Site icon Düşünbil Portal

Francisco Goya ve Hastalığı

Paylaş

Francisco Josè de Goya Lucientes doğuştan gelen güçlü ifade yeteneğine sahip bir ressamdı. Ressamın geniş bir konu yelpazesi ve birçok teknikle eklektik tarzlardan oluşan, 17.yüzyılın sonları ile 18.yüzyılın başları arasında çok sayıdaki yapıtları 60 yıldan fazla bir süreyi kapsadı. O kadar fazla yağlıboya tablo, gravür, çizim ve litograf (taşbaskı resim) üretmiş olmasına rağmen tutkusunu hala tatmin edememiş kadar yoğun görünürdü.

Goya’nın yapıtlarını iki dönem içinde üretmiş olduğu anlaşılıyor: İlki sanatçının değerini kanıtladığı, duvar halılarını ve portreleri içeren dönem: İkincisi, Los Caprichos, Works of Art’dan Majas’a, Disasters of War (Savaşın Felaketleri) ve Black paintings’den (Kara resimler) Bull Fights’a (Boğa Savaşları) kadar çok çeşitli sanat eserleri üretmesiyle ifade özgürlüğüne adanmış bir dönem olarak nitelendirilir. Bu ikinci dönem –eleştirmenlerin fikrine göre– ağır hastalığının, belki de gençliğinde yakalandığı ve 46 yaşındayken ortaya çıkan akut başlangıcından sonra tamamen sağırlığa yol açan sifilisinin (frengi) yansımalarıdır.

İlk büyük üstatlardan sayılan Goya’nın sanatı, Barok akımdan Romantik akıma kadar uzanır; aralarında Manet ve Picasso gibi isimlerin bulunduğu birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. Yeni sanatsal eğilimlere ve ifade biçimlerine öncülük eden modern sanatın babası olarak değerlendirilebilir.

***

Goya, 30 Mart 1746 tarihinde, Saragozza kasabası olan Fuendetodos’ta mütevazi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Daha sonra, babasının gümüş ustalığı yaptığı Saragozza’ya taşındı ve fakir ailelerin yetenekli çocuklarının alındığı “Escuelas Pias de San Anton” isimli okulda eğitim gördü. 13 yaşındayken, Saragozza’da bir ressamın yanında çıraklık yaptı. Daha sonra, mahkeme ressamlarından olan arkadaşı Francisco Bayeu sayesinde Madrid’e taşındı.

1770 yılında İtalya’ya seyahat etti. Özellikle Milano’yu tercih eden ressam, Napoli’ye ve Giovan Battista Piranesi ile tanıştığı Roma’ya gitti. Sadece kadınlarla değil, gece kulüplerinde düzensiz bir hayat sürdüğü biliniyordu. Goya, Parma Akademisi’nin açtığı bir yarışmada yerini aldı ve Hannibal in the Alps (Alp’lerdeki Hannibal) isimli eseriyle, Paolo Borroni’den sonra ikinci seçildi.

Takip eden yıl, Saragozza’ya dönüşünden sonra ilk görevi olan Katedrali süslemek için kabul aldı. İki yıl sonra, bir ressam arkadaşının kız kardeşi olan Josefa Bayeu ile evlendi ve Aula Dei Manastırı’nın freskleri üzerinde çalıştı. 1774 yılında Madrid’e taşındı ve Mahkeme’de önemli bir yere sahip ressam Anton Mengs sayesinde, Kraliyet Salonlarının duvarlarında kullanılacak çizimler yapma şansı yakaladı. Bu duvar halıları, Saray halkının sonbahar ve kış aylarında gittiği, kentin dışındaki saraylar olan San Lorenzo Del Escorial ve Prado’nun duvarlarına asılacaktı. Takip eden 17 yıl boyunca buraya, halktan ve kırsal sahnelerden oluşan 62 çizim yaptı. Geleceğin Kral’ı IV. Carlos olacak prens ve karısı Maria Luisa Goya’nın eserlerini beğeniyordu. Bu vesileyse, Soyluların beğenisi kazarak onların portrelerini yapmaya başladı. 1780 yılında, oy birliğiyle Madrid’deki Kraliyet Sanat Akademisi’ne seçildi. Üç yıl sonra, kral III.Carlos’ın en genç kardeşi olan Don Luis’in bir ay boyunca misafiri oldu ve Prens Don Luis ve Ailesi’nin portresinin yansıra, Floridablanca Kontu ve Osuna Dükü ve Düşesinin de portrelerini yaptı. Sayısız portre siparişi alarak popüler olan Goya, Pintor del Rey (Kralların Ressamı) unvanını aldı. (1786)

1788 yılında kral III.Carlos öldü ve oğlu IV.Carlos tahta geçti. 1789 yılında Goya, Mahkeme Ressamı anlamına gelen Pintor de Camara unvanını aldı. Bu dönemde San Isidro Prairie isimli tuval üzeri yağlı boya tablosuyla ön plana çıkar ve muhtemelen üzerindeki ince detaylar nedeniyle duvar halısına hiçbir zaman dönüştürülmedi. Eser’in ağırlık noktası, 15 Mayıs’ta hac yolcularında yiyip içenlerin, çalıp oynadıkların aydınlık dolu ve mutlu bir atmosferin canlandırıldığı Madrid Koruyucu Aziz Günü Şöleni’dir.

O yıl, Avrupa aristokrasisini teröre sürükleyen Fransız İhtilali patlak vermişti ve 1792 yılında Fransa’da, Cumhuriyet ilan edildi. Bir sonraki yıl, kral XVI. Louis ve Marie Antoinette idam edildi. Fransa, İspanya’ya karşı savaş ilan etti. Madrid’de, Kraliçe’nin sevgilisi Manuel Godoy Başbakan seçildi. 1801 yılında Goya, İspanya’da en çok sevilen aynı zamanda da en çok nefret edilen bu adamın portresini resmetti.

1792 yılına geri dönersek, o yıl Goya ciddi şekilde hastalandı. İlk belirtileri 1777 yılında, 31 yaşındayken ortaya çıkan hastalığı, onu ölümün kıyısına getirdi. Uzun bir süre, Cadiz’de Sebastian Martinez isimli arkadaşının yanında kalıp, daha sonra çalışmaya başladığı Madrid’e geri döndü.

1795 yılında, Kraliyet Akademisi’ne Başkan seçildi. Kontes Alba’nın Portresi ve Alba Dükü’nü resmetti. Godoy, İspanya için elverişsiz bir barış anlaşması imzaladığı sırada Napolyon Bonapart Fransız ordusunun komutanı olmuştu. 1796 yılında Goya, 80 illüstrasyondan oluşan ve üç yıl sonra tamamlanan Los Capricho serisini çizmeye başladı. Bu seri, Goya’nın silindir şapkasının ve kendinden emin duruşunun yer aldığı otoportresiyle başlar. Aslında bu seri, Cervantes’in Don Kişot tarafından söylenen, El sueño de la razon produce monstruos’ın (Aklın Uykusu Canavarlar Yaratır) ünlü illüstrasyonu ile başlamalıydı. Tabloda, etrafı korkunç hayvanlarla; yarasalar, baykuşlar, bir vaşak ve siyah bir kedi ile sarılı, uyuyan biri (rüya gören bir sanatçı?) yer alır. Los Caprichos serisi, günahları, insanların kötü alışkanlıklarını, eksantrikliği ve kötülüğü yermenin dışında rahiplerin, din adamlarının ve Engizisyonun gücünü eleştirmek için çizildi. 1799 yılında Goya, Primer Pintor de Camara unvanını aldı.

Fransa’da Napolyon iktidara geldi. Birçok hazırlık çalışmalarından sonra Goya, istek üzerine IV.Carlos ve Ailesi’nin portresini yaptı. (1801). Goya, Godoy’un isteği üzerine, 1797 yılından 1800 yılına kadar, Maja Desnuda’yı (Çıplak Maya), 1800 yılından 1805 yılına kadar da Maja Vestina’yı (Giysili Maya) çizdi. Nü Maya tablosu Kilise tarafından yasaklandı ve Engizisyon tarafından cezalandırıldı, fakat güçlü bir Komisyon üyesi kararın reddini sağladı. Diğer ressamların çizdiği, gülümseyen kadınlardan oluşan nü çalışmaların aksine, Goya’nın Maya’sı, diğer çizdiği portrelerindeki gibi gülümsemiyordu; Goya’nın Maya’sı Yaşlı Kadınlar’daki gibi yüzleri makyajlı ve büyülü bir ifadenin yer aldığı Gerçekçilik tekniğiyle resmedilmişti.

1807 yılında, Portekiz’in istila edilmesi bahanesiyle Fransız askerleri İspanya’yı işgal etti. Godoy tahttan indirildi ve IV.Carlos tacından vazgeçti. VII. Fernando sürgüne zorlandı.

2 Mayıs 1808 tarihinde, Madrid’de devrim başladı. Halk isyanı bastırıldı ama deniz kana bulandı. Bu olay, Goya’nın iki tablosuna ilham oldu: Mayıs’ın 2’si, (1808) ve en ünlüsü, Shooting of May 3 (Silahlı Mayıs’ın 3’ü) (1814) tablolarıdır. İspanya Bağımsızlık Savaşı beş yıl sürdü. 1810 yılında Goya, Disasters of War isimli gravürler yapmaya başladı. Aynı dönemde, İspanya’nın başına geçen Napolyon’un kardeşi Joseph Bonapart’ın portresini yaptı. Disasters of War (Savaşın Felaketleri) isimli tablosunda, Fransızlar ve İspanyollar arasında yaşanan katliamı, şiddeti ve savaşın vahşetini resmetti. 1814 yılında, savaşı kaybeden Napolyon geri çekildi ve VII. Fernando İspanya’ya dönüp liberallere karşı şiddetli bir baskı süreci başlattı. Kralların beğenisini kazanan Goya, 2 Mayıs 1808 tarihindeki isyanı anlatan tablolar yaptı. 1816 yılında, The Bull Fight’a adanmış 33’ü de içeren bir dizi ünlü eser ortaya koydu. Goya’nın boğalara, matadorlara ve boğa dövüşlerine karşı olan tutkusu, resimlerine ölümcül şiddet sahneleri olarak yansımıştır.

1819 yılında, Goya Madrid’e yakın bir arazide, La Quinta del sordo isimli bir köşk satın aldı fakat oradan yeniden ağır biçimde hastalandı. Goya, 1802 yılında kendisine özel bir tablo yaptığı Dr.Arrieta tarafından tedavi edildi. Goya bir tablosunda kendisini, Dr.Arrieta’nın kollarında ona ilaç veren bir hastası olarak tasvir ettiği bir tablo resmetmiştir. (Dr. Arrieta treating Goya for a severe illness) 1820 ve 1823 yılları arasında, yaşadığı köşkün iki odasının duvarını 14 tane tablosundan oluşan bir seriyle süsledi. Bu seri, görüntüsü ve içeriği nedeniyle Black paintings olarak isimlendirildi. Bu serilerin içinde, Saturn devouring his sons (Oğullarını yiyen Satürn) ve The Pilgrimage to San Isidro (San Isidro Festivali) yer alıyordu fakat daha sonra bu eserler kaldırıldı ve Prado’da kanvas üzerine kopyaları yapıldı. Bu tablolar, Goya’nın dünyaya bakışının son halini yansıtıyordu. Geniş ve açık bir ağız ile göz yuvasının dikkat çeken beyazlığı; korkunç ve trajik yüzler, ressamın yoğun umutsuzluğunu ifade eder.

Baskıdan korkan Goya, Fransa’ya, Plombières-les-Bains’a gitmek için Kral’ın rızasını alabildi. Önce Paris’e gitti, ardından, aralarında ressam Delacroix’nın da bulunduğu birçok liberal arkadaşının terk ettiği Bordeaux’ya gitti. Daha sonra İspanya’ya iki kez daha geri döndü. İlkinde, Mahkeme Ressamlığından istifa etmek için Kraldan izin istedi (1826). İstifası kabul edildi ve Kral’dan hayli dolgun bir ücret aldı. Fransa’da, Bordeaux şehrinde sürgündeyken son resimleri olan Bulls of Bordeaux (Bordeaux Boğaları) isimli litografileri ve artık Romantik Akım’ının ilk habercisi olan muhteşem resmi The milkmaid of Bordeaux (Bordeaux’lu Sütçü Kız)’ı çizdi.

Goya, ölümünden 14 gün önce ortaya çıkan beynindeki kan pıhtılaşması sonucu, 16 Nisan 1828 tarihinde Bordeaux’da hayata gözlerini yumdu.

Goya’nın sanatı ve hastalığı

Goya, toplumu dönemin mevcut durumuna uygun resmetmiştir; bu tablolar, çocukların nezaketinden Maya’ların şehvetine, mantığının kontrol etmediği ve hayal gününün ortaya çıkardığı canavarların dehşetinden kadınların hiç gülümsemediği acınası sertliğine, savaş sahnelerinin felaketlerinden boğa dövüşlerinin şiddetine kadar zengin konu çeşitliliğine sahipti. En önemli portre ressamlarından biriydi. Goya, müşterilerini memnun etmek zorunda olsa da onları resmettiğinde, her zaman gerçek karakterlerini, lüks kıyafetlerinin ardında gizlenmiş günahlarını ortaya çıkarmayı ve toplumun sefaletini vurgulamayı ihmal etmemiştir. Bağımsız bir sanatçı olduğunda, sanat çalışmalarındaki tüm kısıtlardan uzaklaşmış ve canavarları, cadıları, şiddet sahnelerini ve hayal gücünü ortaya çıkarmıştır. Bunların hepsi, onun parçası olan endişe, anksiyete ve kabuslarla dolu kişiliğini yansıtıyordu. Bazı resimlerindeki, bu delilik ortamı mükemmelliği tarif etmiştir.

Biyografi yazarları Goya’nın resimlerinin, hastalığından önce ve sonra olarak iki döneme ayırır. Birinci dönem, neşe ve aydınlık ile nitelendirilirken ikincisi dehşet ve hayaletlerle nitelendirilir. Aslında erken döneminde bu tarz figürler ortaya çıksa da ve daha sonra kabuslarının şeklini almıştır. Bu iki dönem arasındaki çizgi muhtemelen hastalığıyla alakalıydı. Kasım 1792’de Goya, Seville’de ciddi derecede hastalanmış; görme bozukluğu ve sağ kolunun felç olmasının yanı sıra, depresyon, halüsinasyonlar, hezeyan ve kilo kaybı gibi semptomlar görülmeye başlanmıştır. 17 Ocak 1793 tarihinde arkadaşı Martin Zapatero’ya hastalığını anlatan bir mektup yazmıştı. Martin, Poca Cabeza (gece hayatı, tavernalar) dönemine gönderme yaparak, bu düzensiz hayatın onda zührevi bir enfeksiyona neden olabileceğini belirten bir cevap yazmıştı. Mart 1793’de Sebastian Martinez, Zapatero’ya, Goya’nın biraz daha iyiye gittiğini ancak iyileşme sürecinin çok yavaş olduğunu söyleyen bir mektup yazmıştı: Tengo confianza en la estaciòn y que lo baños de Trillo, que tomarà a su tiempo la restablezcan. El ruido y la sordera en nada han cedido, pero està mucho mejor de la vista y no tiene la turbacion que tenia, que le hacia perder el equilibrio 3. Nisan 1793’de Madrid’e geri dönmüştü, şiddetçi ölçüde işitme kaybı yaşanan Goya’nın hayatının geri kalanı böyle devam edecekti.

Ciddi hastalığının nedeni defalarca tartışılmıştı: Anti-sifilis tedavisinin yol açtığı sifilis ya da ensefalopati (beyin tümörü) miydi yoksa Goya’nın renklerinde kullandığı kurşunlardan mıydı? Yoksa bir damar rahatsızlığı mıydı? Maalesef, Goya’nın hastalığıyla ilgili elimizde bulunan tek referans, Zapatero’nun “Bu hastalığın doğası fecidir ve Francisco’nun iyileşme sürecini düşündüğümde çok fazla üzülüyorum,” şeklinde yazdıklarıyla sınırlıydı. Goya’nın acı çektiği bu hastalığın sebeplerini şimdi detaylı olarak irdeleyeceğiz. Üç yıl sonra, Goya yeniden ağır hastalandı. Artık tamamen sağırdı.

Goya’da giderek depresyon ve hipokondri (hastalık hastası) gibi ruhsal rahatsızlıklar da baş gösterdi ve sağır her insan gibi hayatı farklılaştı. Bu döneme ait Inquisition Court (Engizisyon Mahkemeleri) ve The funeral of the little seamstress (Küçük Dikişçi Kadının Cenazesi) gibi tabloları onun ruhsal rahatsızlığını tasvir eder. Hastalığının eserlerine etkisi üzerinde çok sık durulmuştur; önce ve sonra diye geçen iki dönemi afakidir; çünkü ikinci dönemde olduğu gibi erken döneminde de yaptığı tablolarında trajik ögeler görülmektedir; ancak ikinci dönem eserlerinde korku unsuru daha sık ortaya çıkar ve Caprichos’den Black paintings’e kadar görünen bu unsur, sanatının temelini oluşturuyor. Hastalığı (1796, 1819, 1825 yıllarında) çalışmaları yavaşlatsa da iyileşme sürecinin ardından tekrar şevkle çalışmalarına devam ederdi. Sağırlığın, sanatçının duygu durumunu nasıl etkilediğini gözlemlemek ve çalışmalarına nasıl yön verdiğini izlemek etkileyicidir.

Şüphesiz 1793 yılından sonra, Goya’nın çizim tarzında değişiklikler görülüyor. Ele aldığı konular, gerçekliğin giderek artan fantastik ve dramatik özelliğini ortaya koyar. Ressamın karşı karşıya olduğu değişim sürecinin belirgin bir örneği, Goya’nın aynı mekânı resmettiği iki farklı tablosunu karşılaştırdığımızda ortaya çıkar; 1788 yılında yaptığı Prateria di San Isidro (San Isidro Çayırı) ve 1820-23 yılları arasında yaptığı San Isidro Pilgrimage (San Isidro Festivali) eserlerini buna örnek gösterebiliriz. Biri neşeli ve hayat dolu, ikincisi ise otuz yıldan fazla bir süre sonra yapılan dehşet verici bir eser: Tören alayındaki kalabalık, ilahi söyleyen kadınlar ve erkeklerin ağızları ardına kadar açık, gözleri yukarıya bakıyor ve yüzleri birer maskeyi andırıyor.

Marazi sebepler

Açıkçası Goya’nın sağlık koşullarını araştıran yazarlar, sadece varsayımsal teşhis sonuçlarını sunabilmişlerdir. Tümü, merkezi ve periferik nörolojik lezyonların olduğu kanısındaydı fakat bu patolojik durumların nedenleri konusunda hepsi birbirinden oldukça farklı yorumlar getirmiştir2 3. Bazıları, sifilistik bir nedenden olduğunu ileri sürerken, diğerleri arteryosklerotik bir olasılık sunmuştur, bir kısmı da kurşun veya cıvadan kaynaklı kronik bir zehirlenme olabileceğini düşünmüştür.

Bize göre, bu üç etiyolojik nedenlerden hiç biri bir diğerini dışlamaz, aksine bu üçü de patolojik durumun ilerlemesi ve hastalığın sebebi konusunda aynı derecede etkiye sahiptirler.

Sifilis 18.yüzyılda oldukça yaygın bir hastalıktı ve sanatçının yaşam tarzı nedeniyle zührevi enfeksiyona yakalanacağı açıkça belliydi. Öte yandan, karısı toplamda yirmi tane gebelik geçirmiş, bunların sadece 5’i fetüs boyutuna ulaşmıştır ve ebeveynlerinin ölümünden sonra yalnızca bir oğulları hayatta kalmıştır ki bu da şüpheleri güçlendirir. Ancak, sifilis enfeksiyonu bulaşmış olsa da sadece sanatçının hayatının bir döneminde maruz kaldığı marazi göstergelerin birkaçı için açıklama sunacaktır. Nörolojik rahatsızlıkları, cıvalı işlemlerin iyatrojenik etkilerinden daha şiddetli hal almış olabilir. Sonuç olarak, sifilis tedavisi sadece gayak infüzyonlar veya saparnadan oluşmuyordu, hastalığın etkili bir şekilde iyileşmesini sağlayan cıvalı merhemler kullanılıyordu. Fakat aynı zamanda, sürekli kullanıldığında merkezi sinir sistemiyle ilgili lezyonları (cıva zehirlenmesi, depresyon) olduğu gibi, periferik alanlarda (optik nörit, baş dönmesi) ayrıca stomatopati, enterokolit ve renal bozukluklarına sebep oluyordu.

Cıvalı merhem, Berengario da Carpi ve Giovanni da Vigo tarafından 16.yüzyılda tedavi amaçlı kullanılmaya başlandı. Adı “Neapolitan ointment” (Napolili merhem) olan bu merhem sürekli kullanıldığında iyatrojenik lezyonlara sebep olma ihtimaline rağmen, dünya çapında kullanılmaya başlandı ve nerdeyse üç yüz yıl kadar kullanıldı.

Fernelius’tan Frambesarius’a, Ettmuller’den Ramazzini’ye kadar olan eski çağ yazarları hastalığını, “tremorem manuum” ve “gravem vertiginem terebricosam et continuam” başlangıcından cıva zehirlenmesine bağlarken, yapılan en son araştırmalar ise Goya’nın klinik geçmişini optik nörit ve depresyona dayandığına işaret ediyor.

Yukarıda belirtilen semptomlar her ne kadar sifilis hastalarında nadir rastlansa da özellikle iatrolipteslerde, diğer bir deyişle, mesleki faaliyetleri nedeniyle hastalara merhem sürülmesi gereken insanlarda görülür. Fakat, Goya’yı ele alırsak, ressam işi nedeniyle cıvayla daha çok haşır neşir olmuş olabilir çünkü bir zamanlar kırmızı rengi elde etmek için kullanılan cinaber adındaki madde, içinde fazlasıyla cıva bulundurur.

Öte yandan, sanatçının hastalığının, en azından kısmen mesleki faaliyetleriyle ilgili zehirli faktörlerden kaynaklandığını varsayarsak, renk elde etmek için kullanılan mineral kökenli pigmentlerin en zehirli olan kurşun içeren maddeler olduğu unutulmamalıdır. Bu metale, cilt veya solunum yoluyla devamlı ve uzun süre maruz kalınırsa nörolojik, bağırsak ve duyusal bozukluklara sebebiyet veren, yavaş gelişen bir zehirlenmeye yol açabilir.

Temel karbonat olarak beyaz kurşunun içerdiği kurşun kromat şeklinde krom sarısı, uzun yıllar kullanıldığında oldukça zararlı ve bazı renklerin zehirli olduğu uzun zamandır bilinen bir gerçektir. Mesleki rahatsızlıkları tanımlayan ilk kişi olan Bernardino Ramazzini çalışmasının tüm bölümünü (IX.Bölüm) ressamları etkileyen tipik patolojik koşullara ayırmıştır. (“De pictorum morbis”) Renklerdeki, en güçlü zehrin mineral pigmentlerinden kaynaklandığını ve rengin daha uzun süre kalmasını sağladığını savunur. (“cum metallici colores vegetabilibus longe durabiliores sint”) Bu mineral renklerin en önemli toksik bileşeni olduğunu ve bunun esas olarak ellerdeki deri tarafından emildiği, aynı zamanda giysilere de geçtiğini ve en kötü alışkanlıklarımızdan olan kalemi ağıza sokmakla bulaştığını biliyoruz. Metal yavaş yavaş mikrodolaşımda ve enzimatik sistemlerde değişikliklere neden olan organizma içinde birikerek daha sonra anjiyosklerotik lezyonlara ve nöropatolojik rahatsızlıklara neden olur. Tipik bir örnek olarak, bayılma nöbetlerinden oluşan ensefalopati, halüsinasyonlar, hezeyan, depresyon ve demansa kadar birçok psikolojik dengesizliğe yol açıyor. Eşit derecede tipik olan, retrokoklear sağırlık ve toksik labyrinthopati veya merkezi lezyonlara bağlı baş dönmesi sendromuna rastlarken, radial sinirin saturnin felci oldukça sık görülür.

Semptomatolojik örüntü Goya’nın klinik görünümü ile kıyaslandığında, ağır ilerleyici sağırlık, baş dönmesi, psikolojik depresyon, halüsinasyonlar ve koldaki felç epizodu, kronik kurşun zehirlenmesi ile ilişkili olabileceğini gösteriyor. Bununla birlikte, kurşun zehirlenmelerinde görülen oral mukoza, konvülsif epizodlar veya abdominal sancı gibi lezyonlar hakkında hiçbir bilgimiz yok.

Goya’nın kullandığı büyük miktardaki beyaz kurşun (kullandığı renklerin maliyeti ile ilgili faturalar ile kanıtlandı) dikkate alınsa bile, kurşun zehirlenmesinin ressamlarda oldukça nadir rastlanan bir durum olduğunu söylemek gerekir. Hatta bu varsayımsal teşhis, sadece Correggio ve Van Gogh’un psikopatolojik koşullarına yönelik bir açıklama sunma amacıyla yapılmıştır. Zehirli maddelerle temas eden başka meslekte çalışan insanlar daha büyük ve belirgin riskler taşıyor.

Şüpheler bu yüzden arttı ve hastalığın başka sebepleri olabileceği düşünüldü. Patolojik olayın sadece bir tek sebebi bu büyük İspanyol sanatçıyı hayatı boyunca etkilemiş olabilirdi. Fakat hastalığa neden olan, yukarıda bahsedilen faktörlerin iki veya daha fazlasının bir arada bulunması gerektiği sonucu çıkıyor çünkü bunların hiçbiri tek başına, bu semptomların hepsine sebep olması mümkün değildir. En olası hipotez, arteryosklerotik lezyonlara yatkınlığının yanı sıra, ağır metallere ve belki de sifilis enfeksiyonuna bağlı zehirlenme nedeniyle başka bir hasara yol açmış olmasıdır. Goya’nın şizofreni hastası olduğu iddiasının mantıklı bir dayanağı yok gibi görünüyor. Bu fikir, farklı dönemlerde resmedilen ve resimlerinde gözlemlenen ayrışmayı açıklamak için ortaya atılmıştı. Özellikle, üç atak veya dengesizliğin ardından hemen duyumsamazlık dönemi ve frenetik davranışlar aşaması vurgulanmıştır.

Bu mümkün değildi, çünkü böyle bir psikopatolojik durum sanatçının kişiliğini ciddi bir şekilde etkilemiş olurdu. Saplantılı davranışları, ikinci dönemin tipik özelliği olan sanatsal özgünlüğünü korumasına izin vermezdi.2 Gerçekten de Francisco Goya’nın yaratıcı ve özgün kişiliği büyük ölçüde bu dönemde ortaya çıkmış, nihayetinde kendi hayal gücünü ortaya koymuştur; görev amaçlı yaptığı sanat eserlerinin ve Mahkeme Ressamı sıfatının yarattığı kısıtlardan kurtulduğun hissettiği çalışmalardır. Ciddi bir psikopatolojik durum olduğunu öne süremesek bile, Goya’nın hastalığının artan komplikasyonlarının özellikle vurguladığı bir depresyon durumundan mustarip olduğu şüphesizdi. Özellikle sağırlığının artan şiddeti, sıkça ortaya çıktığı gibi, hayal dünyasına sığınma arayışı, melankoli, yalnızlık gibi duyguların da uyarılmasında önemli bir rol oynamıştır. Zamanla, öğrencilerinin sorularını duyamayacak kadar neredeyse tamamen sağır olan Goya akademiyi bırakmak zorunda kalmıştır. “La sordera es tan profunda que absolutamente non oye nada” (numero di Valles Varela) (Sağırlar tarafından iletişim kurmak için kullanılan, işaret dili olarak yorumlanan bir el çalışması) bu bağlamda, 1812 yılında Maestro tarafından üretilen ve geçmişte elin çeşitli konumlarına dair anatomik bir çalışma olarak kabul edilen bu çalışma, 1998 yılında Ferrerons ve Gascon3 tarafından alfabenin işaretleri olarak yeniden yorumlanmış, yani Goya’nın yeni bir iletişim aracı kurmak için yaptığı ilk girişim olduğu unutulmamalıdır.

Kuşkusuz bu ağır engel, büyük sanatçının psikolojisini etkilemiş, depresyon aşamasına gelmesini, en çok da kulak çınlamasını, baş ağrısını, konuşma bozukluğunu ve hezeyanı tetiklemiş, devamında ise insanlarla iletişimi çok daha zor hale gelmiştir.

Sonuç

Delilik ile deha arasındaki ilişki gibi onun sağlıksız durumuyla ressamlığının ilişkili olduğunu görmek hayret verici. Şüphesiz, sanatçının bedensel engeli ve özellikle de psikolojik durumu hem erken dönem hem de ikinci dönem çalışmalarıyla bağlantı kurar. Hem edebiyatta hem de sanatta bu tür örnekler oldukça fazladır. Edebiyatta, verem hastalığıyla ilişkili çok çalışmalar yapılmış ve deli sayılabilecek büyük sanatçılar tarafından birçok önemli sanat eseri üretilmiştir. Sonuçta, insan beynindeki delilik ve deha nöronları birbiriyle bağlantılı yerlere sahiptir. Sanat eseri, beynin iki sürecinden geçer: Görsel izlenim ve sonra onu bir sanat eserine dönüştürmek; görmek dahiliğe, sanata dönüştürmek ise deliliğe atfedilir. Dâhiler, görüntüyü “normal” bir insandan farklı olan parametrelere göre görür ve detaylandırır; Dâhinin sürekli olarak deneme yapması gerekir çünkü kendisi, farklı ve yeni rotalarda görür ve günlük yaklaşımları kullanamaz. Bu nedenle, dâhilerin de biraz deli olması şaşırtıcı değildir. Goya’ya gelince, o bir istisna değildi, çünkü hastalığından önce bile, resimleri trajik unsurlar içeriyordu fakat hastalığından sonra da çalışmaları yukarıda bahsedilen özellikleri taşımaya devam edip karanlık ve kasvetli eserlere dönüşmüştü. Onun yaratıcılığı taklit edilemez bir ustalıktadır.

Kaynaklar:
1. Hughes R. Goya. Milano: Ed. Mondadori; 2006.
2. Sterpellone L. Pazienti Illustrissimi. vol. II. Roma: Ed. Delfino; 1986. Francisco Goya.
3. Vallés Varela H. Goya, su sordera y su tiempo. Acta Otorrinolaringol Esp. 2005;56:122–131. [PubMed]
4. Ramazzini B. De morbis artificum diatriba. Modena: Ed. Capponi; 1700.
5. Fallopio G. De morbo gallico. Padova. 1563
6. Fernel JF. Medicina. Paris: Ed. Wechelum; 1554.
7. Ettmuller M. Opera omnia. Venezia: Ed. Hertz; 1734.
8. Molfino F. Medicina del lavoro. Torino: Minerva Medica; 1959.
9. Hagen RM, Hagen R. Goya. Roma: Gruppo Editoriale l’Espresso; 2003.

©® Düşünbil Dergisi 2020

Yazarlar: D. Felisati ve G. Sperati
Çevirmen:
Catherine Colette Kebapcıoglu
Çeviri Editörü: Elif Arslan
Kaynak: NCBI


Paylaş
Exit mobile version