Site icon Düşünbil Portal

İbn-i Haldun: Coğrafya bize ne verir, bizden ne alır?

iStockPhoto

Paylaş

İbn-i Haldun coğrafya kaderdir der. Maalesef ki biz her birimiz Orta Doğu’da yaşayanlar olarak bu sözün doğruluğunu fark etmekten ziyade aynı zamanda yaşıyoruz da. Dünyanın nüfus olarak en küçük bölgelerinden biri dünyanın geri kalan bütün ölümlerinden daha fazla oranla ölüm yaşıyor. Yine Napoleon Bonaparte “bir ülkenin politikalarını onun coğrafyası belirler” diyerek ülkenin bulunduğu coğrafyanın onun siyasi hamleleri, toplumsal refahı üstünde nasıl etkin bir faktör olduğunu bize gösterir.

İbn-i Haldun’un coğrafya kaderdir diyerek belki de bize anlatmak istediği, coğrafyanın insanın fizyolojik ve ruhsal durumunu nasıl etkilediğiydi. Fakat bugün baktığımızda bu sözün yalnızca insanın fizyolojisi ve ruhsal bütünlüğü üstüne değil, diğer birçok alanda insanı etkilediğini; yaşadığı ülkenin demokrasi, insana saygı, özgürlük ve daha birçok toplumun hasret içinde beklediği kavramların da yaratıcısı olduğu net bir şekilde görülebilmektedir. Yaşadığınız yerin neresi olduğu kadar nerede olduğu da büyük bir önem arz etmektedir. Örneğin; coğrafi olarak zenginleşen toplumlarda demokrasi kavramının oturması konusu üzerinden coğrafyanın demokrasi üzerine etkisini şöyle irdeleyebiliriz. Doğrudan demokrasinin ilk örnekleri olan Atina zenginliğin tadını alan ve o dönem için ticaretin büyük durakları olan liman şehirlerinde gelişen bir kavramdı. Zenginlik onlara demokrasiyi getiren kavram olmuş, zenginliği ise bulundukları coğrafya sağlamıştı onlara. Fakir bir Yunan veya Atina toplumunda demokrasinin bu seviyede gelişmesi ve ilk örnek olması çok zor görünmektedir. Coğrafyanın onlara verdiği zenginlikle Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde gösterdiği gibi fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ve saygı olgularını yaşayan insanlar kendilerini tamamlayabilmişler; ancak bu ihtiyaçlardan sonra topluma katılabilmişlerdir ve demokrasiyi bu denli büyüten de bu olmuştur. Bu açıdan bakıldığında şunu kesin olarak görme imkanını elde ederiz: Toplumun insanı şekillendirmesi yerine, coğrafyanın bu şekillendirmede daha baskın bir rolü vardır ve insanın yaşadığı coğrafyanın onun yalnızca kişiliğini değil kaderini de tayin etmektedir.

Bu tespit coğrafi bir determinizme kaymakla birlikte elbette daha birçok etken de işin içine girmektedir. Coğrafyanın toplumsal kaderi ve dolayısıyla insan kaderini şekillendirdiğine güzel bir örnek de yine demokrasi dediğimiz kavramın gelişmiş seviyelerinin çoğunluk ile coğrafi olarak diğer toplumlardan soyutlanmış toplumlarda ya da coğrafi olarak zenginleşmeye müsait toplumlarda olduğudur. Bugün öve öve bitirilemeyen sağlam demokrasiler olan Batı demokrasileri ilginç bir şekilde kıta içlerine çekildikçe azalmaktadır. Bugün bakıldığında en büyük demokrasilerin ada ülkeleri veya coğrafi olarak bağımsız kıtalarda yaşandığını net bir şekilde görebiliriz. Nitekim demokrasilerinin örnek gösterildiği Amerika, İngiltere, Danimarka, Avusturalya ve hatta Japonya gibi ülkeler çoğunlukla ya birer ada devleti veyahut yarım ada devletleri şeklinde olan ülkelerdir. Bu tarz ülkeler denizlerin etraflarını çevrelemesinden ötürü kıta içi ülkelerdeki gibi her an gelebilecek saldırı korkusundan uzak ülkelerdirler ve ekonomilerini savaşlarda harap etmek yerine kendi toplumsal büyümeleri için kullanmışlardır. Yine bu ülkeler deniz yollarını kullanarak yalnızca kara bağlantısı olan ülkelere nazaran çevre ülke ve kıtalara ulaşım olarak daha iyi olanaklara sahip olmuş ve bu deniz yolları üzerinde yarattıkları ticaret hacmiyle zengin olmuşlardır. Amerika ise bütün diğer kıtalardan uzak olmasının verdiği rahatlıkla 1. Dünya Savaşı’na kadar kendi iç dinamikleriyle uğraşmış ve diğer başka ülkeler gibi savaşlarla, sınır sorunlarıyla veya komşu devletlerin yarattığı tehlikelerle uğraşırken kendi demokrasilerini yaratmaya odaklanabilmişlerdir. Nitekim bunda da başarılı olmuşlardır ki bugün en demokratik devletlerden biri olarak görünmektedir. Yine İngiltere’nin 2. Dünya Savaşı sırasında her ne kadar birçok şehri harap hale gelmiş olsa da Nazi saldırılarından kurtulması coğrafyasının ona verdiği bir lütuftur.

Şüphesiz demokrasiyi yalnız ve yalnızca coğrafyayla bağlamak yanlı bir tutum olacaktır. Fakat bir toplumun yaşadığı yerden asla ve asla bağımsız olmadığı unutulmamalıdır. Napoleon Bonaparte ise “bir ülkenin politikalarını onun coğrafyası belirler” dediğinde belki de günümüzü anlattığının farkında bile değildi. Bugün Orta Doğu’da bu denli kaos ve savaşın olmasının en büyük sebeplerinden biri onun coğrafi anlamdaki zenginliğidir. Kendisi için savaşların çıkarılıp insanların öldürüldüğü doğal enerji kaynakları o ülkelere coğrafyalarının bir lütfü değil bir cezası gibidir. Bunu sağlamasını şu şekilde yapmak mümkündür: Bugün Afrika kıtası Orta Doğu’dan kat ve kat büyük bir alan olmasına rağmen savaşların neredeyse hiç yaşanmamaktadır ( Kastettiğimiz yer Afrika kıtasının içidir, nitekim kuzeyinde de yine Orta Doğu’daki coğrafyanın verdiği cezalar bulunmakta ve savaşlar da yaşanmaktadır). Çünkü görece değersiz bir coğrafyaya sahiplerdir. Hiçbir büyük güç burada bulunmak için çaba harcamamakta ve burada yaşanan herhangi bir olayla da ilgilenmemektedir.

Sonuç olarak bakıldığında yaşadığımız onlarca şey; savaş, açlık, kıtlık, zenginlikler bize ancak coğrafyanın hediyesi veya cezası durumundadır. Eğer siz coğrafi olarak zengin ve güçlü bir ülke iseniz demokrasi, insan haklarına saygı, sağlık, eğitim ve diğer bizim saydığımız batı ülkelerinin lükslerini yaşama şansınız var demektir. Fakat zengin ama güçsüz bir ülke iseniz coğrafyanız size yalnızca ölümü getirir ve başkası için ödül olan coğrafya size ölüm, savaş, açlıktan başka bir şey getirmeyebilir. İşte burada İbn-i Haldun’un dediği gibi coğrafya bizim kaderimiz olmakta ve yaşayacağımız şartları kendi belirlemektedir. Yani özetle coğrafya kaderdir ve bizde onu yaşamak zorunda kalanlarızdır.

Kaynakça:

AZARKAN, D. A. E., tarih yok İBN HALDUN’UN DEVLET GÖRÜŞÜ. ELEKTRONİK SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ, Cilt sayı-4.
BELGE, C. Ş., Eylül – Ekim 2016. İBN HALDUN’DA COĞRAFİ DETERMİNİZM. AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ, Cilt Sayı: 57.

Yazar: Necdet Uçar

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.

 


Paylaş
Exit mobile version