Yaşadığımız zaman diliminde olup biteni anlamlandırmak keskin bir zekâ gerektirir. Ancak günümüzde sloganlar ve klişeler bolca kullanılmaktadır. Daha spesifik olmak gerekirse, kuşakları tanımlamak için fazlasıyla klişe sözcükler kullanmaktayız. Herkes, gazeteciler, en çok satan yazarlar, akademisyenler, şarkı sözü yazarları ve “sıradan” insanlar, “X Nesli”, “Y Nesli”, “Milenyum Çocukları”, “DotNet’ler”, “Gen Next”, “Kayıp Nesil”, “Ben Nesli”, “Narsistik Nesil”, “Dijital Yerliler” ve daha nice nesil hakkında konuşmakta.
Filozof Hannah Arendt, basmakalıp sözcüklere ve geleneksel bir biçimde standart hale getirilmiş kelimelere -örneğin, “küreselleşme”, “teknolojik değişim” ya da “kriz” gibi- fazlasıyla bağımlı olmanın düşünce biçimimizde hasar yaratacağı konusunda uyarıda bulunmuş, dilin bu tarz kullanımının görüşümüzü bulandırıp bizi gerçeklikten koparacağını ve aslen olup biteni anlama çabamızı zorlaştıracağını belirtmiştir.
1961 senesinde Eichmann’ın insanlığa karşı işlediği suçlardan yargılanmasını izleyen Arendt, onun tanık sandalyesinde otururken, görevde olduğu zamandaki gibi, klişelere bağımlı bir dil kullandığını ve bunun ürpertici ve gülünç bir etki yarattığını gözlemlemiştir. Arendt’e göre Eichmann, bağımsız ve eleştirel düşünme becerisinden yoksun olduğu ve rutin durumları idame ettirecek temel düşünme becerisine sahip olmadığı için bu dili kullanmaktaydı.
Benzer bir uyarıyı George Orwell da “çiftdüşün” ile yapmıştır. Net bir karşılığı olan kelimelerin nasıl “kötü” anlamda kullanılabileceğini, anlamı belirsiz kelimelerinse düşüncelerimizi bulandırıp görüşümüzü değiştirecek şekilde nasıl manipüle edebileceğini göstermiştir.
“Kuşak” tanımı genellikle belirli bir zaman aralığında doğanlar için kullanılır, örneğin “Baby Boomers” tanımı 1945-65 seneleri arasında doğanlar için kullanılırken, “Milenyum nesli” tanımı 1980 sonrası doğanlar için kullanılır. Buradaki temel fikir belirli bir neslin üyelerinin aynı psikolojik arka plana, tavır ve inançlara sahip olduğu ya da benzer davranışlar ve yaşam biçimleri sergiledikleri yönündedir.
Genellemeleri aşmak
Aynı zaman diliminde doğan bir grup insan hakkında, yalnızca bu ortak özelliklerini temel alarak anlamlı bir yorum yapabilmemiz mümkün müdür? Arendt ve Orwell’ın söylediklerine göre, kuşaklardan bahsederken dilimizi ve düşüncemizi zedeleyen bir şekilde konuşmaktan kaçınmamız daha uygun olur. Öte yandan, kuşaklardan bahsetmenin anlamlı olabileceğini belirten çeşitli görüşler de vardır.
Alman sosyolog Karl Mannheim, “The Problems of Generations” isimli makalesinde bunun nasıl yapılabileceği konusunda bir ipucu vermiştir. Mannheim, kuşaklar konusunda sosyolojik bir anlatım geliştiren ilk modern kuramcılardandır. Bu şekilde, Marksist ve toplumsal değişim hakkındaki geleneksel fikirlere alternatif bir yorum getirmeyi amaçlamıştır.
Mannheim, zamanı içsel ve öznel bir deneyim olarak görmüştür. Bu görüş, farklı sosyal, kültürel ve coğrafi olayların sonucunda şekillenen bakış açımızın çeşitliliğinin tanınmasını ve değerlendirebilmesini sağlar. “Kuşak” tanımını ise, tarihin belirli bir döneminde yaşayan ve bu dönem içerisindeki savaşlar, devrimler, ekonomik gelişmeler gibi önemli olaylara birlikte tanıklık eden yaşıt topluluklar arasındaki sosyal konum ve dinamik etkileşim olarak görmüştür.
Bu bakış açısına göre “kuşak”, karakteristik arzu, fikir ve deneyimleri büyük olayların etkisiyle şekillenen yaşıt insan topluluklarına atıfta bulunan bir sözcüktür. Yani “kuşak” tanımı, tarihi olay ve eğilimlerin etkisiyle şekillenen dünyaya olan yaklaşımımızı belirleyen bir bilince yapılan bir atıftır. Bu tanım, kuşakların birbirinden farklı olmasının sebebini ve değişimin nasıl ilerlediğini anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Mannheim aynı zamanda her kuşağın içinde ayrıksı, muhalif bir “kuşak birimi” olduğu fikrini öne sürmüştür. Bu kuşak birimleri, üyeler arasında bir bağlılık hissi oluşturur ve kuşak üyelerini birbirine bağlar.
Kuşak birimleri fikri günümüzde olup bitene anlam verebilmemize yardımcı olur. Bu anlayış, bakış açılarını şekillendiren seneleri ve tarihi olayları eş zamanlı deneyimleyen bireylerin, bu olayları aynı şekilde yorumlamak ve deneyimlemek zorunda olmadığı fikrini de teşvik eder. Örneğin 1800’lerin Napolyon savaşları döneminde büyüyen Almanlar, bu deneyimin sonucunda farklı bakış açıları kazanmışlardır; bazıları liberal olmuştur bazılarıysa romantik muhafazakâr.
Mannheim her kuşakta görüş birliğiyle olduğu kadar görüş farklılıkları ve görüş ayrılıklarıyla da şekillenen grupların olduğunu fark etmiştir. Mannheim’ın kitabından bir sayfa almak genç bireyleri ve değişimi anlamak için yararlı bir başlangıç noktası sağlar.
Tarihi olaylar zamanı ve hayatı şekillendirir
Büyük ölçekli ve yıkıcı etkili tarihi olaylar, ömrü bu olayların olduğu zaman dilimine denk gelen insanların hayatını etkiler ama bu etki herkesin üzerinde aynı şekilde olmaz.
Günümüzde olanları anlamak için belirli bir şablon dâhilinde gerçekleşen geniş ölçekli olayların yarattığı etkinin farkında olmalı, bu etkilerin seçimlerimizin yolunu nasıl kestiğini ya da önünü açtığını, kapasitemizin gelişmesine nasıl yardımcı olduğunu ya da onu nasıl engellediğini görmeliyiz. Aynı zamanda fenomenolojik entelektüel geleneklerin anlam ve bakış açılarına getirdiği yeni anlayışların da farkına varmalıyız.
Bunu akılda tutarak, sosyo-tarihsel zaman içerisindeki konumumuzun, oluşumuzu biçimlendiren deneyimlerin parametrelerini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Böylece kim olduğumuzu, neye dönüştüğümüzü ve nasıl davrandığımızı belirleyen gelişmeler konusunda bilgi sahibi oluruz.
Yani, her kuşak kendi tarihi bilincine, kendi zamanının ruhuna sahiptir. Bu ruh, dünyaya yaklaşımımızı belirleyen dönemin tarihi olaylarının ışığında şekillenir. Belli nitelikleri ve toplumsal sınıflandırmanın bulanık tabiatını da göz önünde bulundurarak, kuşaklar hakkında anlam ifade eden şeyler söylemeye başlayabiliriz.
Yakın zamanda gerçekleşen üç tarihi olay -neoliberalizmin yükselişi, dijital devrim ve küreselleşme- 1970’lerin sonundan bu yana, daha önceki on yıllara göre önemli ölçüde farklı koşullar yaratan küresel bir ortamı karakterize etmiş, o zamandan beri doğanların hayatlarına dokunmuş ve onları şekillendirmiştir.
Yine de, kuşaksal etkileri genellemenin de belirli bir sınırı vardır. Olan bitenin farkında olmak ve durumun karmaşıklığıyla ayrıksılığının bilincine varmak için belirli durumları anlama kapasitemize ve daha detaylı analizlerimizi genellemelere kurban vermemek için gösterdiğimiz iradeye bağlıdır.
Yazar: Judith Bessant
Çeviren: Sezen Kiraz
Kaynak: The Conversation
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.