Site icon Düşünbil Portal

Gülerken, “gerçekten gülmekte olduğunuza” emin misiniz?

gulmek
Paylaş

Gülmek üzerine okuduğum birkaç makale ve bir iki kitap, popüler bilim dergilerinde yayınlanan tezler bana yeterli gelmemişti. Bir eksiklik vardı. Bana göre, gülmeyi anlatmak için söze başlayıp başka şeyler anlatıyorlardı. Oturdum; karşıma da kendimi alıp uzun uzun düşünmüştüm. Ve yıllar sonra bu yazı çıktı.

Sonuç olarak; sosyolojik, psikolojik, kültürel vb. yanlarıyla üzerinde çok şey yazılıp çizilen ve bugün ulaştığı anlamıyla oluşmuş “gülmek” kavramı ile “gülmek eylemi” arasında kurulan ilişkilerin “neredeyse hiç bir bağı olmadığını”fark ettim. Evet, “Nerdeyse!…” çünkü o güne kadar konu üzerine harcanan emeklere saygısızlık etmek istemiyordum.

Dahası “Gülme Eylemi”nin bedenimizin acil fiziksel/kimyasal süreçlerinin son toplamında “biyolojik ihtiyacı karşılama refleksi” olduğunu fark ettim…

Şimdi durun ve gülme eylemimizin genelleşmiş hareketleri olarak aklımıza gelenleri birlikte gözden geçirelim.

Örneğin; “Katıla katıla gülerken…”

a- “Yüz kaslarımız gerilir, esner…” (Hani gülerken yüzümüz kırışır ya.)

b- “Karın kaslarımız gerilir, esner…” (Çok gülünce karın kaslarımız ağrır ya.)

c- “Akciğer altı diyafram kasımız; karın kaslarının da desteği ile gerilir ve esner…” (Yine sarsıla sarsıla güleriz ya.)

d- “Karın ve diyafram kaslarımızın desteği ile sıkıştırılan akciğerlerimiz; kademeli olarak içindeki havayı kasılma/esneme/gerilmeler yani kahkaha sesi eşliğinde dışarı verilir…” (Gülme yüksek sesli bir hal alır.)

e- “İşte kalbimiz de bu kasılmalarla oluşan basınçla daha da fazla kan pompalar…” (Yüzümüz pembeleşir, kızarır.)

Peki, tüm bunlar hangi ihtiyaca dayanır, yani sadece gülme görüntüsü verme çabamız olamaz, değil mi?

Evet, işte acı gerçek burada başlıyor.

Tüm bu gülme eylemimizi oluşturan hareketler; sadece basıncı artırılarak akış hızı/debisi artırılmış olan kan dolaşımımızın kafa (beyin) bölgesine (küçük kan dolaşımı) yüksek hız ile daha fazla kan gönderilmesine yol açar.

Zaten gülme sonrasında alı al moru mor olarak kızarmamız da bundandır…

Peki bu kadar kan, nasıl bir ihtiyacı karşılamak için kafa bölgemize pompalanır?…

Hatta yüz kaslarımızın (a şıkkı) gerilmesi, kafa bölgesine gelen kanın “kafa iç bölgesine” doğru yönelmesi için gerek ve şarttır.

Peki kafa iç bölgemizde ne vardır? Beyin!… (Aaa, tamam şimdi olduuu!)

Beyinde bütün sinapsların, bir orkestra tarafından çalınan eserin “kreşendo anındaki yükselerek patlaması” gibi aynı anda veri aktarması sonrasında; yüksek oranda sakkarozun fosfor eşliğinde yakılmış olur…

Enerji yakıtının tüketilmesi sonrasında ortaya çıkan açık ise, (durduk yerde kanda bir sakkaroz yükselmesi olamayacağı için) beyine gelen kanın hızını artırarak debisinin (yukarıdaki işlemler) yükseltilerek kapatılmasına bağlıdır…

Peki buna ne sebep olmuş olabilir?…

İşte, şimdi bu sahneye dikkat ediniz:

O sırada aramızdan birisi fıkra anlatıyor ve biz pür dikkat izliyoruz.

Fıkranın kısa bilgilerinin kurgusu (hani, iyi anlatana da bağlıdır ya) aynen bir yay gibi bizim “algılama ihtiyacımızı”artan merakla birlikte gittikçe daha yükseğe taşıyordur. İlgi yoğunluğundan o sırada adeta boşlukta yüzüyor gibi oluruz…

Bir türlü eksik kurguyu kafamızda birleştiremiyoruz ve büyük bir merak ve ilgiyle o sihirli anı bekliyor oluruz.

Yani fıkranın son sihirli sözüne kadar kurulduk ta kurulduk; fıkranın sonunu bekliyoruz.

İşte o son söz söylendiğinde, o ana kadar kurulmuş olan yay kırılır ve süper pozisyon yani “Algı Bütünleşmesi”gerçekleşir!… Ve algımızın o süper noktasında, sinapslarımızın hizmetindeki sakkaroz fosforla parçalanıp sular seller gibi enerjisini boşaltır… Sakkaroz moleküllerinin parçalanırken çıkan tınısı (frekans ya da impuls) “Algımızın tınısıyla”birbirine karışır.

Aniden acil durum alarmı orayı kıyamet yerine çevirir.

Çünkü boşalan yani yakılan enerji yeni sakkaroz ile derhal takviye edilmelidir…

İşte yukarıdaki sıralı fizyolojik işlemlerin tümü; beyinde oluşan bu enerji eksikliğini gidermek içindir…

Bizim “gülmek” diye “görüp algıladığımız şey” ise aslında “algı gerçekleştiği anda bitmiş bir işlemin” ihtiyacı olanları karşılamaktan ibarettir… Bu noktada artık “Gülmek, algının egzostudur” da diyebiliriz.

Sahi gülerken, “gerçekten gülmekte olduğunuza” emin misiniz?

Yazar: Metin Karadağ
Kaynak: herkesebilimteknoloji

Yayınladığımız alıntı yazılarda yanlış ya da güncel olmayan bilgiler, imla hataları veya anlam bozuklukları bulunması durumunda bundan Düşünbil Dergisi sorumlu değildir.


Paylaş
Exit mobile version