Site icon Düşünbil Portal

Faydacılık: “Mantıklı olduğu ölçüde az rağbet gören bir felsefe”

Paylaş

Görüş ayrılıklarının nasıl çözümleneceği konusu günümüzün önde gelen sorunlarındandır. Karşıt görüşleri bazı temel kurallar olmaksızın ele almak, tepeden inme kararlar alınmasına ve ön yargıların büyümesine neden olur.

Faydacılık, bu sorunun üstesinden gelmek üzerine bir girişimdir. Felsefi açıdan baktığımızda ise uzlaşma eğiliminden çok daha fazlasıdır. Fikirlerin ya da inançların faydasal açıdan farklılıklarını inceleyerek ulaşılacak doğruyu anlamanın karakteristik bir yoludur.

Bir asırdan biraz daha uzun bir zaman önce, William James doğrunun “işe yarayan” olduğunu belirtme cesaretini gösterip bu felsefeyi yaygınlaştırdı. Akranı -“faydacılığın babası”- Charles Sanders Pierce ise bu ifadeden hoşlanmadı fakat doğru tanımlamalarının “etkileri”ni değerlendirmekle başlamak gerektiğine katılıyordu: “Herhangi bir insanı mesken edinmemiş, ortalıkta başıboş dolaşan düşüncelerden ibaret ham fikirler üzerine düşünmekle değil de bunun yerine insanlar ve onlar arasındaki konuşmalarla başlamalıyız.”

Söz konusu olay görünürde çözülmesi çok zor olan (örneğin Birleşik Devletler’in ateşli silah olayları gibi) bir olay olduğunda faydacı, toplumun iyiliği ve özgürlük gibi kavramların anlamlarını incelemekten başlamaz. Onun yerine şunu sorar: Birleşik Devletler’de vatandaşların silah taşıma hakkını koruyan yasayı savunmanın pratik açıdan anlamı nedir? Ve silahlanmaya tamamen karşı gelmenin etkisi ne olur?

Aynı zamanda bolca gezmiş bir faydacı da olan Birleşik Devletler siyaset kuramcısı Charlene Haddock Seigfried, 1960’ların sonlarından beri feminist mücadelelerin ve insan hakları mücadelelerinin içinde yer alıyor. Bu hafta, faydacılığın başka bir önemli ismi olan John Dewey üzerine University College Dublin’de bir konuşma yapacak olan Prof. Seigfried, birçok insanın, pragmatizme felsefi bir düşünce olarak bakınca mantıklı bulduğuna fakat uygulamaya gelince geri durduklarına kanaat getiriyor. Neden? Ona göre, herkes ön yargılarına fazlaca bağlı olmaktan memnun olduğundan.

“Evet, ahlaki kesinliği ararız,” diyor Seigfried, “ama elde ettiğimiz şey ahlaki baskı olur.”

İnsanlar ön yargılı olmaya koşullu mu?

Charlene Haddock Seigfried: “Yaşayan her şey, başka eşi benzeri olmayan bir bakış açısı ile dünyayı algılar. Bu bakış açısı değişmez değildir, diğer insanlarla veya nesnelerle olan etkileşimler yoluyla zaman içinde gelişir. William James’e göre bu eğilimlerin, kişinin kendine veya diğerlerine olan etkisi negatifse, o zaman bunlar ön yargıdır. Faydalı olduklarında ya da toplumu daha iyiye yönelttiklerinde de nötr veya pozitiftirler.

“Tüm o bakış açıları ve değerler düşünüldüğünde; diğerlerini dinlemenin, kendimizden farklı olanla, önce keşfetmek sonra da karşılıklı olarak eleştiri yapmak için birleşmenin ve ortak faydalar için pek çok yönü birden değerlendirmenin gerekli olduğu görülür. Baskı ve şiddete karşı gelebilmeye dair umudumuz olacaksa eğer, bunu yapabilmemiz mecburidir.

“Diğerlerini bastırmak ve yönlendirmek kadar kendine abartılı şekilde değer vermek ve kendini soyutlamak da, toplumu oluşturmaya ve faydalı toplumsal etkileşimlerin olabilmesini mümkün kılan karşılıklı saygı bağlarını çözmeye yetecek kadar aşındırıcıdırlar.”

Ön yargı nasıl azaltılabilir ya da tamamen yok edilebilir?

“Bu, soruların en zoru. Vietnam dönemi yıllarımda büyük, gerçek bir toplumsal değişime dahil olmam sayesinde hissettiğim iyimserliği yitirebileceğimi hiç düşünmezdim. Öylesine çok sayıda ilkin bir parçası olmak heyecan vericiydi: İlk kadın eğitimleri sınıflarını oluşturmak; o zamanlar adı “Klasik Amerikan Felsefesi” olan topluluğu muhalif seslere rağmen başlatmak ve bu topluluğun seçkin erkeklerin ayrıcalıklı hayatlarına değen başlangıç hikayesini sorgulamak; ve Amerika’nın “özel oluşu” hikayesine karşı gelmek.

“Fakat şimdi tarihsel dönemlerin kalıcılığı çok daha kısa ve döngüsel. Uzun süredir iktidar ve hiyerarşik ayrıcalıklarla ilgili kuşkularım vardı ama şimdilerde bunlar zirvedeki yerlerini her an geri almaya hazırlar ve insan toplumunda kalıcı olarak yer edinmişler gibi görünüyor.

“Dışlanmış olanların yaşadıkları, her reformun tersine dönebileceğini öğretti bana. Özgürleşmeye götürecek değişiklikler, amaçlananın tersini de yapabilirler. Feministler kadın-erkek eşitliği veya hayatın sorumlulukları ve getirilerini adil şekilde paylaşmak adına yürüyüşler yapıyor olabilirler. Fakat “erkek düşmanı” oldukları iftirası, genç kadınları, düşünceyi benimsemelerine rağmen bu hareketle anılmaktan alıkoymaya yetiyor.

“Tarihsel değişim uzun uzadıya incelendiğinde, ön yargının teoride kesin olarak var olduğu görülüyor; fakat şimdi bütün çevremizde apaçık kendini gösteriyor ve günlük hayatlarımızı direkt olarak etkiliyor.

“Ön yargı yok edilemez fakat ne zaman ve nasıl olursa olsun önümüze çıktığında farkına varılıp karşı koyulabilir.”

Siyaset çevresinde uzlaşma kötü değerlendirilen bir kelime. Kişi nasıl “ilkeli uzlaşma”ya varabilir?

“Dediğim gibi, küçük bir grubun çıkarlarını korumak için diğerlerinin haklarının yok sayılması pahasına, önü açık görünen her reform alaya alma yöntemiyle küçültülebilir ve devamında yok edilebilir. Kasti olarak çarpıtmalar yapan yankı odaları yoluyla daha da güçlenen sosyal medya bunun için bir araç.

“Uzlaşma, mutlak doğruyu bildiklerini düşünüp buna inananların bakış açısından negatif bir eylem olarak değerlendirilir. Kişi haklı olunduğuna eminken, uzlaşma sadece iyi ve doğru olanı eksiltir.

“Bu da, hiç kimsenin her şeyi bilemeyeceğine ve hepimizin bilinebilecek ve hayal edilebilecek olan karşısında kendi bakış açılarımızla sınırlı olduğumuzun farkına varmamızı sağlayabilecek bir görüş. Yani kendi algılayışımızı artırmak ve sınırlarımızı azaltmak için diğerlerine gerçek anlamda ihtiyacımız var.

“O halde uzlaşma, hiç kimsenin tüm doğrulara ve iyilere vakıf olmadığının farkına varmanın bir yoludur. Jane Addams’ın dediği gibi, bugün karşılaştığımız pek çok mesele üzerinde diğerleriyle eşit şekilde ve birlikte çalışmak, çözümün tepeden inme olarak dikte edilmesinden çok daha yavaş ve aksak bir yol olsa da görece iyi ve tatmin edici sonuçlar vermesi daha olası.

“Ne yazık ki medyada pazarlama ve özel ilgilerle sunulan çözümler, modern hayatın çılgın şartlarında basit ve kolay olana duyulan istek yüzünden reddedilemez hale geliyor. Buna rağmen direnmeli ve işleme ihtimali daha yüksek makul çözümlere ulaşabilmek için zorluklara açık olmalıyız.

“Uzlaşmaların görünen sonuçları onun ilkelerinin belirleyicisidir. Bir işi veya kuruluşu desteklemek üzere ya da büyük çaplı etkilerini düşünmeksizin politik çıkar sağlamak amacıyla yapılan uzlaşma yanlıştır. Sonuçlardan etkilenecek olanların ya da onların yasal temsilcilerinin, tartışma yoluyla vardıkları uzlaşma ise işe yarayacak pek çok bakış açısına, ilgi ve değerlere ulaşmayı sağlar.

“Görünen sonuç adalet veya toplumsal iyilikse ve varılan uzlaşmalar tarafların farklılıklarını ve onlara ulaşmanın bedellerini yansıtıyorsa o zaman uzlaşma da adildir. John Dewey’in dediği gibi, iyi olan toplumdur. Bu da, ekolojik ve dinamik olarak birbirine bağlı ilişkiler toplamı olarak insan toplumunu ve ona dahil olanları anlamayı gerektirir.”

Birçok siyaset felsefecisi faydacılığa doğru kayarken bir yandan da daha iyisi gelene kadar onu beklemeye alma eğilimindeler. İnsanlar neden faydacılığı bir felsefi yaklaşım olarak kabul etmemekte diretiyorlar?

“Faydacılığı kabul etmemekte diretiyorlar çünkü yanılabileceğimizin, doğruya asla ulaşılmadığının, sadece yüzyıllar boyunca çoğu zaman ona doğru ilerlendiğinin ve tekrar değerlendirmelerle pek çok ‘iyi’nin keşfedilip sonra terk edildiğinin farkına varmamızı sağlıyor.

“Örneğin idam cezası, sıkıntılı bir meseleyi tatmin edici bir sonuca götürür. Fakat böylelikle suçun yanlış -tezgahlanma, yetersiz veya sahte delil ya da ön yargılı jürinin yetkisi yüzünden yanlış- olma ihtimalinin de üzerini örter. Bilgilerimizin zamanla değiştiğini inkar eder; bir dönemin veya rejimin iyiliğinin, diğerinin kötülüğü anlamına geldiğini ve ayrıcalıkları değerlendirmeyi ve yargımızdaki zayıflığı reddeder.

“Evrilmekte olduğumuzun ve yanılabilir varlıklar olduğumuzun farkına varmak istemeyiz. Nietzsche’nin deyimiyle ‘insanca, pek insanca’ olduğumuzun.”

Söyleşi: Joe Humphreys ve Charlene Haddock Seigfried
Çeviren: Nisan Fazlıoğlu
Kaynak: The Irish Times 

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş
Exit mobile version