Site icon Düşünbil Portal

Hesaptan Düşme ve Babaya Ait İşlev

Paylaş

Hesaptan düşme, belirli bir unsurun simgesel düzenden (yani dilden) kesin bir reddedilişini içerir. Üstelik sıradan bir unsur değildir bu: Simgesel düzene dayanak oluşturan ve onu bütün olarak sabitleyen bir unsurdur hesaptan düşen. Şizofreni üzerine literatürün ciddi bir bölümünün de gösterdiği üzere, bu unsur hesaptan düştüğünde bütün simgesel düzen etkilenir. Örneğin dil, psikoz durumunda nevrozda işlediğinden çok farklı biçimde işler. Lacan, psikozda hesaptan düşen unsurun babayla yakından ilişkili olduğunu söyler ve bu durumu betimlemek için “Babanın-Adı” kavramını kullanır (kavramın Fransızcası Nom-du-Père daha açıklayıcı bir kavramdır). Bu bağlamda ben, mevcut amaçlarım açısından “baba işlevi” (father function) veya “babaya ait işlev” (paternal function) kavramlarını kullanacağım, çünkü her ikisi de hemen hemen aynı anlamsal boyutu kapsıyor. “Babaya ait işlev” tabirine Freud’un metinlerinde ara sıra rastlanabilir fakat kavramı kesin bir biçimde formüle eden Lacan’dır.

Babaya ait işlevin yokluğu, bir bireye psikotik teşhisini koyarken göz önünde bulundurulması gereken en önemli ölçütlerden biridir fakat bu durum vakaların büyük çoğunluğunda anında gözlemlenebilir olmaktan çok uzaktır. Babaya ait işlev, bireyin babası tarafından yaratılan bir işlev değildir —bu anlamda onun kendine has tarzı, kişiliği veya aile içinde oynadığı rolle ilgisi yoktur. Yani etten kemikten bir babanın varlığı babanın işlevinin doğrudan ve kendiliğinden yerine gelmesini garanti etmez veya yaşayan bir biyolojik babanın yokluğu babanın işlevinin otomatik olarak gerçekleşmeyeceği anlamına gelmez. Bu işlev, babanın erken yaşta ölümü ya da savaş veya boşanma gibi sebeplerle ortadan kaybolması durumlarında da yerine getirilebilir, “baba figürü” olan başka bir erkek tarafından veya farklı şekillerde işlev tamamlanabilir.

Babaya ait işlevi tam olarak anlayabilmek için Lacan’ın dil ve metafor üzerine çalışmalarının büyük bir kısmına dair bilgi sahibi olmak gerekir. Buradaki amaçlarımız açısından, çekirdek bir ailede baba işlevini uygulayan babanın, çocuk ile anne arasında konum alarak çocuğun tamamen anneye doğru çekilmesine veya annenin çocuğu yutmasına engel olduğunu söylememiz yeterli. Lacan tüm annelerin çocuğu kontrol altına alma veya mideye indirme eğilimi olduğunu söylemiyor (bazı anneler böyle olsa bile); fakat çocukların [büyük Öteki olarak] annelerinin arzusunu (mOther’s desire) tehlikeli ve tehditkar olarak algıladıklarını belirtiyor. Bu algı bazı durumlarda çocuğun annesinin her şeyi olma isteğini yansıtıyor (çocuğun anneden ayrı varlığını ortadan kaldırmaya yönelik olarak), diğer durumlardaysa annenin başka bir yerden ulaşamadığı tatmini çocuğu aracılığıyla elde etme eğilimine bir tepki oluşturuyor.

Her iki durumda da sonuç aynıdır: Baba çocuğun anneyle bir olma veya sonsuza kadar bütün kalma çabasını önleyerek, annenin çocuğundan belli doyumları almasına engel olarak veya her iki şekilde çocukla anne arasında belli bir mesafenin korunmasını sağlar. Başka bir deyişle, baba çocuğu le dèsir de la mère (yani çocuğun anneye olan arzusu ve annenin arzusu) yani olası tehlikeden korur. Baba; yasaklayan, engelleyen, önleyen ve koruyan olarak kendisini kurar ve çocuğu arzu olarak anneden (arzulanan veya arzulayan olarak) korur. Bir anlamda, evdeki yasanın gözeticisi olarak hem anneye hem de çocuğa neye izin verilip neye verilmediğini söyler.

Şu ana kadar tanımlamış olduğum baba, bizim zamanımızda gittikçe daha az karşılaşılan stereotipik bir figür (en azından sosyologlara göre): Evdeki otoritenin sahibi olan “evin direği” veya emirlerini meşrulaştırma ihtiyacı duymayan kalesindeki bir efendi. Genellikle emirlerinin sebebini açıklasa bile, herhangi bir tartışmayı “Çünkü ben öyle söylüyorum” diyerek sonlandırabilecek biri.

Birçok bağlamda kullanıldığı düşünülürse, bu stratejik retoriğe aşinayız aslında. Örneğin, sol eğilimli bir siyasal iktisat çalışmasında, kanıt öne sürülmeden izlenen belirli bir düşünce hattını şu kaçınılmaz sözcükler takip eder: “Marx’ın Kapital’in üçüncü cildinde belirttiği gibi…”. Bu “otoriteye başvurma” olarak bilinir ve siyaset bilimi, felsefe ve hemen hemen diğer her alanda olduğu gibi psikanalizde de oldukça yaygındır. Yazdığım bu metni ele alırsak ben Freud ve Lacan’ın yaşayan veya nefes alan bireyselliklerine başvurmuyorum; onların ismine başvuruyorum. Onların adları otoritenin taşıyıcıları olarak işlev görüyor (tabiki, yalnızca onları otorite olarak kabul edenler için).

Aynı şekilde, bir baba “Yapacaksın çünkü ben öyle söylüyorum” dediğinde, üstü kapalı olarak “Burada baba olan benim ve babaya her zaman itaat edilir” demek istemektedir. Modern Batı toplumunda, çoğu insan “babaya her zaman itaat edilir” gibi bir ilkenin varlığına karşı çıkar ama görünüşe göre bu ilke yüzlerce yıldır kabul gören ve hala yaygın biçimde başvurulan bir statüye sahip. Mesele şu ki, çoğu ailede babaya otoritenin bahşedilme sebebi “hakiki bir efendi” -gerçekten sözünü geçiren, mükemmel, mutlak bir saygınlığa sahip ilham verici bir figür- olmasından ziyade basitçe baba olmasından ve “baba” konumuyla ilişkili işlevleri (çoğu insanların zihninde) yerine getirmesinin beklenmesinden kaynaklanır.

Babaya ait işlev simgesel bir işlevdir ve baba geçici olarak ortadan kaybolduğunda da varlığında olduğu kadar etkin olabilir. Anneler çocuklarına, “Baban eve geldiğinde bu yaptığının cezasını göreceksin!” dediklerinde, babaya bir yargıç ve ceza uygulayıcı olarak başvururlar. Fakat çocuktan, bu yaptıklarını babası öğrendiğinde ne söyleyeceğini veya babasının nasıl tepki vereceğini düşünmesini istediklerinde, babaya daha soyut bir işlev olarak başvururlar. Böyle durumlarda babaya bir ad, sözcük veya belirli fikirlerle ilişkili bir gösteren olarak başvururlar. Eşi ölen bir kadının durumunu düşünelim; anne, “Baban bunun hakkında ne düşünürdü?” diye sorduğunda veya “Baban bu yaptığından hiç hoşlanmazdı” dediğinde babayı çocukların zihninde yaşatmış olur. Konuşmanın bir parçası- yani annenin söyleminin bir unsuru- olarak baba işlevini özellikle böyle durumlarda görürüz. Anne ondan kendisinin ötesinde bir otorite ve kendi isteklerinin dışında bir yetkinlik olarak bahsettiği sürece (bazı durumlarda kendi isteklerini desteklemek veya haklı çıkarmak için başvursa da), babaya ait işlev babanın adıyla sürdürülmüş olur.

Şimdiye kadar Lacan’ın eserlerinin İngilizce çevirilerinde Name-of-the-Father (Babanın-Adı) olarak çevrilen kavramın Fransızcası çok daha göz alıcıdır: Nom-du-Père. Nom hem “name” (kişiye ait ad) hem de “noun” (kavramsal bir kategori olarak ad) anlamlarına gelir ve bu ifadeyle Lacan babanın adına (örneğin, John Doe), babalık rolünü yansıttığı ölçüde kullanılan ada (örneğin, kendi doğumundan önce babası ölen bir çocuğun annesi tarafından babanın adının telaffuz edilişi ve annenin söyleminde bu adın yer alışı babaya ait işlevi üstlenebilir) ve bir kategori olarak “baba” adının annenin söyleminde ortaya çıkışına (örneğin, “Baban yaşasaydı seninle gurur duyardı”) işaret eder. Lacan ayrıca bu kavramla, nom sözcüğünün Fransızcada “hayır” anlamına gelen non ile aynı şekilde telaffuz edilmesinden ve bu durumun babanın “Hayır!” buyruğunu, yani babanın yasağını çağrıştırmasından faydalanarak bir kelime oyunu gerçekleştirir.

Buna göre bir anne çocuğuna sürekli “Bunu babana söylemeyeceğiz, değil mi?” diyerek ve eşi arkasını döndüğü anda onun tüm emirlerini hiçe sayarak eşinin konumunun altını oyabilir. Böylece çocuğun babası açıkça var olduğu halde babaya ait işlev hiç yürürlüğe girmeyebilir veya çocuğun babası doğumundan itibaren ortada olmadığı halde işlev yerine gelebilir. Yani birinin babasının varlığı veya yokluğu halihazırda klinik tablo açısından bir gösterge olamaz.

Yazar: Bruce Fink
Çeviren: Berke Taş
Çeviri Editörü: Cemre Yılmaz
Kaynak: Fink, B. (1997). “Foreclosure and the Paternal Function”, A Clinical Introduction to Lacanian Psychoanalysis: Theory and Technique, s. 79-81, Harvard University Press.


Paylaş
Exit mobile version