Site icon Düşünbil Portal

Dostoyevski’nin “Öteki” Romanı ve Lacan’ın Öteki Kavramı

Paylaş

“Arzu her zaman Öteki’nin bir etkisidir, bütünleşilemeyen bir ‘öteki’, çünkü Öteki bir kişi değil, bir yer, yasanın özü, dil ve simgesel olandır. Arzu, dil ve bilinçdışının bir etkisidir.” – Jacques Lacan

Bay Golyadkin, öteki Bay Golyadkin’e şöyle mırıldanıyordu: Nedir kişilikli olmak? Evet Yakov Petroviç, seninle benim kişilik sahibi olmamız ne anlama geliyor? Belki de günümüz insanının kendisine çok sık sorduğu bu soruyu Yakov Petroviç Golyadkin ismi, görüntüsü ve sesi kendisinin tıpatıp aynısı olan ötekine sorar. Öteki adlı eserde, giderek kentleşen toplumların kimlik sorunları içinde bocalayacak olan bireylerinin kimlik sorununu önceden sezerek, geleceği okuyan bir Dostoyevski’yi görüyoruz. Ancak dahice sezgilerin hemen anlaşılması güçtür ve bu nedenle de esere çok eleştiri gelir. Dostoyevski, “Onlar (eleştirmenler) sonunda Öteki’nin gerçekten ne olduğunu görecekler! Birinci sınıf bir fikri, ilk benim keşfettiğim ve benim bildirdiğim, toplumsal önemi bakımından gerçekten muhteşem bir tipi niçin bırakacakmışım ki?” diyerek eserine yönelik eleştirileri göğüslemeye çalışmıştır.

Dostoyevski’nin Öteki adlı eseri, 1800’lerin Rusya’sının Başkenti Petersburg’da geçmektedir. Bay Golyadkin, uşağı ve şehrin iyi bir semtinde evi olmasına karşın, içindeki nedenini bilemediği korkuyu aşamamaktadır. Davet edilmemiş olsa da, içeri kabul edileceğinden emin olarak gittiği üst sınıfa ait bir davette, evden kovulunca, soğuk ve yağışlı bir gecede Petersburg sokaklarında yıkılmış biçimde dolaşırken rastladığı yabancının, giderek hayatına öteki olarak girişine şahit olacaktır. Kısa süre sonra da küçük Bay Golyadkin-büyük Bay Golyadkin diyalektiği, yani özne-öteki diyalektiği soluksuz biçimde devinimine başlar. Bu, Lacan’ın Hegel’ci diyalektikle ele aldığı Öteki kavramına son derece yakın bir diyalektiktir ve bilincin kendisinin farkına varması ile başlar. Bilinç kendisini, ilk olarak, kendisinin dışında yakalar. Bilincin kendini kendi dışında yakalayışı, kendini yeniden arayışla ve bir kez daha kendini dışarıda yakalamayla sonuçlanan çabaya yol açar. Çünkü bilincin kendisini her yakaladığı yer, özneye yabancı olan bir yansımadır; yani ego özneye yabancı imgesel bir yansıma ile yapılan bir özdeşimdir. Özne giderek toplumsal düzenin simgelerinin, yani Öteki’nin belirlediği, bir kendiliğin yakalanması amacına yönelir. Öteki’nin onayladığı bu simgesel kendilik de özneye yabancıdır. Toplumun yapısı, bu simgesel kimliğin özneye ne kadar yabancı olacağını belirler. Simgesel kimliğe çok yabancılaştıran bir toplum yapısı, toplumun öznesi haline gelmeyi zorlaştırabilir. Toplumun öznesi olmaya katlanamamak, öznenin Öteki’ni reddederek kilit altına alma çabasına neden olabilir.

İtkilerin kaderini belirleyen Öteki’dir. Öteki’nin arzusu, yani toplumun yasası, dilde kullanılan gösteren/gösterilen zinciri yoluyla çocuğa aktarılır. Bir özne, toplumsal düzenin öznesi haline gelerek kendi egosunu, Öteki’nin ideali doğrultusunda yargılanan bir nesne olarak ele almayı öğrenir. İşte bu tür bir ele alış, aslında bir yargılamadır. İmgesel büyük Bay Golyadkin’in sürekli yargılanma endişesi içinde olması da eserde suç ve vicdan teması ile işlenir. Bu nedenle özne kendi arzusu ile Öteki’nin arzusu arasında bölünmüştür. Öteki, öznenin içinde kendisini yargıladığı ideal ilkeleri temsil eden ego-idealidir. Lacan, “ego-ideali, benimle simgesel ilişkisi olan ötekidir…Simgesel alışveriş insanları birbirine bağlayan şeydir…” der. Dostoyevski’nin birinci sınıf fikri, Lacan’ın Öteki kavramını, Öteki’nin toplumsal yapısını ve öznenin bölünmüşlüğünü tam yüz yıl önce Bay Golyadkin tiplemesi ile ortaya koymasıdır.

Kitabın son sözünde Joseph Frank’ın öne sürdüğünün tam tersine, “ötekinin nihayet maddileşmesi, Bay Golyadkin bu değerli toplantıdan alçakça dışlandıktan sonra” gerçekleşmemiştir; o halihazırda varolan toplumsal kimliktir. Ancak bu kimlik, Öteki’nin arzusunu kendi arzusu yapmakta yeterli olamamıştır. Arzuların ifadesinde ve doyurulmasında toplumsal yani simgesel kimlik yetersiz kalınca, imgesel düzene geri dönülerek kendi arzuları doğrultusunda yaşayan ve Öteki’nin arzusunu reddeden büyük Bay Golyadkin sahneye çıkar.

Büyük bay Golyadkin mi küçük bay Golyadkin’in ötekisidir; yoksa tersi mi? Aslında, ikisi de diğerinin ötekisidir. Toplumsal varoluşumuz özne-öteki diyalektiğinin sürmesi ile mümkündür. Yaşam küçük Bay Golyadkin için çok büyük zorluklarla başlamıştır: Bir il merkezinde devlet dairesinde çalışıyor iken haksızlığa uğraması sonrasında işinden olarak Petersburg’a yürüyerek gelen, burada uzun süre iş arayıp bulamayan, aç susuz kalan küçük Bay Golyadkin, büyük Bay Golyadkin’in o önemli toplantıya alınmayarak kapıdan kovulduğu, felaket beklentisinin zirveye çıktığı günün ertesinde işe başlayan, sonsözde söylendiği gibi, yüzleşilmek istenmeyen, bastırılmış bir kişilik parçası değildir; tersine öznenin kurtulmak istediği bir toplumsal kimliktir.

Bay Golyadkin 126. sayfadaki mektupta belirtildiği üzere, yedi ay öncesine dek Alman asıllı bayan Karolina İvanovna’nın dairesinde kalan bir pansiyonerdir ve parasını sonra ödemek üzere ev arkadaşından Avrupa tıraş bıçağını ödünç alıp parasını ödememiş 9. dereceden bir devlet memurudur. Bay Golyadkin aniden o evden ayrılarak kendisine bağımsız bir daire ve uşak tutmuş, maddi olanakları yüksek olan ve sanki toplumun daha üst tabakalarına ait birisi gibi yaşamaya başlamıştır. Büyük Bay Golyadkin’in ortaya çıktığı an budur, hayaldeki kimlik, yani imgesel kimlik öne çıkmıştır artık. Mektup şöyle sonlanır: “öte yandan, sözü dinlenir saygın birçok kimsenin anlattıklarıyla kendinizi başkentin dört bir yanında yeterince ünlü yaptığınız, bu nedenle de birçok yerde hak ettiğiniz tepkiyle karşılaştığınız halde, hala bir şeyden haberiniz yoksa, sırası geldiğinde her şeyi öğreneceksiniz sayın efendim.

Demek ki aksine, büyük Bay Golyadkin, küçük Bay Golyadkin’in yerine geçmiştir. Ancak küçük Bay Golyadkin öteki olarak sık sık bu yeni imgesel kimliğin yaşamına müdahale etmekte ve bulabildiği her delikten bu masal dünyasının içine sızmaktadır. İçinde yaşadığı toplumun bu imgesel kimliği reddetmesi, simgesel öteki ile yeniden ve yeniden yüzleşilmesine neden olmaktadır. Simgesel öteki, imgesel öteki ile aşılamamaktadır. İmgesel öteki, fantezilerdeki, hayallerdeki mükemmelleşmiş imgedir, ideal egodur. Varlıklı, kültürlü, başkent Petersburg’un yerlisi, başkentin tarihini yaşamış bir tarihi kimlik; ilginç, sanatsal yanı olan, onurlu, temiz yürekli, uysal, iyiliksever, görevine bağlı, daha yüksek rütbeleri hak eden bir insandır. İmgesel büyük Bay Golyadkin, şehirde dönemin varlıklı insanlarının kullandığı kupa arabası ile, uşağını da yanına alarak dolaşmakta; zaman zaman çok zengin bir insanmış gibi pahalı şeylerin satıldığı dükkanlara girip pahalı alışverişler için uzun uzun pazarlıklar yapıp bir şey almadan çıkmakta; kendisini daha zengin hissetmek için büyük banknotları küçükleri ile değiştirerek cüzdanını şişirmekte; altı odalı bir ev için gerekli mobilyaların pazarlığını yapmaktadır.

Küçük Bay Golyadkin ise toplum içinde uygun kaçmayacak, ayrıca sosyetenin, genel olarak kibar çevrelerin yasalarının izin vermediği bir takım şakalar yapmaya hazır, bayağı bir biçimde açıkça yaltaklanan, davranışlarında bir aşağılanmışlık, ezilmişlik, çekingenlik olan, parasal yönden büyük sıkıntıda olan, zavallı, çok acılar çekmiş ve Petersburg’da daha çok yeni olan bir Golyadkin’dir.

Küçük Bay Golyadkin’in çirkin yüzü çıkıveriyordu karşısına, arkasından, onun ortaya çıkmasıyla birlikte büyük Bay Golyadkin’e gösterilen tüm ilgi bir anda yok oluyordu. Küçük Bay Golyadkin söndürüyordu onun ışığını, çamura yatırıp üzerine basıyordu sanki. Daha sonra gerçek büyük Bay Golyadkin’in hiç de gerçek büyük Bay Golyadkin olmadığını, kendini öyle tanıttığı halde, sahte büyük Bay Golyadkin olduğunu, bu nedenle böyle saygın bir toplulukta işinin olamayacağını, burada bulunmaması gerektiğini açıkça kanıtlıyordu.” (s133).

Her iki kimlik de Lacan’ın belirttiği gibi birer yanılsamadır aslında; Dostoyevski bunu küçük ile büyük Bay Golyadkin’in diyaloğunda kısaca vurgular: “karşılıklı olarak yanılmamız…”. Lacan’ın özne-öteki ilişkisi Möbius şeridi gibidir, özne ve öteki sürekli olarak biri dışarıda biri içeride kalacak biçimde yer değiştirirler. Özne, ayna evresinde ayna yansımasının oluşturduğu hayali öteki ile girdiği ilişkide yabancılaşarak kendi egosunu oluşturur. Bu, öznelerarası diyalektiktir; ama bireyin iç diyalektiğine dönüşür. Öznenin içinde yabancılaştığı bu yapı, yani ego, ötekinin varlığından habersiz değildir. Ego, öznenin birçok temsilcilerinden oluşan yansıtılmış bir imge, bir hayal olduğu için, ancak ve ancak öteki yoluyla ve öteki ile ilişkisi sayesinde imgesel temsil durumunu sürdürebilir. Lacan büyük Öteki’ni tanımlarken, “gerçek” ya da “imgesel” açıdan önemli olan ötekilerin ötesinde olanı işaret eder; yani öznenin hem içinde hem de dışında olup da, onu kaçınılmaz olarak tanımlayan ve belirleyen şeyi işaret eder. Lacan Öteki kavramını, bilinçdışının öznelerarası yapısını anlatmak için tasarlamıştır. Lacan’a göre, özne haline gelişimiz sırasında, bilinçdışını oluşturan Öteki, aynı zamanda toplumun değer yargılarından oluşan, toplumsal hiyerarşide bize bulunmamız gereken yeri işaret eden simgesel Öteki’dir. Dostoyevski’nin çok ustaca anlattığı ego-Öteki diyalektiğinin kökeni burada yatar.

19. yüzyılda güçlü bir aristokrasi sınıfına sahip olan Rusya’da, Yakov Petroviç Golyadkin ait olduğu sınıfın kendisine sağladığı konumdan hoşnut değildir. Toplumsal düzen, simgesel, yani küçük Bay Golyadkin’i karın tokluğuna çalışarak, başkasının evinde pansiyoner olarak kalmaya mahkum etmiştir. O dönem Rusya’sı, başlıca aristokrat sınıfından oluşan bir üst sınıfın kuralları koyduğu bir toplumsal düzende yaşamaktadır. Bu toplumun simgeselliğinin yarattığı gerçeklikte sadece küçük Bay Golyadkin’e yer vardır. İşte bu rol Yakov Petroviç’e yetmez, üst sınıfa ait bir rol yaratarak, bu imgesel rol sanki gerçek kimliğiymiş gibi yaşama çabasına girer. Diğer bir deyişle simgesel düzenin, toplumun değer yargılarını ifade eden toplumsal Öteki’si reddedilerek kilit altına alınmıştır.

Ancak büyük Bay Golyadkin rolünü uşağı bile umursamamakta ve hatta dalga geçmektedir onunla. Dostoyevski, toplumsal hiyerarşinin hepimize kazandırdığı simgesel kimliklerin sahteliğini, doktor Krestyan İvanoviç’e içini döken Bay Golyadkin’in ağzından şöyle dile getirir:

Yüksek sosyetede çizmelerinizle döşemeleri cilalamanız, parlatmanız gerekir…orada sizden bunu istiyorlar efendim, ayrıca imalı sözler etmelisiniz…orada silahlarınız bunlardır işte. Sizin de bildiğiniz gibi küçük bir insanım ben; ama ne mutlu ki küçük bir insan olduğum için bunu kendime dert etmiyorum. Çift kişilikli insanlardan hoşlanmıyorum. İftiradan ve dedikodudan nefret ediyorum. Ben maskeyi yalnızca maskeli baloda takarım. Her gün maskeyle dolaşmam insanların arasında.

Fakat Lacan’ın vurguladığı gibi, egomuz ötekinden bize yansıyan imgelerin oluşturduğu ve içinde yabancılaşarak bölündüğümüz bir yapı olduğu için, hepimiz gibi Bay Golyadkin için de maskesiz yaşamak mümkün olmayacak ve ısrarla takmak istediği büyük Bay Golyadkin maskesi, içinde bulunduğu toplumun yasasını temsil eden üst sınıflar tarafından kabul görmeyerek toplumdan dışlanacaktır.

9. derece devlet görevlisinin, amirinin kendisi hakkında vereceği kararı beklemesi, Kafka’nın Dava’sındaki hüküm beklentisini andırmaktadır. Bilinçdışının verdiği hüküm eserin sonunda, sanki Alman asıllı doktor Krestyan İvanoviç tarafından Bay Golyadkin’in yüzüne okunuyor gibidir: “Size bir daire verilmek…avlusu olmak, liht olmak, hizmetçileriniz olmak…bunları siz haketmemek…”. İmgesel büyük Bay Golyadkin, toplum tarafından reddedilmiştir; o, simgesel düzenin küçük Bay Golyadkin’i olarak yaşamaya mahkum edilmiştir. Eseri noktalayan infaz, eserin başında Bay Golyadkin’in kendisine içini döktüğü doktor Krestyan İvanoviç tarafından yerine getirilir.

Yazar: Dr. Mutluhan İzmir
Kaynak: Mutluhan İzmir – Kişisel Websitesi


Paylaş
Exit mobile version