“Psikiyatrist Eva Cybulska’nın Nietzsche’nin bengi dönüşü (sonsuz dönüş ya da ebedi dönüş) için yaptığı psikolojik bir yorum”
“Bir ‘filozof’ olarak bile esas düşüncelerimi hala ifade edemedim.” (Friedrich Nietzsche, Nisan 1883, Overbeck’e yazdığı bir mektuptan)
“Derin duygular tıpkı büyük işler gibi her zaman bilinçli söylemlerden daha anlamlıdır.” Albert Camus, Sisifos Söyleni
Friedrich Nietzsche’nin düşünce, edebiyat ve yirminci yüzyılın sanatı üzerine etkisi ölçülemeyecek kadar büyüktür. Onun yazıları berrak ve hayli kışkırtıcı, aynı zamanda son derece şiirsel ve zorlayıcı imgelerle doludur ve yine de fikirlerinin içeriğinde son derece rahatsız edici, hatta marazi şeyler de vardır. Tüm varlığı ile yazdığı için, yazıları ruhunun biyografisi gibidir. Dostoyevski yazılarını okumuş olan Nietzsche, kendini sık sık “yeraltı adamı” olarak ifade eder. Gerçekten de eserleri bilinçsiz ve psikozlu dünyaya yapılan yeraltı günlükleri gibidir.
Nietzsche 44 yaşındayken bir akıl hastanesine yatırıldı ve ilerleyen felç tanısı (beyinde üçüncül frengi) konuldu. Frengiye dair hiçbir kanıt bulunamamasına rağmen, Nietzsche’nin kendi “itiraf”ı ve çok rahatsız edici olan zihinsel durumu dışında, frengi tanısı yüzyıldan fazla sürdü.
Nietzsche’nin yaratıcı hayatı boyunca önemli derecede ruhsal gidiş gelişleri olmuştur. 1881’de, Die Ewige Wiederkehr des Gleichen (aynının bengi dönüşü) adını verdiği teoriyi tasarladığında, hipomik psikoz olaylar uzun süreli depresyonla birbirine girmişti ve bedensel şikayetlerle bezenmişti. Hospital Medicine’ın geçerli bir sayısında bir yazı vardır; “The Madness of Nietzsche: the Misdiagnosisof the Millennium (Nietzsche Çılgınlığı: Milenyum’un Yanlış Tanısı)”. Nietzsche’nin frengi olup olmadığı tartışılır, fakat çoklu enfarktüs bunaklığı takip eden manik, depresif bir psikozdu.
Aynının bengi dönüşü
1881 yılı Ağustos ayı başında, İsviçre Alpleri’ndeki Sils-Maria köyü yakınlarında, bengi dönüş fikri Nietzsche’nin zihinini işgal eder ve onun düşüncelerinin merkezi olur: “İnsan ve zamanın ötesinde 1800 metre”. Nietzsche, ormandan Silvaplana Gölü kıyılarına doğru yürürken büyük ve piramit şeklinde bir taş görür ve bir düşünce onu yıldırım gibi çarpar. Kısa bir süre sonra The Gay Science’ın bir bölümünde şöyle açıklar:
“Eğer bir şeytan gece gündüz seni izlese, en gizli düşüncelerine girip şöyle derse ne olurdu: Bildiğin üzere bu hayatı yaşıyorsun veya yaşamışsındır ve bir kez daha ve hatta sayısız kere yaşamak zorundasın; hiçbir şey yeni olmayacak fakat her ağrı, her düşünce, her sevinç, her nefes ve hayatındaki küçük veya büyük her şey aynı sıra ve mantıkla sana geri dönecek. Bu örümcek, ağaçlar arasındaki ay ışığı ve hatta bu an ve ben. Varoluşun sonsuz bir kum saati gibi tekrar tekrar devredecek ve sen onunla birliktesin, bir toz lekesi gibi!” (Nietzsche, The Gay Science, Aphorism 341)
Silvaplana Gölü etrafındaki görüntü, antik Sisifos efsanesini akla getirir. Sisifos’un itaatsizliği tanrılar tarafından şöyle cezalandırılır; sonsuza kadar bir dağın tepesinden bir kaya parçası olarak yuvarlanacaktır ve kendi ağılığıyla düşecektir. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Nietzsche’nin doktrinine das größtes Schwergewicht (en büyük ağırlık) denir.
Nietzsche, kendi bengi dönüş fikrini oluşturmuştu, ama kavram insanlığın düşünce tarihi için yeni değildi. Mircea Eliade, The Myth of Eternal Return (1989) kitabında bunu tamamen aydınlatır. Nietzsche klasik kültüre el atmıştır, özellikle Sokrates öncesi felsefe ile haylice haşır neşirdir. Ve yine de bu öğle vakti deneyiminde bir şeyler aşırı derecede olağandışı, zorlayıcı ve hatta korkutucudur. Nitekim, Kaufmann’ın (1974) içgüdüsel çıkarımında olduğu gibi:
“Cevap, bengi dönüş fikrinin Nietzsche için bir deneyimden ziyade bir fikir olmasında aranmalıdır. Hayatın en üstün deneyimi beklenmedik bir şekilde acı verici ve ağrılıdır. Bu deneyimin ilk anı onun için önemliydi çünkü o an hayatını kurtardığı andı.”
Kozmolojik bir fikir olarak bengi dönüş
Eliade, “Ayın evreleri (görünme, büyüme, küçülme, kaybolma, üç karanlık geceden sonra yeniden ortaya çıkma) konjonktürel kavramların hazırlanmasında önemli bir rol oynamıştır” diyor. Eliade, bize arkaik kıyametler ve etnografide benzer kavramlar bulunabileceğini hatırlatır. Bir sel ya da tufan, bitkin ve günahkar insanlığın sonunu getirir; sadece yeniden doğmak için, genellikle felaketlerden kaçan efsanevi bir “ata” olarak… Berossus’a (M.Ö. üçüncü yüzyıl) göre evren, sonsuz ama periyodik olarak yıkılır ve her “Great Year” (okuldan okula değişen bine karşılık gelen sayı) yeniden yapılır. Yedi gezegen, Cancer’de buluştuğu zaman bir tufan olacaktır, Capricorn’nda (oğlak takım yıldızı) karşılaştıkları zaman tüm evren yanacaktır. Periyodik olarak gerçekleşen evrensel yangın felaketinin doktrini muhtemelen Heraclitus tarafından gerçekleştirilmişti. Nietzsche için en saygın filozoflarından biridir. Ortaçağ’a eskatolojik kavramlar hakimdi (özellikle yaratılış ve dünyanın sonu olduğu) ve sadece 17. yüzyılda (the Age of Reason) tarihin doğrusal ilerlediğine dair kavram kendini savunmaya başladı. Romantizm ile birlikte “dönemsellik” fikri, büyüyerek geri döndü ve Hegel doğadaki her şeyin sonsuza kadar kendini tekrar ettiğini ve “güneşin altındaki hiçbir şeyin yeni olmadığını” iddia etti.
Nietzsche 1881-1882 yıllarındaki yayınlanmamış notlarında, dönüşsel hipotez’in bengi dönüş ile ortaklığını yalanlar. Bazı filozoflar Immanuel Kant’ın kategorik zorunluluğu yeniden biçimlendirmesini bengi dönüş olarak yorumlar: “Ne yaparsan yap, bu şekilde olacak ve bu senin ebedi dönüşün olacak” (Deleuze, Difference and Repetition 1994). Kant ile uzun süren kavgaları düşünüldüğünde, Nietzsche’nin böyle bir ortaklığı onaylamış olması olası değildir.
Nietzcshe’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt’teki (Thus Spoke Zarathustra, ‘Of the Vision and the Riddle’ and ‘The Convalescent’) iki pasajındaki fikirlerinde neden bahsettiği hala bir muammadır ve yayınlanan çalışmalarında hiçbir açıklama sunmaz. Sadece ölümünden sonra yayımlanan Güç İstenci‘nde yansıma buluruz: “Eğer dünya kesinlikle gücün niteliği olarak düşünülebilirse… Şunu takip eder; varoluşun büyük ve zarlı oyununda, hesaplanabilir sayı kombinasyonlarını geçmesi gerekir. Sonsuz zaman içinde, her türlü olası kombinasyonun anlaşılması belirli bir zamanda olur, yani; sonsuz sayısıda kombinasyon için sonsuz zaman…”
Delilik ve sanrı
“Çok eskilerden beri, sanrı deliliğin temel karakteristiği olarak alınmıştır. Delilik kandırılmıştır” (Jaspers, 1962). Sanrıların belirgin özellikleri nelerdir?
Sanrı bir inançtır. H.W. Gruhle, şöyle tanımlar: “Asılsız bir referansın kurulması”. Düşünülmesi gereken iki ana bileşeni vardır: Biçim ve içerik (E. Kraepelin, 1921 ve Karl Jaspers, 1962).
Biçim:
• Bir sanrıyı bilimsel ya da felsefi aydınlanmadan ayıran en önemli özellik; sanrının sağlıklı şüphelerden uzak bir inanç olmasıdır ve gerçeklik testine tabi değildir.
• Müthiş derecede bir mahkumiyettir ve genellikle kişinin hayatına hakimdir. A.J.P. Taylor’ı yorumlarsak: “Sanrılar kuvvetlice alıkonulan zayıf fikirlerdir.”
• Genellikle tamamen şekillenmiş görünür, Wahnstimmung (bir sanrısal ruh) dışında ortaya çıkar ve bir evrime uğramaz. Manik sanrılar çok yönlü özellikleri ile karakterize edilir; “Sık sık değişir; bir anda ortaya çıkar ve yine kaybolur.”
• Bir rüya ya da hayal gibi sanrı da zamansızdır.
İçerik:
• Jaspers’a göre, sanrıların içeriği “anlaşılamaz”dır. Anlaşılabilirlik (Verständlichkeit) görüşünü tanıtırken, keyfi olarak tehlikeli bir unsur tanıtır. Neyin anlaşılabilir olduğunu ya da olmadığını kim yargılayabilir? Bir psikiyatrist toplumda kolayca bir ajan olabilir. Toplumdaki sıradan bir ajan, sürü zihniyetindeki bir ajandır.
• Manik sanrıların içeriği genellikle görkemli imalarla birlikte dini ya da cinseldir.
• Sanrılar bir görsel aynılık ile hastalığın sonraki saldırılarında geri döner (aynının bengi dönüşü).
Nietzsche, en bilimsel fikirlerinde bengi dönüşe atıfta bulunmuş ve yine de bu kavrama herhangi bir kanıt sunmamıştır. En nihayetinde bu bilimsel keşfi sanrıdan ayırma girişimidir, bir onaylamadır. Kendisi bunu doktrinin kararsızlığı olarak algılamış olmalı ki, bunu kanıtlamak için Sorbonne’de bilim öğrenmeye yönelmiştir. Bu plan asla hayata geçmediği gibi melankolik ve sevinçli ruh dalgaları tarafından silinip gitmiştir.
Pierre Klossowski (1997) bir Fransız bilgini ve filozofudur. Deneyimine “The vertigo of Sils-Maria (Sils-Maria’nın vertigosu)” adını verir, ama Michel Foucault buna “delirium (deliryum)” der ki; bu tanım daha uygundur.
Sanrı, hayat kurtarıcı bir yalan mı?
Sanrılar hayatı zenginleştirir mi ya da hayat kurtarıcı olabilir mi? Freud 1915’de sanrıların kişisel içsel durumların dış dünyadaki görüntüsü olduğunu önerir; çözülmemiş çatışmalar ya da yerine getirilmemiş istekler gibi. Freeman (1981) sanrıların kişinin prepsikotik dönemindeki anıların ve fantezilerin yansıması olduğunu iddia eder. Neale (1988), görkemli sanrıların strese (dışsal bir olay, üzücü bir biliş, çatışma ya da bir anı) karşı bir tepki ve kırılgan özgüveni yatıştırmak için bir engel servisi olduğunu önerir, yani bunları bilincin dışında tutmaktır amaç.
Nietzsche, fantezi dünyası ve gerçek dünya arasında keskin bir sınır geliştiremeyen bir hayalperestti. Canlı rüya imgeleri onun psikolojik-bilişsel makyajının içsel maddesi haline gelmişti. O kitaplarla, kitaplar da onunla yaşadı. Bu ona iyi bir çocukluk mirasıydı, özellikle babasının erken ölümünden sonra… Psikolog Jean Piaget’ye (In The Construction of Social Reality in the Child, 1937) göre, bir çocuk dört ya da beş yaşına kadar, yani beyninin sol yarımküre egemenliğinin hakim olacağı döneme kadar, gerçeklik ve fantezi arasında bir ayrım geliştiremez. Testosteron ve travma bu süreci geciktirebilir. Beynin sağ yarımküresinde bastırılmış zihinsel olaylar ve görüntüler, bilincin baskın olduğu beynin sol yarımküresine süzülmeye devam eder (Pally, 1998). Başka bir deyişle, rüya ile gerçeklik arasındaki filtre, bilinçlilik ve bilinçsizlik arasında geçirgen kalır. Gaston Bachelard (1971) ve Arthur Koestler (1973) yaratıcılığı tartıştılar; bilimsel olandan sanatsal olana, bahardan hülyalara ve bilinçsizliğe kadar… Özellikle yetenekli bir çocuk olmak ve babanın erken ölümü bir insanın yaratıcılığının desteği gibi görünür; Dostoyevski, Emerson, Hölderlin, Saint-Exupéry, Strinberg, Wagner ve Camus’de olduğu gibi. Babasız bir oğlan olan Perseus, yaratıcı Pegasus’u serbest bırakarak bilinçsiz Medusa’ya karşı savaşır.
Nietzsche’nin yazıları ağrılıdır; mutsuzluğun tantanalarını üfler, aynı zamanda ızdırabını kelimelere, düşüncelere ve felsefeye dönüştürür. Fikirler ve düşünceler dış gerçekliği tasvir ettiklerinden dolayı değil de iç dünyanın aynası oldukları için doğrudur. Dahası içsel dünyayı ve hayat kurtarıcı yanılsamaları yaratırlar. Bu fikirler doğru olmak zorundadır, çünkü tedavi edicidirler. Çünkü psikozun kalbinde yatan korkunun ürküntülü hissini yatıştırırlar. Bu bengi dönüş Nietzsche’ye içsel terörün “tremendous moment (muazzam an)”ı olarak miras kalmış bir mandala mıydı? Jung (1995), bu sembolü hastalarının rüyalarında ve fantezilerinde sıklıkla gözlemledi; ciddi krizlerinde, uyum sağlama zorluklarında ya da büyük çatışma zamanlarında ortaya çıkar. Bu sembol birlik ve bütünlüğü ifade eder. Genellikle dikdörtgen veya yuvarlak bir formu vardır ve görünümüne iç denge, düzen duygusu eşlik eder. Bu sembol barış getirir ve iyileştirir. Nietzsche, bengi dönüş doktrinini oluşturduktan sonra en anlayışlı ve en derin felsefi eserlerini yazdı. Bu doktrin (bu sanrı) onun hayatını kurtaran bir yalan mıydı? Belki, varoluş bir kandırılmadır.
Bastırılmışlığın bengi dönüşü
Bengi dönüş fikri Nietzsche 36 yaşındayken, yani babasının öldüğü yaşta oluşmuştu ve bu yaşta Nietzsche sık sık öleceğinden korkuyordu. Nietzsche kendini maskeli profesör olarak tanımlar ve şöyle der: “Sessiz kalmak amacıyla konuşma öğrenilmelidir.” Fakat onun söylemek istediği anlatılamaz gerçek neydi?
Babasının beyninin dörtte birine yapılan otopside, beyninde “yumuşama” durumu gerçekleştiği gözlenmiştir (Janz, 1991-Hayman, 1995). Aynı ifade Ibsen (Nietzsche’nin çağdaşı) tarafından kullanılmıştır; Ghosts oyununda oğul, ölmüş babasının hastalığı olan frenginin miras kalmasından korkar. Nietzsche de sık sık babasının hastalığının miras kalmasından korkuyordu. Babasının frengiden öldüğünü hiç düşünmüş müydü? Bu hiçbir zaman konuşulmamış bir sırdır. Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt’te şu itirafta bulunur: “Babanın oğluna konuşmasındaki sessizlik neydi; ve sık sık babanın açıklayamadığı sırrını oğlunda bulurum.” O bunları, babasının günahını kendi üzerine alıp, Oedipus kompleksini (Cybulska, 1997) yenmesi ile yatıştırdı. Nietzsche, felsefesinde sık sık “Gerçek oluşturulur, keşfedilmez”i vurguladı. Aynının bengi dönüşünün doktrinini yaratmak, yaşamın yükselişinin en büyük formülü müdür? Nietzsche kayıp cenneti yeniden yaratmaya çalıştı. Belki de zamanı geriye sararak onu terkeden babasına karşı beslediği öfke ve kini yatıştırdı. Bengi dönüş düşüncesinin iki yüzü vardır, terör yüzü ve heyecanlı yüzü. Bengi tekrar, terörü ve kini aşar, üstesinden gelir.
Attachment and Loss’da John Bowlby (1985) kahredici bir özlemle yaşayan bir çocuğun ölmüş ebeveyninin geri dönüşünden bahseder. Böyle bir istek güçsüzlüğe karşı öfke ile birleştirilmiştir. Nietzsche’nin yazıları sadece bu duygularla ifade edilir. Aşk, baba gölgesine karşı kin ile iç içe geçmiştir, Hamletvari hayaleti tekrar geri döndürür. Nietzsche’nin tanrı ve hıristiyanlığa (onun için en değerli iki kavram) karşı saldırısı ‘ideal dışlanmış’ bir saldırı olarak görülebilir. Belki de saldırıyı yapan babasıydı ve o kendine karşı taraf alıyordur. Freud, Nietzsche’nin ‘bengi dönüş’ fikrini zorunlu bir tekrarlama içinde anlamaya çalıştı ve Beyond the Pleasure Principle’de şu şekilde tanımladı: “…esaslı bir karakterin özellikleri hep aynı kalır ve aynı deneyimlerin tekrarlarının ifadelerini bulmak zorundadır…” Zorunluluğun tekrarı, kişinin ikircikli dileğini gizli bir tutku olarak ve bilinçten uzak tutmak için hizmet verir. Aynı zamanda gizemli bir dramanın aynası gibi çalışır; bilinçsiz varlığın özünü oluşturan drama. Burada, Zerdüşt maskesini tanımak zor değildir; Nietzscheci şeytanın bengi dönüşüdür:
“Yine gelirim; bu güneşle, bu toprakla, bu kartalla, bu yılanla; yeni bir yaşama ya da daha iyi bir yaşama ya da benzer bir yaşama değil; ebedi olarak aynı olana dönerim, aynı kişisel yaşam, ne büyük ne de küçük, bütün bunlara bengi dönüşü öğretmek için.” (Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt)
Bu yoğunluktaki deneyimlerde aynı olan nedir? Bu yoğunluğun aynılığıdır; geri dönen acının yoğunluğu ve kendini olumlamanın yoğunluğudur. “En sonunda birisi her zaman kendine döner.” (Nietzsche, The Will to Power)
Yunan efsanesindeki Odysseus’un yeraltı dünyasına inişine “nekyia” denir. Nietzsche, kendi “nekyia”sında “geçmiş ruhsal dünyalar”ına gitti. Şiiri bir araç gibi kullanarak, unutulmuş metaforları ortaya çıkardı ki bunlar bu arketipe doğru yönelen tabelalardan başka bir şey değildi.
“Tutku patlamalarında, cinnet ve hayal fantezilerinde bir insan, kendisinin ve insanlığın tarihini yeniden keşfeder; hayvanlığıyla birlikte yabani suratsızlığını keşfeder; bu durumlarda hafıza yeterince geriye gider. İnsanın medeni durumu evrim geçirirken, bu ilkel deneyimlerini unutur.” (Nietzsche, Daybreak)
Eliade (Myth and Reality, 1975), mitler bize gerçekten ne olduğunu söyler ve her ritüelde ilahi bir model, bir arketip vardır der: “Bizim, tanrıların başlangıçta yaptıklarını yapmamız gerekir. Bu arketipli özü tekrarlarsak her şey canlı bir ruhla donatılmış olur.”
Sisifos ve trajik bir protestonun bengi dönüşü
Albert Camus, Sisifos Söyleni adlı kitabında şöyle der: “Bu efsane trajiktir çünkü kahramanı bilinçlidir. Her adımındaki başarma umudu onu destekliyorsa eğer; işkence nerededir, gerçekten?” Sisifos absürd bir kahramandır. En önemli anı, yürürken dağdan bir kaya parçasının düşmesiyle olur. Onun bu yansıma anındaki düşünceleri, kendi ve insanlığın ruhuna bakışı nedir? Bu, umutsuzluktan kurtulmak için yapılan bir sonraki girişiminden önceki kısa bir soluklanmadır; düşüncenin gücünün kayadan daha kuvvetli oluşu ile gerçekleşir. Bu insanlık kapasitesi, trajik kaderimizi bir yansıma olarak tanımamızı sağlar. Henüz trajedinin ortasındayken bile aynı zamanda sevinç ve neşe de vardır. Sisifos dağdan aşağıya doğru koşar ve kayayı yakalar, kayayı tepeye iter, kaya kendi ağırlığınca düşer, onu ezmez fakat onu aşar, varlığını ve kaderini değiştirir. Ve o çabalamalarına tekrar başlar; bu trajik protestoda varlığı anlamlılaşır ve boşuna var oluşun bilincini taşır. Silvaplana Gölü’nün yükünden kimse kaçamaz; piramidal taş, orada arketip olan kişisel olanı gölgede bırakır.
Ivan Karamazov şöyle söyler: Gerçek diye bir şey yoktur ve her şeye izin vardır. İnsanlık var olmanın masumiyetini hem kazanmış hem de kaybetmiştir. Friedrich Nietzsche, Karamazov Kardeşler’i hiç okumamasına rağmen, Böyle Buyurdu Zerdüşt’de bu ifadeyi tekrarlamıştır. İnsani durumların saçmalıklarına ve tanrısız bir varlığın saçmalığına karşı, trajik bir protesto olarak elini kaldırmıştır. Nietzsche, önemli olanın ebedi gerçek değil, ebedi drama olduğunu biliyordu. Her şey daha önce olmuştu ve yeniden olacaktı.
Kaynak: Philosophy Now Journal
Yazar: Dr. E.M. Cybulska, 2000
Çeviren: Meltem Çetin Sever
Alıntılar:
Bachelard, G. The Poetics of Reverie. Beacon 1971
Cybulska, E.M. ‘Nietzsche: Madness as Literature’ Psychiatric Bulletin, 21:510-511, 1997
Freeman, T. ‘On the Psychopathology of Persecutory Delusions.’ BritishJournal of Psychiatry, 139:529-532, 1981
Freud, S. (1915) ‘A Case of Paranoia Running Counter to the Psychoanalytic Theory of the Disease’ in Collected Papers, Vol. 2, Hogarth 1956
Gruhle, H.W. (1915) cited in Garety and Hemsley. Delusions: Investigations into the Psychology of Delusional Reasoning. Psychology Press, UK. 1997
Hayman, R. Nietzsche: A Critical Life. Phoenix 1995
Janz, C.P. Friedrich Nietzsche Biographie, Deutscher Taschenbuch Verlag 1991
Jaspers, K. General Psychopathology. (tr. J. Hoenig and M.W. Hamilton)Manchester Univ Press. 1962
Jung, C.G. ‘Symbols of Transformation’. Collected Works, Routledge. 1995
Kaufmann, W. Nietzsche: Philosopher, Psychologist, Antichrist. Princeton 1974
Klossowski, P. Nietzsche and the Vicious Circle. (tr. D.W. Smith) Athlone 1997
Koestler, A. The Act of Creation. Dell 1973
Kraepelin, E. (1913) Manic-Depressive Insanity and Paranoia. (ed. G.Robertson, tr. R.M. Barclay) Edinburgh, E. & S. Livingstone. 1921
Neale, J.M. ‘Defensive Functions of Manic Episodes’ in Delusional Beliefs (ed. Oltmanns and Maher), pp.138-156. Wiley, 1988
Nietzsche, F. (1885) Thus Spoke Zarathustra. (tr. R.J. Hollingdale) Penguin1969
Nietzsche, F. (1886) Beyond Good and Evil. (tr. R.J. Hollingdale) Penguin 1990
Nietzsche, F. (1881) Daybreak. (tr. R.J. Hollingdale) CUP, 1982
Nietzsche, F. (1888) Will to Power. (tr. W. Kaufmann) Vintage 1969
Pally R. ‘Bilaterality: Hemispheric Specialisation and Integration’ International Journal of Psychoanalysis, 79:565-578, 1998