Site icon Düşünbil Portal

Freud’un Haklı Olduğu Üzerine Bir Beyin Araştırmacısı

Illustration by Christian Loui S Gamolo
Paylaş

Ekim 1895’te, zihnin en gizemli mekanizmaları Sigmund Freud için ansızın yerli yerine oturdu. Viyanalı psikanalist, soluksuz yazdığı bir mektupta bu keşfini meslektaşı ve sırdaşı olan Wilhelm Fliess’e bildirdi. Oldukça verimli bir gecenin ardından birden engeller kalktı, maskeler düştü ve nevrozların detaylarından bilincin belirleyicilerine kadar her şey berraklaştı” diye yazdı. O gecenin sonucu, ürpertici nitelikteki başlığıyla, Freud’un ilk çalışmalarından biri olan “Bilimsel Bir Psikoloji Projesi” idi.

Freud’un “Projesi”, onun adını duyuracak ileri kuramlarla yalnızca en basit düzeyde benzerlik taşıyordu. Gizemli matematik sembolleriyle kaplanmış ve dallara ayrılan sinir sisteminin kaba, tuhaf çizimleriyle süslenmiş dopdolu sayfalarda Freud, ruhu/psişeyi (psyche) enerjik bir “aygıt” olarak tanımladı. Zihin bir makineydi ve bu makine, aceleci bir rahatlama içinde sinir sisteminin karmaşık borularından, adeta kendisini boşaltmak için uyarılma geliştirmiş olan bir bataryaya benzemekteydi. Freud’un “Proje”ye yönelik hevesi, çok geçmeden yatışmış olsa da özellikle hastalarını birikmiş arzuları dışa vurmaya teşvik ettiği konuşma terapisinin basit işleyişi gibi daha olgun birtakım düşüncelerinde, ondan arta kalanlar yeniden hayat buldu.

Birçok modern beyin araştırması, Freud’a karşı kayıtsız ya da küçümser davrandığından; onun ele aldığı psikolojinin, “bilimsel” anlamda rağbet görmesi şaşırtıcı gelebilir. Ancak nöropsikolog ve psikanalist Mark Solms, “Gizli Pınar: Bilincin Kaynağına Yolculuk” (The Hidden Spring: A Journey to the Source of Consciousness) adlı heyecan verici son kitabında, o ekim gecesi Freud’un bıraktığı yerden devam ediyor. Çoğu kendisine ait olan kapsamlı bilişsel bilim araştırmalarından yararlanan Solms, Freud’un kuramlarının güncel beyin araştırmalarının bazı temel bulgularına öncülük ettiğini ileri sürüyor. Solms’un gözünde, o tartışmalı fikirler, yalnızca zamanının çok ötesinde olmakla kalmıyor; aynı zamanda bu fikirlerin, hâlâ günümüz sinirbilimine öğretecek bir şeyleri olduğu da görülüyor.

Solms’un deyişiyle, sinirbilim (nöroloji) kendini, hem beynin tepesindeki dış katmanda bulunan serebral kortekste hem de incelikli, rasyonel, derin düşüncelere atfedilen daha üst seviye bilişte, bir sabitlenmenin baskısı altında buldu. Ona göre çağdaş sinirbilim, bu saplantının yarattığı “teorik atalet” nedeniyle şiddetli arzular, duygular ve zihinsel yaşamımızı oldukça besleyen baskılar gibi Freud’un keşfetmeye koyulduğu, psişenin bazı daha temel yanlarını ihmal etti.

Solms, bu fenomenleri daha iyi kavrayabilmek amacıyla zihnin daha derinlerini kazmaya çabalıyor. Böylece, “beyin sapının yoğun ve düğümlü haldeki çekirdeğine” daha çok dikkat çekerek ikna edici bir iddiada bulunuyor. Ona göre, “zihnin kaynağı, varlığının kökeni olarak bilincin ortaya çıktığı yer” buradadır, kortekste değil. Kitabının başlığı da işte buradan gelmektedir.

Anatomik bakış açısındaki bu kayma, psikolojide de benzer bir değişimi beraberinde getirir. Serebral korteks odaklı araştırmalarında sinirbilimciler, üst düzey bilişin merkeziliğini vurgulama eğilimi gösterirdi. Ancak Solms’un açıkladığı gibi; duygularımızın, hazlarımızın ve arzularımızın merkezinde beyin sapı yer almaktadır. Solms, bu konuyla ilgili şöyle yazar: “Duygulanımın ve bilincin sinirbilimsel kaynakları, birbirlerine en basit tabirle ‘derinden bağlanmış’ olduklarından” varılacak sonuç, “hislerin, bilinçli deneyimi kapsadığıdır.” Başka bir deyişle Solms, zekice düşüncelerimizi daha temel hislerimizden bir şekilde ayıran zihin modelinin etrafından dolaşmayı amaçlar. Bunun yerine, görünüşte akılsız duran dürtülerimiz, büyük ölçüde, bilinçli düşüncemizin daha sofistike biçimlerinin temelini oluşturur. Algı, hafıza ve istemlerin oluşturduğu zihinsel yaşamımız, yalnızca Shakespeare’in bahsettiği “soğukkanlı mantığın” [1] bir eseri değildir.

Solms’un tasarısıyla ilgili belki de en çarpıcı nokta, Freud’un gerekli altyapıyı çoktan hazırlamış olduğuna dair ısrarıdır. Solms’un “Gizli Pınar”ın ilk bölümlerinde açıkladığı gibi kendisi, Freudyen psikanalizi basitçe bilimin onu götürdüğü yolu takip ederek benimsemişti. Örneğin, onun ilk sinirbilim çalışması, uyku ve rüyalar üzerine araştırmalar içeriyordu. Solms’un sinir sistemi üzerinde çalışmaya başladığı 1980’lerde rüyalar, Freud’un haklı olduğunun kanıtlanması için pek mümkün olmayan bir izlekti. O dönemde araştırmacılar, rüya görmeyi REM uykusuyla, bir nevi “bilinçsiz” olma durumuyla bağdaştırdılar. Solms, dönemin bilimsel görüş birliğini, araştırmacı Allan Hobson’ın sözleriyle şöyle özetliyor: “Rüya görmenin birincil itici gücü psikolojik değil, fizyolojiktir.” Bu modele göre rüya, derin anlamlara sahip fantezilerden çok, sinirsel bir hazımsızlık gibi görülüyordu.

Buna karşın, Freud’a göre her rüya, bilinçdışı bir isteğin ifadesiydi. Analist ve hasta, Freud’un “açık içerik” olarak adlandırdığı, rüyanın belirgin imgelemlerinden kalan artıklara dalarak; Freudyen terminolojide “gizli içerik” olarak anılan, derine gömülmüş ve bastırılmış arzuları ayırt edebilirdi. Solms, çok geçmeden, rüyaların “anlamlı” kabul edildiği bu anlatının hakikate, çağdaş sinirbilimcilerin farkına vardığından daha yakın olduğu sonucuna vardı. Sinirbilime dair araştırmasıyla, “beynin REM uykusu bölgesinde hasar olan hastaların yine de rüyaları deneyimleyebildiğini” keşfetti. REM uykusunun kesinlikle rüyalarla bir bağlantısı olsa da beynin sinir demetlerinden oluşan ve genelde psişenin “ödül sistemi” ya da “isteme sistemi” olarak anılan bir başka bölümü de belli bir rol üstleniyordu. Solms, bu bölümün, “beynin ‘isteklerden’ sorumlu olarak düşünülebilecek tek kısmı” olduğunu yazar ve devam eder: “Böylece, sinirbilimin Freud’a bir özür borçlu olduğu açıkça görülür.”

Freud’un rüyalara dair çalışmalarını okuyanlar, çoğu zaman onun, ustaca kurulmuş dedektif hikâyelerini andıran, hastaların karmaşık gececi imgelemlerini deşifre etmeye özen göstermesine ilgi duyarlar. Solms ise daha temel bir olgudan, rüyaların özünün isteklerin dışavurumu olduğu fikrinden etkilenmiş gibi görünüyor. O halde, Freud’un haklı olduğu, Solms’un ise modern beyin biliminin yakında benimseyeceğini umduğu nokta; dürtü ve arzularımızın zihinsel yaşantımızdaki önemidir.

Bu temel kavrayışa dayanan “Gizli Pınar”, psişenin rekabet içinde olan ihtiyaçlarını ve baskılarını dengeleme çabasına dayanan, Freud’un modeli gibi bir zihin modeli kuruyor. Solms aslında, nabız gibi atmakta olan zevk ve acılarımızın dünyayla etkileşimimizi nasıl yönlendirdiğini, böylece bir bilinmezlik denizinde yolumuzu nasıl bulabildiğimizi gösteriyor. Şüphesiz, Solms’un çağdaş sinirbilim, psikanalitik kuram, vaka geçmişleri ve zihin felsefesi ekseninde dolaşmasıyla “Gizli Pınar”, yer yer baş döndürücü bölgelere yönelebiliyor. Termodinamik ve bilgi kuramından yararlanan bölümlerle birlikte kitap, sinirbilim alanını uzun süredir meşgul etmekte olan ve öznel deneyimin nasıl salt maddeden kaynaklanabildiğini araştıran “bilincin zor problemi” gibi felsefi bulmacalara karşı, zihin tasavvurunu sınayarak sona eriyor. Ancak “Gizli Pınar”ın geniş kapsamı göz önünde bulundurulduğunda, tüm bunlar; fevkalade açık, yerli yerinde ve heyecan verici bir okuma deneyimi oluşturuyor.

Freud’un düşüncesi, pek çok modern sinirbilimci için ölü, toprağa gömülmüş ya da en iyi ihtimalle unutulmuş durumdadır. Ancak Freud’un yazdığı gibi, “Anlaşılmamış olan şey, tıpkı son yolculuğuna uğurlanmamış bir hayalet gibi, kaçınılmaz olarak tekrar ortaya çıkar; gizem açığa çıkana ve büyü bozulana kadar huzur bulamaz.” Bastırılan her şey geri dönerken Solms’un mezardan çıkardığı psikanaliz de özellikle Freud’un arzunun, fantezinin ve duygulanımın zihinsel yaşantımızdaki işleyişiyle ilgili öğrettiklerini inkâr etme isteğinde olanları, doğal olarak rahatsız eder. Freud’un kendi bilimsel projesini terk etmesinin üzerinden yüz yıldan fazla zaman geçmişken onun çalışmasına dönmek, bir nevi akıldışı görünebilir. Neyse ki “Gizli Pınar”, akılcı düşüncenin tam olarak göründüğü gibi olmadığına dair elzem bir hatırlatmada bulunuyor.

Dipnot: 

  1. Bir Yaz Gecesi Rüyası, V. Perde, I. Sahne Theseus’un Sarayı’nda açılır.
    Hippolyta:       Theseus, bu âşıklar garip şeyler anlatıyorlar.
    Theseus:         Garip mi garip, gerçekten de öyle;
    Böyle geçmişten kalma acayipliklere,
    Peri masallarına inanmam ben asla
    Âşıklarla kaçıkların fantezileri biçimlendirmede
    Öylesine ateşli beyinleri var ki,
    Görürler soğukkanlı mantığın görmediklerini.
    (William Shakespeare, Bir Yaz Gecesi Rüyası, Çev. Özdemir Nutku, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2021, s. 77) (e.n.)

©® Düşünbil (2022)

Yazar: Jess Keiser
Çeviren: Zeynep İrem Çobanoğlu
Çeviri Editörü: Selin Melikler
Kaynak: washingtonpost.com


Paylaş
Exit mobile version