Site icon Düşünbil Portal

Hegel’i okumanın zorluğu üzerine düşünmek

Paylaş

Kısmen büyük bir online düşünce dergisi, Hegel’in zorluğu hakkında kısa bir makale yazmakla ilgilenip ilgilenmediğim konusunda yaklaşık altı ay önce benimle iletişime geçti. Teklifi kabul ettim ve makalenin ilk taslağını yazıp gönderdim, sorunun ne olduğunu soran birkaç e-posta göndermeme rağmen de o günden beri hiç yanıt alamadım. Görünüşe bakılırsa sonu hiçbir yere varmayacağından, o makalenin materyal ve fikrinin geliştirilmiş halini buraya yazıyorum. 

Öğrenmek, bir şeyleri hafızaya kaydetmek değildir; başkalarının düşüncesi ancak düşünülerek öğrenilebilir ve başkalarının düşüncesini düşünmek de öğrenmektir. — Hegel, Hukuk Felsefesinin Prensipleri

Hegel zordur; yazılarıyla iç içe olan insanlar için bu şaşırılacak bir durum değildir. Ancak öyle ya da böyle, Hegel’in zor oluşu kasıtlıdır. Bugün, kitaplardaki yorumlardan tutun online gönderilere kadar her yerde bulunan yorumlar ve görüşler, çoğu insanın deneyimi hakkında iki şey söylemektedir: Terminoloji büyük bir engel ve diyalektik tarz, olumsuzlama söz konusu olduğunda bir önermeden diğerine ne kolay ne de açık bir şekilde geçemiyor gibi görünüyor.

Bilinenin aksine Hegel, felsefesini sadece felsefi olmak için değil, düşünce çalışmasının kendisini göstererek başkalarına nasıl kendileri için düşüneceklerini öğretmek için yazmıştır. Öğrenmek için düşünmemiz gerek, peki düşünmeyi öğrenmeye ne demeli? Tinin Görüngübilimi kitabı aslında felsefi düşünmeyi öğrenme dersi olmak için yazılmış… Ancak nasıl sonuçlandığını hepimiz biliyoruz.

Terminoloji problemi bakımından bu aslında büyük bir sorun değil. Büyük ölçüde sorunun biri gayret, diğeri ise okuma sırasıdır. Bunu nasıl mı söylerim? Çünkü kendi deneyimime göre bu gerçekten doğru. Önsel bir Hegelcilik bilgisi olmadan teknik olarak başlanabilecek iki Hegel kitabı vardır: Tinin Görüngübilimi ve Mantık Bilimi. İlk kitap biraz felsefi beceri ve kavram bilgisi gerektiriyor, ancak Hegel’in kendi anlamları yavaş yavaş ve üstü kapalı biçimde oluşuyor. İlk geçişinizde her yazan şeyi bilmeniz gerekmiyor. İkinci kitap ise ilkinde bulunan bazı temel kavramların açıklamalarını veriyor ve bu sayede salt kavramsal formda daha okunabilir ve net oluyor. Bunların hiçbiri kolaylıkla okunmuyor, ancak ikisi de bazı şeyleri biraz kolay tanımlıyor. Daha çok Mantık Bilimi böyledir. Ve kendi tanımlarımızın düşünme egzersizi olmasının sakıncası yoksa çok da uğraştırıcı kitaplar değillerdir.

Tarz sorunu olarak, Hegel’in açık bir şekilde yazabildiğini “Who Thinks Abstractly?” isimli kısa satirik denemesinden daha iyi kanıtlayan bir örnek yok. O zaman neden bu yazdığı tarzda yazmayı seçmiş? Neden açıkça yazmamış? Çünkü, Hegel’in belirttiğine göre kuramsal düşünce yoğunluk ve zaman zaman metodunun sergilenmesini gerektirirdi. Hegel, düşünmenin kendisinde hakikati bulduğunu iddia ediyordu. Bu yüzden de bir düşünceyi düşünmek gözden kaçamaz ve kaçmamalıdır. Hegel’e kalırsa kendisi açık seçik yazıyordu. Felsefesinin yani metodun temelini açıklamanın gerçek faydasını hesaba katmayı başaramadığı için suçlanabilir Hegel; ancak onun, önce bir şeyler aracılığıyla düşünmeden ve ne yaptığımızı fark etmeden metodun gerçek anlamda doğrulanamayacağını düşündüğünü göz önünde tutmalıyız. Eğer metot bize direkt olarak verilseydi, onun kullanarak değerlendiğinin kıymetini anlayamayacaktık.

Burada söylemem gerekir ki, metot konusunda Hegel’e katıldığım ve katılmadığım noktalar var. Katılıyorum çünkü tıpkı bir şeylerin sadece iddia edilip düzgünce anlatıldığı diğer felsefeler gibi olsaydı Hegel’in felsefesinin hiçbir özel yanı olmazdı. Hegel’in argümanları eşsiz ve düşünsel çaba göstermeden katlanılacak ve üzerine çalışılacak gibi değiller.

Katılmadığım şey ise, düşüncedeki yolculuğuna daha hızlı ve kolay eşlik edebilmemiz için metoduna asla basit bir açıklık getirmemiş olması. Kendi deneyimim, metodun ne olduğu ve neden iyi bir şey olduğunu bilmek için yanıp tutuşan arzulardan biriydi. Bu düşünceyle, onun çalışmaları hakkında ve çalışmalarından okuduklarımı düşünürsek çok da az bir zaman harcamadım; çalıştığım düşüncelerde ne olduğuna yavaş yavaş daha da çok kafa yormaya başladım. Bu düşünce yolculuğu, olmasından şüphe duyacağım şekillerde düşüncemi etkiledi, daha en başından cevapla karşılaştım, ancak deneyimin anlamayı bu derece iyi ve benzersiz yapıp yapmadığını sorguluyorum. Hegel’in bu konudaki seçimine katılmıyorum çünkü anladıktan sonra açıkçası bunun en aptalca vakit kaybı olduğunu düşündüm ve kendimi bu beladan korumayı istedim. Evet, hakkındaki birçok kötü popüler literatüre göre bu tamamen Hegel’in suçu değil, ancak önemli bir hatası da var. Sürükleyici öğrenmeyi ve bir şeyleri kendi kendime anlamayı seviyorum, beni yanlış anlamayın ama bu konuda Hegel’e verdiğim yeri ve zamanı artık başka bir filozofa vereceğimi sanmıyorum.

Neye katıldığıma dönecek olursak, Hegel’in yazma tarzı, yoğun içeriğinin incelenmesiyle bir düşüncenin kendisini düşünme deneyimine açarak okuyucuyu yavaşlatmak ve okuduklarını düşünmeye itmek üzerine kurulu bir tarzdır. Tinin Görüngübilimi’ni, Mantık Bilimi’ni ya da başka bir Hegel çalışmasını okuyan bir kimse, aşağı yukarı aynı tarzla karşılaşır. Hegel’in metodu, okuyucuyu onunla birlikte düşünmeye ve sonrasında bu düşünce hakkında düşünmeye davet eder ancak düzgün bir sırayla düşünceleri sonuçlandırmaz. Hegel bize felsefi bir öğreti sunmak istemiyor, daha çok her özgün düşünsel gelişmede örtük olan düşünceyi, yani düşünsel çabanın kendisini sunmayı istiyor.

İşte Hegel’in Hukuk Felsefesinin Prensipleri kitabından bir örnek:

İfade özgürlüğü, hükümetin sağlamlığının sonucu olarak zararsız bir karakter kazanmasıyla güvence altına alınır.

Bundan nasıl bir anlam çıkarırız? Çok zor değil ancak burada amacım eğer bunu deşifre edebilirseniz Hegel’i de deşifre edebileceğinizi göstermek. İfade özgürlüğü, birinin sansür tehdidi olmaksızın istediğini söyleme özgürlüğüdür. Peki, kim söyledikleri için sansürlenir? Benimsenmeyen duruşlar sergileyen insanlar, birini veya bazı grupları aşağılayan insanlar ya da toplum ve başta olanlar için ciddi soruna sebep olabilecek şeyleri dile getiren insanlar. Peki ama neden benimsenmeyen konuşma sansürlenir? Konuşma sadece sözlerdir, değil mi? Pekala, sözler her zaman boş laflar değillerdir. İnsanlar her zaman sırf şikayet etmek için şikayet etmez; hakaretler tartışılmadan bırakılırsa ciddi sonuçlar doğurur; ve sözler, toplumsal düzeni ya da iktidarda olanların rahatını bozabilecek eylemlere sebep olabilir. Ancak, eğer bu sözler doğrudan tehditkar ve toplumsal anlamda zarar verici değilse, popülerlik ya da güce bakılmaksızın ifade özgürlüğü olarak korunur.

Hegel’in sergilememizi istediği düşünce budur. Bu düşünce akıl yürütmedir. Ne zaman herhangi bir şey öne sürseniz, o iddianın içindeki birçok şeyi de dolaylı olarak kabulleniyorsunuzdur. İfade özgürlüğünü düşünmek, onun gizliden gizliye ne anlama geldiğini ya da kavram olarak gerçekten nasıl bir şey ifade ettiğini de düşünmektir ve böylece düşünce zincirini bir düşünceden diğerine takip edersiniz. İfade özgürlüğünü düşünürken, sansürü de düşünürsünüz. Ardından neyin sansürlenip neyin sansürlenmediğini de düşünürsünüz ve toplumsal dünyadaki çılgınca ya da tehlikeli bile olan pek çok benimsenmeyen duruşu düşünene kadar deneyimden yararlanırsınız; ve birçoğu güçsüz ve etkili eylem yaratmaktan aciz olduklarından onlara izin verildiğini fark edersiniz, yani “zararsızdırlar”.

Hegel’in öğretme metodu, kavramların gelişiminin kendi içeriklerine karıştığı bir metottur. Ancak hareketin parçaları okuyucudan önce özgürce salınırken, Hegel bu düşünceleri birbirine bağlayan tam açıklayıcı hareketi okuyucuya vermiyor ve vermeyecektir de. Hareketin tam olarak ele alınması, ileri sürülen yoğun düşüncelerin altındaki şeyi çözüp nereye vardıklarını görmek okuyucunun kendi vazifesidir; bu yüzden de düşünceyi kendi düşünceleri yapar. Bu noktada Hegel’in deneyim ve pratiğin en iyi öğretmen olduğuna inancı tamdır. Peki deneyimlememizi söylediği aktivitede Hegel bize neyi gösteriyor? Düşünme; herhangi özel bir öğretime ihtiyaç duymaz, zaten her zaman aktiftir ve düşünme eyleminde kendini açığa çıkarır. Durup düşünme deneyiminin kendisine bakacak olursak, gerçekten hangi mantık ve düşünceyle oluştuğunu anlayabiliriz. Düşüncenin sabit ve boş olduğunu ve akıl yürütmenin birkaç elite özgü bir şey olduğunu öne süren yaygın kanının aksine, Hegel’in felsefi anlatımı bunun tam zıttını gösteriyor: Tüm düşünceler bir düşünceler zinciridir ve düşünebilen tüm insanlar zaten mantığını kullanır – yalnız bilinçli ve uyumlu şekilde değil. Akıl yürütme, sabit görünen düşünceler aracılığıyla düşünmektir, ancak gözlem ve yansıtma bunun öyle olmadığını gösterir. Akıl yürütmede doğal olarak hata yaparız, ileriyi düşünür ve bu hataları doğru düşüncelere götüren bir yola dönüştürürüz. Düşünmenin bizi bir düşünceden diğerine nasıl götürdüğüne dikkat ederek ve bu hareketi en saf kavramlara kadar sorgulayarak akıl yürütmenin en üst gücünü kullanırız.

Hegel’in felsefesine verilen tepkilerin geçmişini düşünürsek, öğretme metodu başarılı mıdır? Kitlesel popülerliği ölçüt olarak alırsak hayır, değildir. Bunu ölçüt alırsak felaket bir başarısızlık olabileceği düşünülür. Ancak Hegel’in başarısı için kendi ölçüsüne ne demeli? Profesörlük ünvanını kazandıktan sonra, Mantık Bilimi’nin ardından tamamlanmış sistematik başka bir çalışma yayınlamadı; bunun yerine ders vermeye odaklandı. Derslerinde ne yaptı? Neden kitaplarında yaptığı şeyin aynısını yaptı? Dinleyici kitlesinden önce düşünce yolculuğunu yeniden yaratmak için. Hegel’in tarzı güzel ve keyifli değil, ama yine de böylesine bir üne ulaştı. Genç öğrencilerin “Berlin’in Aristoteles’ini” Almanya dışından bile gelip dinlemek için toplandıkları iddia edilir. Heinrich Gustav Hotho tarafından yazılan Hegel’in biyografisinde, Hegel’in dersleri zihne ızdırap çektiren ama olanca açık düşünceleri düşünülebilir yapmakla sonuçlanan bir performans olarak tanımlanıyor.

“Kişi sağa sola bakmadan tam bir içgörü ve akıl ile takip edebilse bile, zihnin en alışılmadık gerilimine ve can çekişmesine atıldığını görür […] Böyle anlarda Hegel’in ifade ettiği şey o kadar açık ve ayrıntılıydı ki, kendini ispatlayan basit güçle onu kavrayabilen herkes, sanki bunu kendi için bulduğunu ve düşündüğünü hissetmişti; böylesi düşüncelerin henüz uyandırılmadığı hayal kurma günlerinden kalan bir anıyı nadir yapan önceki tüm düşünme yollarını böylece tamamen ortadan kaldırmıştı.” — Hotho

Mükemmel bir öğretmenin özelliği, söylediğini öğrencilerinin kalbine taşıyabilmesidir. Yine de bu, sadece öğrenci ona bir şans vermeye istekliyse mümkündür. Hegel bizden onunla birlikte düşünme görevini üstlenmemizi istiyor; ancak bu, bize göstermek istediği şeyi göstermesi için ona şans tanımamızı gerektiriyor. Hegel’in başarısının yarısı, bizim ciddi ve açık bir şekilde düşünme görevini üstlenme isteğimize bağlı. Eğer kendimize önceki duruşlarımıza dayanan yargılarda bulunmamaya izin verirsek, Hegel’in düşüncesi sadece onun değil aynı zamanda bizim de düşüncemiz olarak ortaya çıkar. Hegel’in, farklı bir şekilde düşünmemizi isteğini düşünmüyorum. Ama her zaman nasıl düşündüğümüzü, bunu mükemmelleştirmemizi ve bu bilgiyi kendimizi ve dünyayı anlamak adına kavramayı fark etmemizi istiyor.


Yazar: Antonio Wolf
Çeviren: Tual Şekercigil
Kaynak: The Empyrean Trail 

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş
Exit mobile version