Düşünbil’in okurlarına özel olarak hazırladığı bu 10 kitap yalnızca başucunuzda veya kütüphanenizde değil zihninizde de yer kaplayacak ve ufkunuzu alabildiğine açacaktır.
1- Var Olma Eğilimi, Emil Michel Cioran, Metis Yayınları
Hayat için öldürücü, özü itibarıyla tahrip edici olan bir bilgi vardır. Bu kitaptaki metinler işte bu bilgiden yola çıkıyor ama aynı zamanda ondan kopuyor; kendilerini bir dizi şaşkınlık ifadesi, bir kasılmanın anlatımı olarak sunuyorlar. “Olmak” ile “bilmek” arasında kalan yazar sonunda olmayı seçiyorsa, kendisine karşı, kendi kesinliklerine karşı düşünmeye idmanlı olduğu için seçiyor: Kasılmayı bu defa kendi içine, ta en derinine yerleştiriyor.
“İkide bir ‘mutlak’ı karşımıza diktiğinizde, kendinize çok derinmiş gibi, ulaşılmaz bir hava veriyorsunuz, sanki uzak bir dünyada, bir ışıkla size ait karanlıklarla uğraşıyor gibisiniz. Sizin dışınızda hiç kimsenin yaklaşamayacağı bir krallığın majestelerisiniz. Biz ölümlülere, orada yaptığınız büyük keşiflerden birkaç parça, araştırmalarınızdan kırıntılar gösterirsiniz. Ama bütün çabalarınız; okumalarınızın, bilgiç züppeliğinizin, kitabi hiçliğinizin ve ödünç tasalarınızın ürünü olan bu zavallı ‘mutlak’ sözcüğünü terk etmekle sonuçlanır.”
2- Delilik Nedir?, Darian Leader, Çevirmen: Barış Engin Aksoy, Encore
Harold Shipman’ı düşünün mesela. 250’den fazla cinayet işlemiş, ama yıllarca saygın bir hekimolarak görev yapıp insanların takdirini kazanmıştı. … Tıp alanındaki en güncel araştırmalardan haberdardı, tutulan ve yoğun çalışan bir muayenehane işletiyordu. Nazik ve düşünceli bir insan, mükemmel bir dinleyiciydi. Fakat bir yandan da pek çok hastasını özenle öldürmekteydi. Psikiyatristler tarafından muayene edilirken, bariz “akıl hastalığı” emarelerinden hiçbirini göstermemişti.
Psikanalist Darian Leader bu kitapta gayet “normal” görünen, ama günün birinde ağır suçlar işleyebilen insanları inceleyerek deliliğin ne olduğuna dair bakışımızı değiştirmemiz gerektiğini savunuyor.
3- İnsanın Anlam Arayışı, Victor E. Frankl, Okuyan Us Yayınları
Okurlar, Frankl’ın tasvir ettiği toplama kampının, dünyayı daha büyük bir hapishane olarak kavramamızı sağlayacak parlak bir metafora dönüştüğünü fark edecektir. Gasset, Heidegger ve Sartre’dan aşina olduğumuz düşünceler ışığında, varoluşun çetin koşullarında “anlam”ı keşfetmemize yardım edecek süreci anlatan Frankl, “İnsanı insan yapan nedir?” sorusuna da yanıt vermeye çalışıyor…
“Gerçekten ihtiyaç duyulan şey, yşama yönelik tutumumuzdaki temel bir değişmeydi. Yaşamdan ne beklediğimizin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan şeyin yaşamın bizden ne beklediği olduğunu öğrenmemiz ve dahası umutsuz insanlara öğretmemiz gerekiyordu. Yaşamın anlamı hakkında sorular sormayı bırakmamız, bunun yerine kendimizi yaşam tarafından her gün, her saat sorgulanan birileri olarak düşünmemiz gerekirdi. Yanıtımızın konuşma ya da meditasyondan değil, doğru eylemden ve doğru yaşam biçiminden oluşması gerekiyordu. Nihai anlamda yaşam, sorunlara doğru çözümler bulmak ve her birey için kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğunu almak anlamına gelir.”
4- İnsan Olmak, Engin Geçtan, Metis Yayıncılık
Son yirmi yılın dünyasındaki sosyal ve maddi değişimler düşünülürse, kirpilerin birbirine daha da çok ihtiyaç duyduğunu, her kirpinin bu ikilem karşısında kendi cevabını bulması gerektiğini, tam da bu yüzden İnsan Olmak’ın bugün daha da güncel olduğunu söyleyebiliriz.
5- Akademik Aklın Eleştirisi, Pierre Bourdieu, Çevirmen: P. Burcu Yalım, Metis Yayıncılık
6- Beynin Gölgeleri, Saffet Murat Tura, Metis Yayıncılık
“Öznellik problemine ayırdığımız bu uzun tartışmanın sonunda nöro-biyolojik (nöro-bilimsel), nörolojik ve psikiyatrik olgu durumlarına dayanarak şunu söylemiş oluyoruz: naif gerçekçi tutumumuzda diş ağrımızı, şu masanın üstündeki kırmızı domatesi, bilincimizi, bedenimizi, uzayı, uzak yıldızları, başka insanları, ağaçları ‘ben’ duygumuzu ve daha pek çok şeyi içeren bu dünya, beyinde onu kuran nöral faaliyetlerle ontolojik olarak özdeş fenomenal bir dünyadır. Beyin bir özne değil de biyolojik bir organ olduğundan kurucu öznesi olmayan ve fiziksel gerçekliği kendi sunum biçiminde temsil eden bu fenomenal dünya özdeş olduğu nöral faaliyetler üzerine hiçbir fiziksel-nedensel etkiye sahip olmadığı için epifenomenaldir. “
7- 101 Felsefe Problemi, Martin Cohen, Çevirmen: Elçin Gen
İş Bankası Kültür Yayınları
Buna kuşkunuz olmasın. Bu sayfalarda, gerçekten önem taşıyan bütün felsefe problemlerini bulacaksınız. (Gerçi birkaç tanesi önemli olmayabilir.) Açıklamalar kısa ama öz; “hikâyelendirme” denen (her geçen gün saygınlığı artan) yöntem, tartışmalara hem renk katıyor hem de anlaşılır olmalarını sağlıyor. Anlatımda, akademisyenlerin pek düşkün olduğu teknik jargondan eser olmamakla birlikte, fikirlerden veya sorunlardan hiçbir şey eksilmiyor.”
8- Fransız Felsefesinin Macerası, Alain Badiou, Çevirmen: P. Burcu Yalım, Metis Yayıncılık
9- İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Louis Althusser, Çevirmen: Alp Tümertekin, İthaki Yayınları
Karl Polanyi, “yoksulluk” toplumda süren “doğa”dır, demişti. Çoktandır sadece kendilerini ve kendileri gibi düşünenleri ideolojinin dışında, başkalarını da daima ideolojinin içinde gören siyasi, felsefi, dini, ahlaki, kültürel ve etnik kamplarla kuşatılmış haldeyiz. Üstelik her meselede sadece kendilerini haklı başkalarını haksız, kendilerini iyi başkalarını kötü, kendilerini doğru başkalarını yanlış görmekteler. Güzellik ise sadece onlara has, başkaları çirkin de üstelik… Ve en kötüsü, aynı/özdeş olanı dost ve başka/farklı olanı daima (inkar ve asimilasyon işe yaramadığında) imha edilmesi gereken düşmanlar olarak görüyorlar, tıpkı “doğa” durumunda olduğu gibi! Althusser, işte bunun, yani ideolojinin neden, nasıl ve niçinini anlatıyor, belli ki kimsenin okuduğu yok bu kitabı!
10- Kötülüğün Sıradanlığı, Hannah Arendt, Çevirmen: Özge Çelik, Metis Yayıncılık
Yahudi soykırımı nasıl oldu? Neden oldu? Neden Yahudiler? Neden Almanlar? Diğer devletlerin rolü neydi? Müttefikler bundan ne ölçüde sorumluydu? Yahudi liderler kendi insanlarının sonunu hazırlayanlarla işbirliği yapmaya nasıl yanaşmışlardı? Yahudiler neden kendi ayaklarıyla ölüme gitmişlerdi? Ülkemizde özellikle totalitarizm üzerine çalışmalarıyla tanınan ünlü Alman filozof ve siyaset bilimci Hannah Arendt bu sorular doğrultusunda, Nazi Almanyası döneminde milyonlarca Yahudinin toplama kamplarına, ölüme gönderilmesinden sorumlu SS yetkilisi Karl Adolf Eichmann’ın Kudüs’teki yargı sürecini ele alıyor.
Yahudi soykırımının mimarı olarak sunulan Adolf Eichmann’ın sadist bir canavardan ziyade, normal, hatta korkutucu derecede normal bir insan olduğuna dikkat çeken Arendt, özellikle düşünme ve muhakeme yetisinin kaybolmasıyla birlikte kötülüğün nasıl sıradanlaştığını vurguluyor. Eichmann duruşmasından yola çıkarak, insanlık tarihinin dönüm noktalarından birini ve bu dönemde yaşanan toptan ahlaki çöküşü gözler önüne seriyor.