Site icon Düşünbil Portal

Felsefe ve panoptiko: Gözetim üzerine

Paylaş

Her hareketimiz kameralar tarafından izleniyor. Suç oranı azalıyor, belki de hayatlar kurtuluyor. Peki, mahremiyet yaygaralarının sebebi nedir? Scott O’Reilly “kontrol teknolojileri” konusunu inceliyor.

Huzurlu bir şekilde oturmuş “Philosophy Now”un son yazısını okuduğunuzu hayal edin. Kışkırtıcı bir dille yazılmış denetim devletinin yükselişini ve bilgi istilası teknolojilerinin büyüyen eğilimini konu alan bir makale dikkatinizi çekiyor.  Bilgi devriminin mümkün kıldığı ve hızlanan gizlilik erozyonu hakkındaki bu yazıyı okudukça kaçınılmaz bir mide bulantısı hissediyorsunuz. Bir anda, neredeyse tüm hareketlerinizin gizli kameralar tarafından kaydedildiğini fark ediyorsunuz: alışveriş yaptığınız markette, yürüdüğünüz sokaklarda, işyerinizde. Şimdiye kadar yaptığınız tüm alım satım işlerinin, kiraladığınız her filmin, üyesi olduğunuz her derginin, bazı geniş tüketici ya da bürokratik veri tabanında yer alan bir elektronik profilin parçası olduğunu anlıyorsunuz. Ayrıca, internette her gezindiğinizde ya da mail alışverişinde bulunduğunuzda arkanızda sizi takip edebilecekleri dijital biz iz bırakmış oluyorsunuz. Sizden habersiz, duygusal ve fiziksel tepkilerinizi ölçen ve sizi “potansiyel sapkın” olarak nitelendirebilecek elektronik bir implant derinizin altına yerleştirilmiş. Yakında, tüm bu bilgiler, sizin bundan sonra daha dikkatli gözetlenmenize karar verecek olan o bilinmeyen otoritelere gönderilecek.

Tüm bu anlatılanlar biraz uydurma mı görünüyor? Tekrar düşünün. Elektronik implantlarla birlikte sözü edilen her şey bir rutin haline geliyor. Ayrıca, Amerika’daki bir firma sağlık durumunuzu, mali durumunuzu ve kişisel bilgilerinizi taşıyan ve Küresel Uydu Konumlandırma teknolojisi sayesinde yerinizi saptayabilen bir veri çipinin üretildiğini ticari pazara duyurdu. Bu gibi teknolojiler suç ve terörü önleyebileceği için tabi ki sosyal açıdan gerekli. Fakat, bahsi geçen teknolojiler, bizi“ kimsenin Büyük Biraderin (2) gözetiminden kaçamadığı” Orwell’in distopyasına daha da yaklaştırmıyor mu? Peki, felsefe bu konuda ne diyor?

Sanırım Jeremy Bentham(1748-1832) ile başlamak en iyisi. Betham, faydacılık akımının sahiplerinden biri. Faydacılık der ki, en fazla insanın en büyük mutluluğunu amaç edinmeliyiz. Betham’ın felsefeci John Stuart Mill (1806-1873) üzerinde biçimlendirici bir etkisi olmuştur. Fakat, Mill oldukça ilerici bir figür olarak kabul edilirken – ilk kadın hakları ve bireysel özgürlük savunucularından biridir- , Betham isteksiz bir demokrat olarak görülür. Başlangıçta Betham, aydınlatıcı despot kavramına büyük önem verirdi. Fakat, bunun başlangıçta tahmin ettiğinden daha zorlu olduğunu anlayınca, Mill’in daha sonradan savunduğu temsili hükümet ve oy kullanma uzatımı gibi demokratik reformları desteklemeye başladı. Betham sadece teorisyen değildi. Birçok konu hakkında yaptığı şiddetli kampanyalarla ve kendi fikirleriyle, İngiliz hukuk sisteminde birçok reformu gerçekleştirmeyi başardı. Ancak, onun en dikkat çekici katkısı Panoptiko’dur.

Betham hayattayken inşa edilmemiş olsa da Panoptiko, Betham’ın  bilimsel olarak tasarlanmış maksimum güvenliğe sahip cezaevi vizyonudur. Dairesel şekildeki bu yapıda, bir tekerleğin içindeki parmaklıklar gibi düzgün bir şekilde dışarı doğru yayılan hücrelerin ortasında merkezi bir kule bulunur. Bu düzenlemenin karakteristik özelliği, bilginin ve gücün eksiksiz bir asimetrisinin bulunmasıdır: Gardiyanlar, herhangi bir hücreyi istedikleri her an görebilirlerken, özel panjurlar sayesinde, mahkumlar gardiyanları göremezler ve ne zaman izlenip ne zaman izlenmediklerini bilemezler. Toplumsal reformcu olan Betham, mahkumların görünmeyen gözler tarafından izlendikleri anlamını içselleştirdikleri takdirde toplumsal düzenin ve kontrolün teşvik edilebileceğine inanıyordu. Betham, Panoptika’nın arkasındaki fikrin okullarda, fabrikalarda ve hastanelerde de uygulanabileceğine inanıyordu. Betham, Panoptiko fikrnin potensiyel erdemleri üzerine şunları yazmıştır: “Ahlak düzelir – sağlık korunur- endüstri canlanır- talimatlar yaygınlaşır…hepsi mimarlıktan basit bir fikirle gelir”. Ancak, herkes bu konuda ümitli değildi. Bentham’ın çağdaş olduğu zamanlarda Panoptiko planlarını gören Edmund Burke şunları söyledi: “Ağda bir örümcek var!”

Panoptiko fikrinin yakın zamanda canlanmasının sebebi Fransız felsefeci Michel Foucault’tur(1926-1984). Foucault, Panoptika’daki –bakış olarak adlandırdığı- tek yönlü gözetim doğasının, bilginin ve gücün asimetrik olarak dağılmasına neden olacağının altını çizdi. En sonunda, Foucault, bu bilge gözetimin gözlenenlerin kendi kendilerini kontrol etmelerini sağlayan bir araç halini aldığını belirtti. Bentham, Panoptikasının insanları ıslah eden bir teknoloji olarak görürken; Foucault, “uysal cesetler” yaratan bir metot olarak görmektedir. Foucault, Panoptika’nın başlıca fonksiyonunu şu şekilde açıklamıştır:

 “Gücün otomatik çalışmasını sağlayarak bilinçli ve kalıcı bir görünürlük haline neden olmaktır. Bu nedenle, gözetimin gerçekleşmediği durumlarda bile etkisini kalıcı hale getirecek; iktidarın mükemmelliğinin gerçek kullanımını gereksiz hale getirecek; bu mimari aygıtın onu kullanan kişiden bağımsız bir güç ilişkisini yaratmak ve bu ilişkiyi sürdürmek için gerekli olan düzenlemeleri yapmaktır. Kısacası, mahkumların kendilerinin neden olduğu güç duruma kapılmalarını sağlamaktır.”

Ceza sisteminde bu tür güç ilişkileri gerekli hatta yararlı olabilir. Fakat, Foucault, bu formdaki gücün çağdaşlık kurumlarına nüfuz edeceğini belirtir. Foucault der ki: “Hücre cezaevlerindeki, düzenli kronoloji ile, zorla çalıştırılan emek, gözetim ve kayıt yetkilileri, normallik uzmanları… ceza aracı olması şaşırtıcı mı? Cezaevlerinin, cezaevlerine benzeyen fabrikalara, okullara, kışlalara, hastanelere benzemesi sizce şaşırtıcı mı?”

Demokratik devletlerde, dijital gözetleme teknolojilerinin hızla yaygınlaşması, “elektronik Panoptika” tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu gösterir mi? Peki, bu gerçekten kötü bir şey mi? Bunun cevabı sizin felsefi bakış açınıza bağlı. Örneğin, faydacı olan Jeremy Bentham, sivil ve doğal hakları “saçma cambazlıklar” olarak nitelendirmesiyle meşhurdur. Bir faydacı olarak, belki de Betham “en fazla insanın en büyük mutluluğu”nu insan onuruna ilişkin tuhaf düşüncelerden daha ağır geldiğini söyleyebilir. Eğer Panoptika prensibi, toplumsal meselelerde barışı, düzeni ve devamlılığı sağlamayı garanti edebiliyorsa, faydası haklılığını kanıtlayacaktır. Ayrıca, Orwell’in “Büyük Birader” kabusunun aksine, modern gözetim devletleri, bir zorlama olarak değil, elektronik olarak izlenen bir “tüketici cenneti” ya da “insanın tek tipçilik için baştan çıkartıldığı” bir yer olan “Disneyworld” gibi algılanıyor. Eğer öyleyse, belki de her birimiz –gözetim devletimizin devam eden inşasını onaylayanlar ve kabul edenler olarak- Betham’ın “aydınlatmak” istediği despotuz, boyunduruk altına alınanlar olduğumuz halde.

Öte yandan, Foucault’un Panoptika prensibi üzerine olan analizinde, insan doğası ve insan onuru fikirlerini kavradığı varsayılabilir. Fakat, Foulcault’un analizi ve Panoptika eleştirisi gözetim devletinin karşısında durmamız gerektiğini hatırlatmaktadır. Bu sürekli gözetim, yaratıcılığı değil, öz sansürü ve tek tipçiliği teşvik eder. Sapmanın ortadan kaldırılması, acayip ve istisnai olanın da ortadan kaldırılması anlamına gelir. Gözetim devletleri, bazı ihtiyaçlarımızı karşılamayı vaad etse de, en azından tek bir tanesini karşılayamaz – bazen tek başına kalma isteğini-.    

1 Hücreleri gardiyana bakan dairevi hapishane

2 George Orwell’in distopik bir dünyayı anlatan “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” romanında geçen “Big Brother” kavramı

Yazar: Scott O’Reilly
Çevirmen: Cansu Balku
Kaynak: Philosophy Now

 

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş
Exit mobile version