Düşünbil Portal

“Delilik bazen ketumdur”

Paylaş

Delilik, alışılageldiği üzere her zaman şiddetle ilişkilendirilebilir mi? Deliliğin tek göstergesi şiddet mi? Delilikte, beklemede kalan bir şiddet var olamaz mı?

Sanatın her dalında deliliğin hiç de azımsanmayacak bir yeri var. Raskolnikof’un baltası havaya kalktığından beri, edebiyatta delilikle anılan çok güçlü kahramanlar boy gösterdi. Hoş, yazmanın başlı başına çılgınlık olduğunu söyleyen hatırı sayılır bir kitle söz konusu. Tiyatro deseniz, sırf deliliği işleyen epey eserle karşılaşmak mümkün. Aynı şekilde resimde de. Fakat şimdi konumuz bu değil.

Delilik-nedir

Darian Leader’ın Delilik Nedir? kitabı, aslında yukarıda az önce saydığım mevzuların hepsiyle ilgili ama çalışmanın özü, deliliğin kendisine ilişkin. Leader, Londralı bir psikanalist ve Lacan ekolünün temsilcisi. Depresyon ve psikoz uzmanlığının yanında Freud okumaları ve kadınlar üzerine yaptığı çalışmalarla da tanınıyor. Delilik Nedir? adlı araştırma, Leader için bir eşik çünkü geçmişle günümüzü buluşturan ve çoğunlukla eksik kalanları göstermeyi amaçlayan bir kitap.

Lacan’ın takipçisi Darian Leader

Biraz evvel laf arasında geçti, Leader’ın kitabının derinlerine inmek için Lacan’ın söyleminin belli başlı noktalarını açmak lazım. Bilindiği gibi Freud, gerek psikanaliz kuramıyla gerek terapi yöntemleriyle çığır açmış ve kalıpları yıkmış bir isim. Onun takipçileri olduğu gibi görüşlerini aşan, geliştiren ve farklı mecralara kaydırıp yenileyenler de mevcut. Başlangıçta sıkı bir Freud takipçisi olan Lacan ise onun görüşlerinden yola çıkıp kendi kuramını oluşturmuştu.

Lacan’ın psikoz üzerine çalıştığı, anlattıklarının tam olarak anlaşılmadığı ve bunun da kullandığı karmaşık dilden kaynaklandığı söylenegelir. Dahası Lacan, bol bol konuşur; hatta çoğu zaman yazmak yerine konuşmayı tercih eder ve bu anlarda konudan konuya atlaması işleri hepten güçleştirir. Yaptığı Freud okumaları bu yüzden takipçilerinin zihnini zorlar.

Lacan’ın söyleminin karmaşıklığının bir nedeni, psikanalizle yetinmeyip bunlara dilbilimi, antropoloji ve felsefeyi de katması. Bununla birlikte Lacan, benlik psikolojisi ve Freud’un görüşlerinden uzaklaşırken psikanalizin inceleme alanı (nesnesi) olarak bilinç dışını gösterir. Oraya yürürken yapısalcı dilbilimden faydalanır.

Yapısalcı dilbilim, dili bir göstergeler sistemi olarak tanımlar. Lacan’ın işaret ettiği bilinç dışı da benzer biçimde değerlendirilebilir. Ancak o, bilinç dışının dünyayla doğrudan bir bağlantısı bulunmadığını savunur.

Dil, insanı biçimlendiren kültürel düzene geçişi sağlayan sistem olarak değerlendirilirken kişinin işaret edilmesini ve öznelliğini kazanmasını da sağlar. Dolayısıyla insan, dil ve kültür sayesinde aileden toplumsal düzene taşınır.

Tüm bunları alt alta sıraladığımızda, dili anlamanın ve çözümlemenin, kültürü anlamak ve çözümlemek olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Lacan, buralardan hareketle özüne indiği bilinç dışının hayatta nereye denk düştüğünü açıklamaya uğraşır. Oedipus Kompleksi, ona göre dilden aileye, aileden kültüre ve simgesel evrene girişte kilit rol oynar. Kişi, kültürel konumunu bu şekilde kavrayabilir. Ayrıca aynı konum, kişinin kendisini başkalarından ayırmasını da sağlar. Böylece Lacan, psikanalizin dünyayı algılamak için değil, ruhsal dünyayı ve bilinç dışını kavramaya yardım eden bir etkinlik olduğunu belirtir. İşte Lacan’ın takipçisi Leader da bu görüşler ışığında zaman zaman psikoz dediği deliliği anlamaya ve anlatmaya çalışıyor.

“Suskun delilik”

Leader’ın bize delilikle ilgili verdiği ilk nüve, gerçeklikten kopmadan ama onu tersyüz eden insanların varlığına ilişkin. Aslında bu, hepimizin her an karşılaştığı ama üstüne fazla gitmediği bir durum. Yani gizli psikoz desek yeri, hatta örtük hezeyan. Yazarın asıl merak ettiği bizim hezeyan ile ondan türeyen psikoza nasıl yaklaştığımız ve tedavi yöntemlerine dair görüşlerimiz.

Leader, psikoz yaşayan hastaların tedavisine ilişkin sürecin “tamirat” gibi görülmesinin sakıncalı olduğunu söylüyor. Konuya bu taraftan yaklaşanlar, psikotik özneyi onarılacak bir nesneye indirgeyince tedaviden çok rötuş gündeme geliyor.

Yazar, psikotik öznenin “tedavi edilme” sürecinin, onu kendi gerçekliğimize çekmek olmadığını da ekliyor. Bunun yapılması, kişinin bireyselliğini ve benliğini çiğnemek anlamına gelirken aynı eylem, tektipleştirmenin farklı bir yansımasını oluşturuyor. Buna kimi zaman “normalleştirme” diyenler de çıkıyor: “Hastaya kendi değer sistemini ve normallik anlayışını aşılamaya çalışan bir klinisyen, yerli halkları kendi iyilikleri için eğitmeye uğraşan bir sömürgeciden farksız hale gelir.” Lacan’ın antropoloji, dilbilim ve felsefeyi işin içine katmasının önemi işte burada ortaya çıkıyor: Yalnızca psikanalizi uygulayanlar ve hasta değil, hastanın kültürel arka planı ve kişiliği de önemli. Leader da ısrarla bunlara değinirken hikâyenin önemini vurguluyor. Dolayısıyla deliliğin aynı zamanda bir hikâye olduğunu; hikâyede gizlendiğini, daha doğrusu kişinin hikâyesinde ortaya çıktığını anımsatırken Guguk Kuşu, Aklım Karıştı ve Akıl Oyunları filmlerine atıfta bulunması boşuna değil.

Günlük hayatını sükûnetle sürdüren ve hepimizden biri olan kişinin, aniden yoldan çıkmasını ve psikoza tutulmasını sağlayan ne? Belki de burada yanlış bir yaklaşım söz konusu ve doğru soru da şu: Delilik, alışılageldiği üzere her zaman şiddetle ilişkilendirilebilir mi? Deliliğin tek göstergesi şiddet mi? Delilikte, beklemede kalan bir şiddet var olamaz mı? Lacan’ın bilinç dışına odaklanması gibi Leader da görünenin ötesine yoğunlaşıyor; psikiyatrların önüne gelmeyen ama toplumsal yaşamda kimi açıklar veren delilerle ilgilenip varlığından haberdar ediyor bizi.

Yazarın anlatmaya çalıştığı şeylerden biri, delirmeden de deli olunabileceğine ilişkin: “Delilikle fahiş ve tehlikeli davranış arasında kurulan eşitliği zayıflatarak deliliğe vurulan damgayı silme çabalarına yardımcı olunabileceği gibi insanların ‘delirmeden’ de deli olabileceğini ve gayet normal hayatlar yaşayabileceğini kavradığımız anda, deliliği sahiden infilak edenlere yardımcı olma konusunda önemli sonuçlar doğacaktır. Kişinin dengesini korumasını, psikozun altüst edici, sancılı semptomlarından kaçınabilmesini sağlayan şeyin ne olduğunu anlayabilirsek deliliği tetiklenmiş olanlarla hangi doğrultularda çalışabileceğimizi düşünürken bu öğrendiklerimizden faydalanabiliriz.”

Deliliğin en önemli göstergelerinden biri sayılan hezeyan, Leader’a göre klinikte veya toplum içinde, psikotik öznenin kendi yaşadıklarını anlama ve kafasında oluşan soru öbeğine yanıt aramak için elindeki tüm çıkarsama yetilerini kullanmayı denediği bir yol da olabilir. Bu da deliren kişinin, aklı hariç her şeyi kaybettiğinin bir kanıtıdır aslında. Leader’ın suskun delilik dediği şey de o işte.

Yazar, deliliğin salt dikkat çekici, dışsal belirtilere indirgenebilir olmaktan çıktığını söylüyor; delilik halinde düşüncenin düzensiz olmadığını, aksine bu durumun “aklı başında” olanlarda bulunmayan bir titizlik içinde sürdürüldüğünü ekliyor.

Dünyayı kurtaran psikotik özne

Deliliğin özü olan hezeyan, Leader’a göre psikotik öznenin, mücadele ettiği gerçekliğe cevap yetiştirmesi şeklinde açıklanabilir. Yaşadığı şaşkınlığı aşmaya uğraşan kişi, sabit ve belirlenmiş anlam arayışına girişir ve bu durumla baş etmeye çabalar.

Hezeyan, kişinin herhangi bir sorununu çözmek için kendince geliştirdiği bir yönteme dönüşebildiği gibi meselenin rayından çıkarılıp yansıtma yapılmasının yolunu açan bir araç haline de gelebilir.

“Dünyayı kurtarmaya çalışanların” çoğunluğunun psikotik öznelerden oluştuğunu hesaba katan Leader, bu kişilerin dikkat çekmeden yaşayabildiğini söyler. Bunun, kabul görecek şekilde yani “normal” bir şeymiş gibi algılanması da cabası. Kişilerin büyüklük veya istisna olma hezeyanını doğuran bu durum, narsizmden paranoyaya ve şizofreniye uzanan koridora bir kapı açabilir.

“Dünyayı kurtarma” da dâhil psikozun tetiklenmesine neden olan şey, değişen ve belirginliğini yitiren anlamdır. Kişi, şaşkınlığa düşer ve değişimin kendisine ilişkin olduğu gibi bir sonuca varınca psikoz kapıyı çalar. Leader, bu andan itibaren “belli sözcükler ve deyişlerin kişinin aklını kurcalamaya başlayabildiğini”; “anlamları karanlık olsa bile aşırı bir ağırlıklarının bulunduğunu” belirtir. Bu süreci evhamlı huzursuzluk izler, dünya konuşmaya koyulur. Beri yandan kişi, dünyanın sonunun geldiğini düşünebilir, gerçekliğin içi boşalır, her şey tekdüze görünür; psikotik özne, bu haldeyken iki tür davranış geliştirebilir: Dünyadan uzaklaşma ya da konuşacağı birilerini bulup yaşadıklarını anlatma.

Leader, psikozun tetiklenişini Lacan’ın teorisiyle açıklayan bir not düşmeyi de ihmal etmez: “[Lacan] tetiklenmeyi, kişinin dünyasında sembolik yeri olmayan bir fikirle karşılaşmasına bağlar. Zincir koptuğunda, hiç sembolize edilmemiş o unsur kendisini dışarıdan dayatabiliyordur. Lacan’ın formülüyle simgeselden kovulan, gerçekte geri döner.”

Psikotik ve psikotik olmayan özne, gerçeğe katlanabilmek için çözümler bulmaya yönelir. Çözüm üretme yollarının farklılığı aradaki sınırı belirler. Psikozdan mustarip katiller, yazarlar, hastalar, çevresine ve kendisine zarar verme eğiliminde olanlar hep bu “çözüm” üretme ve anlam bulma arayışı içinde. Kısacası Leader’ın deyişiyle epey yoğunlar: “Psikotik özneler sürekli meşguldür; adlandırmakla, yaratmakla, bir araya getirmekle, belgelemekle meşguldür ve bu tür faaliyetlerin sorgulanması veya ortadan kaldırılmaya çalışılmasının, özneyi onun için en hayati unsurdan mahrum bırakma gibi bir tehlikesi vardır. Söz konusu faaliyetlerin toplumsal ‘kullanımı’, hatta anlamlı olması bile şart değildir; sessiz veya gürültülü, mahrem veya aleni, iletişimsel veya kendine saklanmış olabilirler.”

Hangi aşamada olursa olsun, Leader’ın ketum delilik dediği durumu anlayıp bir hal yoluna sokmak için hem önyargılardan ve kalıplaşmış “tedavi” yöntemlerinden sıyrılmak hem de konu üzerinde sabırla çalışmak gerekiyor. Dahası beraber zaman geçirilen psikotik özneden de bir şeyler öğrenilebileceği unutulmamalı. Bu nedenle samimi bir diyaloğun önemi hayli büyük. Diyalog, gerek gözümüzün önünde gizlenen gerek kliniğe taşınan psikotik özneye, ulaşmaya çabaladığı güvenli ortamı sağlayabilir mi, orası hep bir muamma olarak kalacak ama hiç değilse bu yaklaşım, kalıpyargıların törpülenmesinde ve indirgemecilikten uzaklaşmada faydası dokunabilir. Leader’ın Delilik Nedir? kitabının bize en önemli katkısı bu kesinlikle.

Yazar: Ali Bulunmaz
Bu haber K24’ün internet sitesinden alınmıştır.


Paylaş
Exit mobile version