çalışmalarını anlattığı yıllık seminerler verdi. Yazıları kısa ve kendine özgü kelimeleriyle ifade ettiği teorik formüller ile oldukça ağırdır. Lacan bir psikanalist olarak çalışırken, çalışmaları başlarda Birleşik Devletler’de daha çok eleştirel kuramcılar ve diğer akademisyenler tarafından ilgi gördü. Bu durum birkaç becerikli yorumcu sayesinde son zamanlarda değişmeye başladı.

Chicago Psikanaliz Merkezi’ndeki ortak çalışmamız sırasında, bir çalışma arkadaşım travmazedeler ile olan çalışmamı göz önünde bulundurarak bana Annie Rogers’ın The Unsayable (Söylenemeyen) kitabını önerdi. Travma yaşamış çocukları tedavi eden klinik psikolog Rogers, kitabında Ellen olarak adlandırdığı bir kızın tedavisine özellikle odaklanarak kendi çalışmasını ve kendi travmatik çocukluğunu etkileyici bir şekilde yazar. Ellen çocukken yan komşusu tarafından tekrar tekrar saldırıya uğramıştı ve tedaviye başlarken bundan ve genel olarak çoğu şeyden konuşamıyordu. Çalışmaları boyunca Rogers, Ellen’ın en güzel hali çello aracılığıyla ortaya çıkan sesini bulmasına yardım etti. Ellen’ın tedavisi süresince Rogers, Lacan’ın çalışmalarına daldı; Ellen’ın kendini anlaması ve hayatına devam edebilmesine yardımcı olabilecek yolu bu çalışmalarda buldu.

Lacan’ın esas görüşü bizim dile doğmuş olmamızdır; bilinçli ve bilinçdışı düşüncelerimizi yapılandıranın dil olduğudur. Dil, dünyayı deneyimleyişimizi şekillendirir ve dünyamızı anlamlandırır: “Şeylerin dünyasını yaratan kelimelerin dünyasıdır.” Bir bakıma dil ile iç içe geçme durumu travmatik olabilir; aslında herhangi bir travma geçirmemiş olanlar bile gizli arzu ve isteklerini tam olarak dile getirememekle yükümlüdür. Lacan, Rogers’a Ellen’ı dinlemenin yeni bir yolunu öğretti; dil sürçmeleri, tekrarlanan kelimeler, kalıplar ve rüyalar gibi bilincinden sızan bilinçdışı işaretlere dikkat etti.

Lacan, tüm insanların nevrotik, sapkın ve psikotik olmak üzere üç temel psikolojik yapıdan birini paylaştığına inanır (bu terimler oldukça eskidir, ama çok yüklenmeyin). Lacan’a göre, babalar ve baba figürleri çocuk gelişiminde önemli bir rol oynar; çocuğun ve annenin birbirleriyle tamamen iç içe geçmesini önler ve çocuğa dış dünyayı tanıtarak kendi öznelliğini geliştirmesine yardımcı olur. Psikotik bir yapıya sahip olanlar için, bu durum gerçekleşmez; genel olarak dünyadan ayrışmamış ve dünyaya alışmamış şekilde devam ederler, çünkü dış dünyanın talepleri ve anlamlandırma yöntemleri tarafından etkilenmemişlerdir. Psikotik yapıya sahip insanlar; dilin, anlamın kendisinin ve kendi anlamını oluşturma teşebbüslerinin dışına konumlanmıştır. O halde tedavinin amacı, hastanın kendi algı anlamını ve dünyayı anlamlandırma şeklini geliştirmesine yardımcı olmaktır. Lacanyen bir psikanalist olan Bruce Fink, “sanrısal faaliyet bir terapistin müdahalesi olmadan doğal akışına bırakılırsa en sonunda (ki bu süreç yıllar alabilir) Lacan’ın ‘sanrısal metafor’ oluşumuna dönüşür, bu da psikotik kişinin dünyanın ve dünyanın içindeki her şeyin anlamını temellendireceği zeminin başlangıç noktasıdır,” demiştir.

Lacan’ın çalışmalarını Annie Rogers ve Bruce Fink gibi yetenekli yorumlayıcılar aracılığıyla keşfetmek, Robert ile olan çalışmamda radikal bir değişime sebep oldu. Tedavinin başlarındaki çabalarımı Robert’ın hikâyesini peşin hükümlü fikirlerim üzerinden anlamlandırmak için bir teşebbüs olduğunu ancak anlıyorum. Bu çabalar genel olarak boşunaydı; çünkü aynı dilden konuşmuyorduk. Lacan’ın psikoz üzerine düşünceleri, daha az yorumlayıp daha çok dinlememe neden oldu.

Daha çok dinlediğim için Robert’in hikâyesini daha iyi anlayabildim. Kendini esir eden kişilerin çocuk kaçırıp yediğine şahit oluşunu anlatırken, kendi açısından hissettiği dehşetin yanı sıra kendisine yakın olan insanların nasıl onu tek parça ‘tüketmek’ isteyebileceğini hayal ettiğini duydum. Vücuduna sıçan bantlayıp onu okula zorla gönderdiklerini anlattığında pis olmanın utancını, temel ebeveyn bakımına ihtiyacını ve ihmal edilmişliğini duydum. Robert’in bu insanların ona kesinlikle akraba olamayacağına ve ona isim ve doğum hakkı veren başka birilerinin olduğuna inanması, bakıcıları göz önünde bulundurulduğunda oldukça anlamlıydı. Aynı zamanda Robert’in, hikayesini anlamlandırmak ve başkaları tarafından fark edilmesi için çabalarını de duydum. Birlikte çalışmamızın son birkaç ayında, söylediği kişi olduğunu kanıtlayacak asıl doğum belgesini aramakla meşguldü. Bu arayışın ona neden bu kadar önemli olduğunu tasvir etmesine yardımcı oldum; arayışı istediği sonuca ulaşamasa bile hayatının anlamlı ve yaşamaya değer olduğunu fark ettikçe, bu arayışın bir sürü nedenden dolayı istediği gibi sonuçlanmayabileceğini sezdirerek ona alternatif yollar gösterdim.

Robert’in semptomları, birlikte çalışmamız sürecinde azalmaya başladı. Uyarılmasını azaltmak için nefes alma teknikleri ve meditasyon ile uğraştı. Daha iyi uyumaya başladı. Her ne kadar Afro-Amerikanlar üzerine olan inancı tam olarak kaybolmasa da güvende olduğunu, başkaları varken tehdit altında olmadığını hissettikçe bu inancı hakkında daha az konuştu. Birkaç sene sonra birlikte çalışmamız, zihin sağlığı topluluğunun talihsiz bir gerçeği olan sigorta problemleri yüzünden sona ermek zorunda kaldı. Son seanslarımızdan birinde, evine yakın bir parkta yakın zamanda yaptığı bir yürüyüşten bahsetti. O günde veya o sırada hiçbir şekilde dikkate şayan bir şey yoktu; ancak dolanırken daha önce hiç hissetmediği bir biçimde aniden kendi hayatında aktif bir şekilde var olduğunu hissetti. Bir banka oturdu; etrafındaki sesleri dinleyerek, teninde güneşi hissederek, yeşilliğin zevkini çıkararak orada saatler geçirdi. Başlı başına kayda değer bir şeymiş gibi görünmeyebilir; ama düşündükçe ikimiz de sonunda Robert’ın anı daha önce hiç yaşamadığı bir biçimde ‘var’ olarak deneyimlemiş olduğunu fark ettik. Robert dünyada kendi var oluş biçimini yarattı ve bu onu durdurup gün ışığının tadını çıkartacak kadar güvende hissettirdi.

Yazar: Jonathan Foiles
Çevirmen: Sena Yılmazkarasu
Kaynak: Psychology Today


Paylaş
Exit mobile version