Site icon Düşünbil Portal

Darwin ve ahlaki zekâ üzerine

Paylaş

Vincent di Norcia zihinsel güçlerini Darwin’in ahlak teorisini yorumlamak için kullanıyor.

Bir ya da birkaç biçimde başlayan yaşamı böyle anlayan ve bu gezegen, çekimin değişmez yasasına göre dönüp dururken, böylesine basit bir başlangıçtan en güzel, en olağanüstü biçimlerin evrimleşmiş ve evrimleşmekte olduğunu kavrayan bu yaşam görüşünde gerçekten ihtişam vardır.” 

Charles Darwin, Türlerin Kökeni, syf. 470. 

Ahlaki kavramlar, toplumsal yaşamın kısmen yapısal ve somutlaştırılmış biçimleridir.”   

Alasdair MacIntyre, Ethik’in Kısa Tarihi, syf. 1. 

Darwin, (doğa tarihi açısından), MacIntyre’nin, ahlakın sosyal hayatla bağlantısı hakkındaki içgörüsüyle ilintili, evrimsel bir ahlak anlayışına sahipti. Bu makalede, İnsanın Türeyişi’nde Darwin’in, ahlak duygusunun sosyal içgüdüler ve iyi gelişmiş zihinsel güçlerin bileşiminden evrimleştiği teorisini nasıl savunduğu gösterilecektir. Eğer böyleyse, ahlak bilimcilerin Darwin’in görüşlerine daha fazla kulak vermeleri ve buna karşılık, ahlaklılığı natüralist doğrultuda yeniden düşünmeleri gerekecektir. Sonuç, ahlaki zekâya dair zengin bir kavram olabilir (Bütün tanımlanmamış sayfa referansları İnsanın Türeyişi, Princeton Yayınları, 1981’den alınmıştır.)   

Sosyal içgüdüler
Darwin, toplumsal içgüdülerin “insanoğlunun ahlaki yapılanmasının ana ilkesi” (syf. 106) olduğunu yazmıştı. Ahlak duygusu “aslında toplumsal içgüdülerden doğmuştur; çünkü başlangıçta her ikisi de yalnız umumla (kamuyla) ilgilidir.“ (syf. 97). Darwin, biz insanların sosyal hayvanlar olduğumuza ve ahlak duygumuzu evrimsel primat atalarımızdan aldığımıza dair kapsamlı deliller sunmuştur. 

Darwin, toplumsal içgüdülerin “Çok sayıda hafif, ancak yararlı değişimler” yoluyla evrimleştiğini savundu. (Türlerin Kökeni syf. 223). Gruplar halinde yaşamak, yalnız varoluşa kıyasla hayatta kalma olasılığını arttırır. Bazı zamanlar, diye itiraf eder; “belirli toplumsal içgüdülerin nereden kaynaklandığını-doğal seleksiyonla mı kazanıldığını; duygudaşlık, sağduyu ve örnek alınma gibi başka içgüdülerle mi edinildiğini ya da ‘uzun süren bir alışkanlığın’ sonucu mu olduğunu-belirlemek olanaksızdır.” Ayrıca, farklı içgüdülerin farklı derecelerde mukavemeti vardır– fakat toplumsal içgüdüler diğer birçoklarına göre daha güçlü ve daha kalıcıdır.

Darwin, toplumsal içgüdülerin, içgüdüsel davranışlar gibi olmadığını söyler; bu da demek oluyor ki, bunlar, bir kuşun göç etme ya da yuva yapma dürtüsünden farklılar. Bununla birlikte, ‘bir gruba dahil olma eğilimi yüksek hayvanda doğuştan olabilir,‘ diye ekler. Buna kanıt olarak da ‘birçok hayvanın türdeşlerinden uzun süre ayrı kaldıklarında mutsuz olduklarını gözlemlediğini’ söyler: “Bunu da insanın yalnızlıktan hoşlanmamasından ve kendi ailesi dışında da toplumda bulunmayı istemesinden anlıyoruz.”(syf. 84). “Böyle içgüdülerden kesinlikle yoksun bir insan, doğal olmayan bir aykırı-yaratık (canavar) olurdu.” (syf. 90)    

Ahlak duygusu
Darwin, ahlak duygusunun “toplumsal yaşamdan fayda sağlayacak hayvanların diğerleriyle birlikte yaşamasına yol açmak için öncelikli olarak geliştiği”ni iddia etmişti. (syf. 80.) Bu, “temelde, toplumsal içgüdülerle özdeş”tir (syf. 98). Dahası, Darwin, “Kısa ama buyurucu yükümlüsün sözcüğü”nü sadece Kant felsefesine ait bir ödev duygusu olarak değil fakat aynı zamanda, bir içgüdüyü, doğuştan gelen ya da edinilmiş, yansıtma aracı olarak yorumlamıştır. Bu ahlak duygusu, esas olarak faydacıdır; en büyük mutluluk ilkesini yansıtır ve bu durumda, genel toplumsal menfaatlere yöneliktir. 

Üstelik, zamanla, “insan gitgide, sadece türdeşlerinin refahını değil, aynı zamanda mutluluğunu da önemsemeye” (syf. 103) başladı. Toplumsal faydacılık diye ekledi Darwin, “eski acı ve zevk durumlarının güçlü hafızası” gibi psikolojik faktörlerce pekiştirildi; ki bunlar insanların diğerlerinin zevklerine katılmalarına, acılarını umursamalarına, aşk ve sempati gibi sosyal duygular geliştirmelerine yardımcı oldu. Darwin’in faydacı toplumsal etiği, yararlı sonuçların önemini vurgulamada, güdüler ve niyetler gibi öznel etmenlerden hem istifade eder hem de bunların ötesine geçer.      

Darwin, “Ahlaksal kültürün erişilebilen en yüksek aşamasının düşüncelerimizi denetlememiz ve geçmişimizi güzelleştiren günahları yeniden düşünmeyi içten isterken değişmememiz gerektiğini kabul ettiğimiz an” olduğunu belirtirken bir an için tipik idealizme kapılır (syf. 101). Fakat bununla, diğergamlığının özü, tabiatçılığı ya da faydacılığını bir kenara bırakırsak, asla uzlaşmaz. Bununla birlikte, ahlaklılık belirli zihinsel yetilerin varlığını gerektirir. (aşağıya bkz.)

Ancak ahlâki anlam sosyal içgüdülerden nasıl türedi? Diğer yandan, ahlakın toplumsal içgüdülere yakınlığı, ahlakın da doğuştan olduğunu ortaya koyacaktır; Fakat Ruse’nin “Bizler ahlâklıyız, çünkü genlerimiz … bizleri ahlâklı olmak hakkında bir sürü düşünceyle dolduruyor,” şeklindeki bakış açısı abartılmış görünüyor. (Ruse, in Evolutionary Ethics, Nitecki & Nitecki, syf.148).

Darwin ahlak duygusunun kalıtsal ve evrimsel olarak aktarıldığını görmüştü. Fakat ahlaki davranış aynı zamanda toplumsal onaydan da geniş ölçüde etkilenir. Herbert Spencer’ın “ İnsan ırkının, yararlılık konusundaki bilgilerini geçmiş bütün kuşaklarıyla (birlikte) düzenlediği ve birleştirdiği” görüşüne atıfta bulunur ve ahlaklılığın “alışkanlık, yararlı deneyimi, öğretimi ve örneği sürdürmekle” ilk öğrenilen değer olduğunu da ekler (syf.102, cf Aristotle: Ethics, II.6). Gerçekten de ahlaki eylemlerin tekrar tekrar gerçekleştirilmesi diye yazar Darwin, onları bir içgüdüden ayırt edilemez hale getirecektir. Fakat bu Lamarkiyen açıklama, doğal seleksiyonun temel ilkesiyle uyumlu değildir.

İnsan kültürleri ve hayvan türlerinin herbiri farklı ahlak anlayışlarını takip eder, ancak eğer işbirliği mümkün olursa, ‘en önemli’ sosyal erdemlerin uygulanması gerekir. Darwin, daha yüksek, toplumsal erdemlerle daha düşük, ‘kendi kendine ilişkin’ erdemler arasında ayrım yapmıştır. Bireylerin arzularını başkalarının iyiliğine (menfaatine) müdahale etmedikleri müddetçe, tatmin edeceklerini kabul etmiştir (syf. 93). Ahlak, suç davranışlarını ve toplumsal çatışmayı azaltarak toplumu mümkün kılar diye açıklamıştı Darwin:

 “Öldürme, hırsızlık, hainlik vb yaygın olsa idi; hiçbir kabile dağılmaktan kurtulamazdı; bundan ötürü, böyle suçlar, aynı klan içinde bağışlanamaz alçaklık olarak nitelenir; ancak boy dışında böyle algılanmaz” (syf. 93)   

Gerçekte, insanlar, yüksek riskli etkileşimlerden ve tehdit edici durumlardan kaçınmaya eğilimli oldukları için, yüksek suç ve şiddet bölgelerinde sosyal yaşam kaybolmaya mahkumdur. Ahlak duygusu, başkalarına zarar vermeyi yasaklarken ve cezai davranışı kınarken ve cezalandırırken,  riskleri azaltır ve birlik olmayı teşvik eder. Ahlak duygusu, bu tür “ahlaki taarruz” ların yardımıyla karşılıklı fedakarlığın yaygınlaşmasını sağlar. Sonuç, normal işleyen sosyal yaşamda şiddet ve suç oluşturan eylemlerin nispeten nadir görülmesidir. Nitekim, adalet ve doğruluk duygumuz, sosyal olarak etkileşimli bir ahlak duygusunca desteklenen karşılıklılığın evrimsel bir sonucu olabilir. İster istemez, sosyal hayat düşük riskli olmalıdır. Sosyal hayvanlarda saldırgan davranışların görülme sıklığı Hobbescu, köhne, sözde “doğal” savaşcılık eğilimi efsanesinin öngördüğünden çok daha düşüktür. Günlük sosyal hayatın sayısız barışçıl etkileşimlerinin gerçekleşme oranı, en temel gözlemin bile gösterdiği gibi şiddetli saldırgan davranışların sıklığından çok daha ağır basmaktadır.

Darwin’e göre, ahlak, fedakarlıktır. Robert Trivers, fedakarlığı (faille) “yakından ilgili olmayan başka bir organizmaya fayda sağlayan davranış” (Natural Selection and Social Theory, syf.18-19) şeklinde tanımlar. Darwin, bireylerin grubun refahı için hayatlarını riske atacağını ve eziyete katlanacağını hissetmişti. İlk başta maliyetli olmakla birlikte, fedakarlığın uzun vadede failin menfaatine olduğunun farkına varmak önemlidir. Nitekim, failin ahlaklı davranmaktan menfaat sağlamadığı bir ‘aşırı-fedakarlık’ durumu ne sürdürülebilirdir ne de akıllıcadır. Özveri içeren aşırı-fedakarlık, aynı bencil egoizm, hilekarlık ve şiddet gibi, sosyal etkileşimi ne teşvik eder ne de ödüllendirir. Toplumsal ilişkiler, böylesi sert, cezalandırıcı temellerden ortaya çıkamazlardı, bu nevi esaslarla sürdürülemezlerdi ve (yapmış oldukları gibi) geçerliliklerini koruyup evrimleşemezlerdi. Ortaya çıkan tüm aşırı-fedakar sosyal hayvanların nesli yakında tükenecektir. Bundan da anlaşıldığı gibi, aşırı fedakarlık uygulanabilir veya akılcı bir sosyal seçenek değildir. Fedakarlık, müşterek olmalıdır.

Karşılıklılık
Sosyal hayatın sürdürülebilir olması için fedakarlığın karşılıklı olması gerekir ya da, sürdürülebilirlik için, sosyal etkileşimler bütün toplumsal faillerin çıkarına olmalıdır. Bununla birlikte, karşılıklı ilişki, akıllı bir fedakâr failin karşılıklı avantaj beklentisi inanılır olduğu sürece acil yada zamana yayılmış olarak, spesifik veya genel, eşitsiz yada eşdeğer olabilir. Bu durumda, menfaatlerdeki eşdeğerliği değerlendirmek için ahlaki zekâ gereklidir. Bu değerlendirmede, karşılıklı fedakarlık yalnızca ahlaki olarak zekice değildir, sürdürülebilir sosyal sembiyoz (ortak yaşam) için de bir reçete sunmaktadır.

Karşılıklılık hem aktif hem pasif şekillere bürünür. Her ikisi de toplumsal yaşamın devamlılığı için gereklidir. Pasif karşılıklılık, kimsenin zarar görmediği veya tehdit edilmediği sosyal etkileşimler anlamına gelir. Etkili bir ahlaki kuralla yaratılmış düşük riskli, düşük suç esası üzerine kuruludur; başkalarına zarar vermeyi yasaklayan ahlaki normları güçlendirir. Böylelikle, şehir sokaklarında, otobüslerde, trenlerde ve diğer sosyal alanlarda anonim yabancılarla birlikte, tehditkar olmayan bir yaşam sürmenin asgari, sessiz ahlaklılığına şahit oluruz. Sosyal hayat, bu asgari derecede ahlaklı davranışın (pasif olarak) karşılık bulduğu ölçüde barışçıl ve tehditkar olmayan bir hal alır.

Fakat sosyal yaşamın gelişmesi, yaygınlaşması ve sürmesi için insanlar bir arada var olmaktan ve başkalarıyla etkileşimden kazançlı çıkmalıdırlar. Etkin, karşılıklı yarar sağlayan karşılıklılık gereklidir. Şu andan itibaren ‘karşılıklılık’ dediğimde, karşılıklı yarar sağlayan bu olumlu anlamı kast edeceğim. Bu şekilde tanımlanan karşılıklılık çok sosyal davranışta belirgindir: cinsiyet, dostluk, yemek, iş, iletişim, oyunlar, müzakereler, siyaset ve ticaret. İyi huylu etkileşimin faydaları kaçınmanın faydalarından daha ağır bastığından, aktif karşılıklılık ortaya çıkmakta ve kısa zamanda yayılmaktadır. Karşılıklı yarar sağlayan, fedakar sosyal etkileşimler, diğerleriyle etkileşimi güçlendirir. Bunlar, toplumsal uyum ve süreklilik için sağlam bir kuvvettir ve karşılıklı tehdit ve çekişmeye göre evrimsel olarak daha sürdürülebilirdir.

İhlalleri cezalandırmada, ahlaki saldırganlığın da yardımıyla, Mahkumun ikilemi olarak adlandırılan bir çözüm önerir; ki bu çözümde fedakarlık karşılıklı değildir: Diğer kişi tehditkar veya bencilce davranana kadar barışçıl veya tamamen fedakarca davranın. Sonra iyilikle karşılık verin ve ihlalleri cezalandırın. Bu sonuncusu, karşılıklılığın negatif bir şeklini teşkil eder. Ancak, barışçıl etkileşimi mümkün olan en kısa sürede yeniden tesis etmeye çalışmalıyız, zira biz mahkum değiliz akıllı toplumsal aktörleriz.

Örneğin ticaret, aktif olarak çift yönlü, karşılıklı yarar sağlayan bir değiş tokuş ilişkisidir. Bu milenyumda, İpek Yolu gibi ticaret yolları ve Akdeniz gibi bölgeler, çeşitli halkları bir araya getirdi. Ticaret, iş bölümü ve kişisel mülkiyet haklarıyla birlikte barışçıl, müreffeh bir toplumun temellerini atmaktadır. Matt Ridley’ye göre, ticaret muhtemelen ahlakın kökeninde yatar. (The Origins of Virtue, Ch. 2).

Karşılıklılık içinde var olan ana ahlak normu Altın Kural’dır: Kendine yapılmasını istediğin şeyleri başkasına da yap ya da tersi. Darwin, sosyal içgüdülerin ve ahlak duygusunun (insanları) doğal olarak Altın Kural’a götürdüğünü savundu (syf. 106). Herkesten karşılıklı olarak fedakar yanıtlar ister, etkileşimin tüm ortaklara faydası olur ve böylece o da ahlakın özünü (bünyesinde) cisimleştirir.

Fedakar davranış başkalarında ne kadar karşılık bulursa, sosyal etkileşim, akraba ve komşular arasında olduğu kadar yabancılar arasında da bir o kadar yayılır ve sürekli hale gelir (Aslında, tam olarak çift yönlü yarar sağlayan karşılıklılık, daha çöpçü balıklar ve ev sahibi balık gibi farklı türler arasında da ortaya çıkar. Darwin, ahlakın, sosyalleşmenin ve zekânın bir araya getirilmesinin, bireylerin “toplumsal içgüdülerini ve sempatilerini” akrabalarının ötesinde tüm ulusların ve ırkların halklarına açmasını sağladığını savundu. Karşılıklılık ve ahlaki tanımanın yaygınlaşması, tarihte ahlaki ilerlemenin nadir bir örneği olabilir. 

“Ama insanın zihinsel gücü giderek arttıkça… duygudaşlıkları gitgide daha da hassaslaşıp, her ırktan insanı, toplumun aptal, sakat ve öteki yararsız üyelerini ve en sonunda da aşağı hayvanları kapsayayacak ölçüde genişledikçe, ahlak standartları da giderek [daha çok] yükselmiştir..” (syf.103).

Karşılıklı fedakarlık ortaya çıkması için birkaç ön koşul vardır: uzun ömür, uzaysal yakınlık, karşılıklı bağımlılık, karşılıklı savunma, ebeveyn bakımı ve hakimiyet hiyerarşisi. Küçük toplulukların uzaysal yakınlığı ve zamansal süreklilik, örneğin hem toplumsal etkileşimi hem de ihlalcileri ve hilekarları tespit etmeyi ve cezalandırmayı kolaylaştırır. Ancak modern zamanlarda teknoloji ve kültür, insanların daha hızlı iletişim imkanlarının da yardımıyla, nüfusça artmalarını ve bölgesel alanlarını da genişletmelerini sağladı. Böylelikle, bir kimsenin barış içinde yaşayabileceği grupların sayısı gibi, ahlak duygusunun gerektirdiği entelektüel güçler de artış gösterdi.

Ahlaklılık ve zekâ
Darwin’e göre, ahlak duygusu, kapsamlı zihinsel güçler gerektirir:

“Aşağıdaki öneri – çok belirgin toplumsal içgüdüleri olan bir hayvanın, zihinsel yetileri insanınki kadar yada daha aşağı yukarı insandaki kadar gelişir gelişmez,zorunlu olarak bir ahlak duygusuna yada vicdana ulaşması-bana oldukça muhtemel görünüyor.” (syf. 71-72)

“Vicdan”ın “İnsan ile aşağı hayvanlar arasındaki en önemli fark” olduğunu söyler. (syf. 70)

Yine de, köpeklerin bir vicdanı olabileceğini söyler (syf. 78). Aslında, insanın ve yukarı hayvanların zihinleri arasındaki fark ne kadar büyük olursa olsun nitel değil kesinlikle nicel bir farktır (syf. 83). Birkaç sayfa sonra  bu noktayı vurgular. Standart ahlaklılık, “insanın zihinsel gücü gittikçe arttıkça, eylemlerinin daha uzak sonuçlarını kestirmeye güç yetirir duruma geldikçe, zararlı törelerden ve boş inançlardan sıyrılma, alışkanlıktan yararlı deneyimi öğretimi ve örneği elde etme yetisi kazanır. ” (syf.103). Dolayısıyla, ahlaki davranışların tümü kasıtlı olmak zorunda değildir: aynı zamanda alışılagelmiş ve hatta dürtüsel olabilirler.

Ahlakî zekâ,  zengin bir zihinsel güç maiyeti talep eder; zira ahlaki bir varlık “geçmişi ve gelecekteki eylemlerini ya da sebeplerini karşılaştırma, bunları onaylama ya da reddetme yeteneğine ve aynı zamanda değişen koşullara ayak uydurma yetisine” sahiptir (syf. 88). Darwin aynı zamanda diğer zihinsel güçlerden de bahseder: Hafıza, öngörü, değerlendirme, yansıtma, kendinden komuta, öğretimden öğrenme, örnek, dürtü ve gelişim alışkanlıkları. Dilsel ve matematiksel yeterlilikler, ahlaki kararlarla ilgili “karmaşık düşünce silsilelerini” takip etmek için gereklidir. Onur, utanç, sempati, kişisel ilgi, güzellik ve diğer doğal duygular gibi duygular da etkindir.Vicdanın ‘içe dönük gözlemi’, çoğunlukla, yanlıştan doğan pişmanlık duygusu üzerinden işler (syf. 91). Sadece büyük bir beyin ve zengin, sofistike bir zekâya sahip bir hayvan sosyal etkileşim, kendini fark etme, soyutlama gibi insani güçleri ve dolayısıyla eşit derecede zeki bir ahlak duygusunu geliştirebilir.

Darwin’in Ahlaklılık anlayışı
Darwin’in ahlaki anlayışı teorisi, toplumsal içgüdülerle yakın ilişkisi ve talep ettiği kapsamlı zihinsel güçlerle dikkatlice tartışılmış ve kapsamlı çalışmalar ve gözlemlere dayandırılmıştır. Bir kimsenin sonuçlandırmasına yol açtığı ahlak duygusu, sadece evrimin bir ürünü değildir, aynı zamanda nesnel düzgüsel bir etiğe de işaret eder (doğru ve yanlışa dair pratik bilgi). Ahlak duygusu, toplumsallık gibi kalıtsalsa, derin ahlaki bir kurala atfedilebilir bir nevi yatkınlık da olabilir. Bu derin kural, hayatta kalmayı, üremeyi ve kendinin, başkalarının, kendi topluluğunun ve yaşam ortamının esenliğini önemsemek gibi birkaç genel etik ölçüyü ve karşılıklığa meyili kapsayacaktır. Asgari bir objektif kuralcı etik oluşturduğu söylenebilir.

Böylesi evrimsel temele dayanan derin bir ahlaki kural, evrimsel uyarlamaların ya da avantajların belirli ahlaki tercihleri belirlediğini ya da haklı gösterdiğini ima etmez.Aksine, bireysel kararlar, bireyler, kültürleri ve değişen ortamlar ile faaliyet gösterdikleri durumlar arasındaki karmaşık ve akılcı etkileşimleri yansıtır. (Derin kural ve yüzeysel ahlak arasındaki ilişki derin gramerler, dil yetkinliği, farklı diller, yüzeysel gramerler ve bazı dil teorisyenlerinin varsaydığı üzere belirli telaffuzlar arasındaki ilişkiye benzer olabilir). Bu sayısız seçenek türlerin gelecekteki gelişimine, evrimsel geçmişimiz tarafından belirlendiğinden daha fazla katkıda bulunuyor. İnsanlığın toplumsal gelişimi genetikten ziyade kültürel- insanlık kültürlerinin tarihi gerçekten de evrimsel bir yol izliyor olsaydı- görünmektedir.

Darwin’in ahlak teorisindeki zayıf bir halka da, uygun biçimde ahlak duygusunun eylemleri için gerekli olduğunu gösterdiği kapsamlı zihinsel güçlerin, toplumsal içgüdülerin gerektirdiği karmaşık sosyal görevler için elverişsiz oluşudur. Başkalarının davranışlarının manevi önemini yorumlamak ve değerlendirmek ve karşılıklı yararlı ilişkileri müzakere etmek, Darwin’in öngördüğü esasen yansıtıcı ahlaki güçlerin ötesinde, özellikle sosyal yetenekler gerektirir: Sözlü iletişim, diğerlerinin vücut dilini yorumlama, empatik öngörü ve diğerlerinin sosyal alışkanlıklarını, adetlerini ve kurallarını anlamak ve diğerleriyle iyi ilişkiler sürdürmek gibi sosyal yetenekler. Bu sosyal yeterlilikler herhangi bir özel düşüncenin ötesine geçmektedir. Bunun yerine, beyin ve zihinde sosyal yönelimli gelişimsel esneklik gerektirirler. Karşılıklı fedakarlık, birçok doğalcı teorisyene göre, insan ahlaklılığında esas bileşenlerden biridir– örneğin bu yazar – bu nedenle bir takım karmaşık bilişsel ve sosyal güçleri gerektirir. Örneğin yaptırımlar koymak veya müzakere etmekle, şiddet, hırsızlık, hilekarlık gibi karşılıklılık ihlallerinin üstesinden gelmek, daha karmaşık zorlukları ifade eder. Bu da yukarıdaki tüm sosyal güçlerin ve ahlaki taarruzun, duygularımızı ve eylemlerini adaletsizlikleri tanımlamaya ve düzeltmeye yönlendirmesini gerektirir. 

Darwin’in ahlaki teorisinin birden fazla gereksinimi, iyi gelişmiş entelektüel güçler talep ettiğine dair hiç şüphe yoktur–güçlü ve karmaşık sosyal ve ahlaki zekâlar. Howard Gardner’ın çoklu zekâ teorisine dair çok bilinen teorisi, varılan bu sonucun nasıl oluyor da geleneksel mantıksal ve ahlaki muhakemenin dil yönelimli kavramlarının ötesine geçebildiğinin netleştirilmesinde son derece faydalıdır.     

Zihin Çerçeveleri (1983) kitabında Gardner, her biri nöral temelli olan birkaç çeşit problem çözücü pratik zekâ örneğini tartışır: sosyal(insanlararası), psikolojik(içe dönük), bedensel devinduyumsal, mekansal, müzikal, mantıksal-matematiksel ve dilsel zekâlar. Ben bunlara geçici ve duygusal zekâyı da eklemek isterim. İlki Darwin’in stres yüklü hafızasınca ( demek oluyor ki geçmiş ve şimdiki deneyimleri karşılaştırıyor) ve sonuçları öngörme düşüncesince talep edilmiştir. Ikincisi, duygular ve beyin üzerine yapılan yakın tarihli bir araştırma tarafından ortaya atıldı. Her zekânın belirgin bir özelliği, farklı bir problemi çözebilme yeteneğidir. Gardner, her zekânın ihtiyaç halinde diğer zekâlara eriştiğini açıkça belirtir. 

Bu okumada, ahlaki zekâ,-zekâyı çözümlemek- ahlaki bir problemdir. Büyük ihtimalle bütün diğer zekâlardan faydalanır; çünkü onlara genellikle karmaşık, durumsal olarak çeşitlilik gösteren problemleri çözmek şöyle dursun, anlamak için de daima ihtiyaç duyulur. Madem ki, ahlaki zekânın değerlendirici ve kuralcı yetenekleri diğer zekâların bir parçası gibi görünmüyor; kendine ait bir dizi özel güç-sosyal ve duygusal zeka ile yakından alakalı olduğundan şüphelendiğim bir güç- gerektirir gibi görünecektir.  

Sonuç
Darwin, Aristoteles’e, Hume’a ve Spinoza’ya uzanan şık ve doğalcı bir etik sunuyordu. İnsan ahlakına ilişkin evrimsel anlayışı, onu basitleştirmesini, canlıya ya da inorganik olanlara indirgenmesini gerektirmez. Aksine, insan ahlakının toplumsal ve zihinsel karmaşıklığı, daha önceki primat ahlakı ve zekânın öngörülemeyen doğuşunu ima eder. Darwin’in gösterdiği gibi, ahlaki zekamız insanlığın bir hayvan türü olarak evrimleşen toplumsal doğasının bir parçasıdır. Darwin aynı zamanda öngörülü şekilde, ahlak duygusunun insanların “aşağı hayvanları” ve “bütün duygusal varlıkları” önemsemesinin ötesine geçmesi gerektiğini iddia etti. Bizlerin onun ne kadar haklı olduğunu anlamamız bir asır sürdü. Ahlaklılık, şimdi anlıyoruz ki, insanların ve diğer türlerin ekolojik bağımsızlığını pekiştirmelidir.

Felsefenin Darwin’in doğalcı ahlaklılık, toplum, zekâ ve evrim görüşlerinin derinliğini ve ihtişamını tam olarak takdir etme zamanı gelmiştir. Bu görüşler bizlere sadece birbirimize değil fakat aynı zamanda etrafımızda ve içimizde gelişen “sonsuz en güzel ve en güzel biçimlere” yönelik ahlaki zorunluluklarımızı anlamamızda yardımcı olabilir.  

Yazar: Vincent di Norcia
Çeviri: Zeynep Şenel Gencer
Kaynak: Philosophy Now 71

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş
Exit mobile version