Site icon Düşünbil Portal

İçimizdeki Canavar: Saldırganlık

Paylaş

Neandertaller gibi evrimsel kuzenlerimize ve diğer kuyruksuz maymunlara benzememizi sağlayan ancak bir yönüyle de bizi onlardan ayıran ve insana dönüştüren itici güç neydi? Antropolog Richard Wrangham, İyilik Paradoksu’nda, Büyük Friedrich’in bahsettiği her insanın içindeki “vahşi canavardan” bahseder ve doğamız zamanla insanlaşmaya doğru evrilen hayvansal şiddete dayanır der. Erkek insan ataları, topluluklarının bünyesindeki saldırgan erkekleri infaz etmek amacıyla komplo teorileri kurmaya, bir başka deyişle bu tür cinayetleri Wrangham’ın “koalisyonel proaktif saldırganlık” olarak adlandırdığı şekilde gerçekleştirmeye başladıklarında, tam olarak insan olmaya doğru yola çıktılar.

Önceden planlanmış olması, proaktif saldırganlığı bazı ani tehditlere karşı bir çeşit dürtüsel yanıt olan reaktif saldırganlıktan ayıran bir özelliktir. Rahatsız edici duygular, reaktif saldırganlığı harekete geçirir. Mesela biri size hakaret ettiğinde, birden öfkeyle çenesine bir yumruk oturtarak karşılık verebilirsiniz. Proaktif saldırganlık ise “soğukkanlılıkla planlanmıştır”. Diyelim ki boynuzlandınız ve haftalarca bir intikam cinayeti planladınız. Proaktif saldırganlığın doğasında bulunan önceden planlama; zekanın ve fiziksel tepkinin iş birliği içinde olduğu noktada “koalisyonel” proaktif saldırganlığa dönüşür. Bu uygulama dile bağlı olması nedeniyle Wrangham’ın Tanzanya ve Uganda’da onlarca yıldır üzerinde çalıştığı şempanzelerin kapasitelerinin ötesinde kalır. Erkek şempanzeler, kendilerine ait alanlarını kolaçan etmeye çıktıklarında yabancı türden erkekleri acımasızca öldürürken, basit bir kurala uyarak bir araya gelirler: “düşmana karşı dostunun yanında yer almak”. Wrangham’a göre (pek mümkün olmadığından olsa gerek) bu şempanzelerin yapamadıkları şey ise kendi toplulukları içindeki belirli bir rakibi hedef almaya karar vermektir.

Maymun soyundan evrimsel olarak ayrıldıktan sonra, Wrangham’a göre muhtemelen yaklaşık 300.000 yıl önceye denk gelen bir noktada, erkek atalarımız şempanzelerin yapamadığını yapmaya, saldırgan erkekleri kendi sosyal gruplarında infaz etmek için birlikte komplo kurmaya başladılar. Peki bunları nereden biliyoruz? Çünkü, şu anda atalarımızda reaktif saldırganlığın esaretinin azaldığını yani “evcilleştirme sendromunun” izlerini görüyoruz. Wrangham, Sovyet genetikçi Dmitri Belyaev’in uysallaştırmak için kasıtlı olarak yetiştirilen gümüş tilkilerle 1959’da yapmaya başladığı ünlü deneylerden bahsederek evcilleştirme sendromunu ortaya çıkarıyor. Nesiller boyunca bu tilkiler hırçın hayvanlardan, araştırmacılara yaklaşıp sevgi gösterisinde bulunan köpek yavrularına dönüştükçe bir yandan da sarkık kulaklar, belirli renkler ve desenlerde kürkler gibi uyumsal önemi olmayan bir dizi özellik geliştirdiler. Wrangham için, bu örnekle beraber hayvan evcilleştirmeden elde edilen diğer kanıtlar önemli bir sonuca işaret ediyor: Bir tür, yakın zamanda reaktif saldırganlıkta bir azalma yaşadığında, türe özgü eski davranışlara yönelik somut ipuçları önemsiz kalıyor.

Bilindiği üzere, insan evrimi sırasında başka hiçbir baskın tür süreci kontrol etmedi. Bunun yerine sosyal gruplarımızdaki en saldırgan erkekleri ortadan kaldırarak kendimizi evcilleştirdik. Vücutlarımız bu süreçte ne olduğuna işaret etti. Örneğin, yaklaşık 315.000 yıl önce, “önceki insan atalarına kıyasla daha küçük ve parlak bir yüzle birlikte daha dar kaş sırtına sahip Homo sapiens ortaya çıkmaya başladı. İskeletteki cinsiyet farklılıkları kısa sürede azalmaya başladı. Bizim türümüz, kendi kendini evcilleştirmeyi başaramamış Neandertaller de dahil olmak üzere diğer tüm insan benzeri türlerden ayrıldı. Bu bağlamda bir hayvan benzetmesinin işe yaradığını düşünen Wrangham şöyle söyler: “Eğer biz daha uysal köpeklersek, Neandertaller vahşi kurtlar olarak kaldılar.”

Bu noktadan itibaren Homo sapiens’de büyük ölçüde bilişsel ve davranışsal değişimler dizisi gözlemlendi. Wrangham, bir topluluk içinde infaz edilmek üzere hedef alınma tehdidinin, insan psikolojimizin büyük bir bölümünü açıkladığını söylüyor. Erkekler, reaktif saldırganlığa eğilimli zorbaları ortadan kaldırmak için iş birliği yaptıkça, sosyal çevrede doğru ve yanlışın standartları yavaş yavaş belirlenmeye başladı. İnsanlar, kendilerinin ve başkalarının itibarları hakkında endişelenmeye ve diğer primatlara göre “daha toplum yanlısı veya daha ağırbaşlı” davranışlar sergilemeye başladılar. Ahlaki tepkiler, doğal bir şekilde kendini korumaya yönelik olarak gelişti, çünkü erkekler her an sizi öldürmek için plan yapıyor olabilirlerdi. Bu yüzden; “toplum kurallarına uymazlarsa idam edilme riskiyle karşı karşıya kalacakları için grubun bir parçası olarak devam etmelerini sağlayacak ahlaki duyarlılıklar lehine” seçim yapmaya başlamaları gerekti. Kısacası, “hoyrat geçmişimiz” ve “zalim atalarımız” sayesinde insan olduk. Wrangham, “İronik bir şekilde, cellatlar bizi bilgeliğin başlangıcına getirmiş görünüyor.” der.

Wrangham, bu infaz hipotezinin günümüz idam cezasını onayladığı düşünülebileceğinden endişelenerek böyle bir durum olmadığını açıklıyor ve yargı infazının artık dünyada yeri olmaması gereken modası geçmiş bir ceza olduğundan bahsediyor. Çünkü hem etkisiz hem de çoğu zaman adaletsiz olduğunu savunuyor. Wrangham için biyolojik determinist olarak okunmak da aynı derecede endişe verici bir durum. Bu yüzden okuyucularına güven vermek için anlatılarına sürekli, şiddetin uyarlanabilir doğası gereği biyolojimizin bir parçası olmasının kaçınılmaz olmadığına dair ifadeler ekliyor: “Şiddetin sosyal etkileşim sonucu ortaya çıktığını ve sosyal olarak önlenebileceğini gösteren bol miktarda kanıt var.” Ona göre insanlar genellikle şaşırtıcı derecede naziktir ve dahası “evrimsel bir perspektiften bakıldığında, sosyal topluluklar içindeki insanların fiziksel saldırganlık oranı zaten çarpıcı derecede düşüktür.”

Peki o zaman bu “içimizdeki canavar” da neyin nesi? Kitapta, toplumsal değişim ve insan saldırganlığının şekillendirilebilirliği hakkında ifadeler okuyoruz, fakat bir yandan da biyolojinin önceliğiyle ilgili ifadeler gözümüze çarpıyor. Altıncı sayfada dikkat çeken “belirlemek” kelimesini düşünün: “İyilik ve kötülük potansiyeli her bireyde ortaya çıkar. Biyolojimiz, kişiliklerimizin çelişkili yönlerini belirler ve toplum her iki eğilimi de değiştirir.” Wrangham, en başta “belirler” kelimesinin kullanılmış olmasının nedeninin biyolojiye dayandığını söylüyor. Hatta bu prensibi çok da gerçekçi olmayan bir noktaya taşıyor.  Bir araştırmaya göre profesyonel hokey oynayan “daha geniş yüzlü erkeklerin” ceza alanında dar yüzlü meslektaşlarına göre daha fazla zaman geçirdiğini biliyor muydunuz? Wrangham, yüz genişliğinin reaktif saldırganlık eğilimi ile ilişkili olduğuna dikkat çekiyor. Öyleyse, bu bir neden sonuç ilişkisi değil de sadece korelasyonsa, hokey oyuncuları için ceza alanı karşılaştırması ne anlama geliyor? Kim bilir?

Wrangham’a göre insan biyolojisi, öğrenme de dahil olmak üzere, sosyal çevreden etkilenebilir. Yine de Wrangham’ın infaz hipotezinin merkezinde, zihnimizin ve bedenimizin geçmişe uyarlandığı doğrudan evrimsel psikoloji var: “Şu anda düşünme şeklimiz, bizi ölümcül derecede tehlikeli uygunsuz davranışlardan kurtarmak için uyarlanmıştır.” Duygularımız “biyolojik olarak bize işlenmiştir”. İnfaz hipotezi, erkek proaktif koalisyon davranışının “uzun vadeli genetik sonuçları” olan biyolojiye odaklanır. Kanlı geçmişimiz sayesinde, günümüzdeki şiddet ancak büyük ölçüde bilinçli çabalarla değiştirilebilir.

Wrangham, hiç savaşmamış yetmişten fazla toplumu belgeleyen Douglas Fry gibi, bazısı “kan davası” veya “savaş” kelimelere bile yazılarında yer vermeyen “Rousseaucuları” suçluyor. Wrangham, bu eleştirmenlerin ideoloji tarafından yönlendirildiğini öne sürüyor ve “gereksiz yere endişeleniyorlar çünkü aslında doğal amaç olan savaşa odaklanmak, daha barışçıl bir dünya yaratmak için ortak çıkarlara karşı savaşma kararlılığının azalması anlamına gelir” diyor. Vahşi şempanzelerde savaş benzeri şiddeti ilk gözlemleyen ve bildiren Uzman Jane Goodall, davranışsal biyolog Robert Hinde ve psikiyatrist David Hamburg olmak üzere üç bilim insanının çalışmalarından da alıntı yapıyor. Ona göre bu üç başarılı bilim insanının “üçü de savaşın tehlikelerini önlemek için kendi yöntemleriyle çalışan önemli elçiler haline geldiler.”

Yine de özellikle güç birliği iktidarına odaklandığı ve erkekler arasındaki infaz eğilimi göz önüne alınırsa Wrangham’ın eleştirdiği şeyin temeli ideolojiden çok kanıtta yatıyor olabilir mi? Öncelikle, yaptığı çıkarımlar reaktif ve proaktif saldırganlık arasındaki ikili ilişkiyi kabul etmeye dayanıyor. Ana sonuç ise insanlarda reaktif saldırganlık seviyeleri düşerken, proaktif saldırganlığın artmasıdır. Wrangham, verdiği örneklerle desteklediği “fiziksel bir saldırının proaktif mi yoksa reaktif mi olduğuna karar vermenin zor olabileceği” sorunlu fikri öne sürüyor. 2008 yılında Matthew Pyke’ın David Heiss tarafından öldürülmesinin klasik bir proaktif saldırganlık örneği olduğunu söylüyor. Heiss, Pyke’ın kız arkadaşının uzun süredir gizlice peşindeydi ve kız Pyke ile evlenme niyetini açıkladığında Heiss Almanya’dan İngiltere’ye çiftin evine gitti. Pyke kapıyı açar açmaz Heiss onu seksen altı kez bıçakladı. Bu uzun mesafeli görevin kasıtlı olduğu açıkça belliydi. Peki, bu eylem reaktif saldırganlıktan yoksun muydu? Reaktif saldırganlık, “tahrik edici uyarandan kurtulmak” amacıyla “algılanan bir hakaret, utanç, fiziksel tehlike veya sadece hayal kırıklığı gibi bir provokasyona tepki” ise, Heiss’ın öldürücü eylemi de “rakibini ortadan kaldırmış oldu” öyle değil mi?

Dahası, proaktif koalisyon saldırganlığıyla ortadan kaldırılan bireyler arasında, büyücülük gibi suçlardan ve hatta sadece tuhaf hallerinden şüphelenilen ama muhtemelen tamamen barışçıl olan insanlar da var. Wrangham, New England’da bir domuz, tek gözlü bir yavru doğurduğunda hayvanlarla ilişkiye girmekten dolayı suçlanan tek gözlü bir hizmetçi olan George Spencer hakkında tarihi bir olayı aktarıyor. Spencer’dan zorla bir itiraf alındı ve domuz yavrusunun ölümcül bir suçun ikinci baş tanığı olarak kalmasına izin verildi. Spencer idam edildi. İnsanların bu infazlarının sebebi, bir şekilde farklı oldukları için dedikodu veya ayrımcılık kurbanı olmaları mı, yoksa bir tür yayılma etkisi mi? Sosyal çevre seçilimi, reaktif saldırganlığa karşı seçilimle aynı şey midir?

Diğer bir sorun da Wrangham’ın insan olmayan primatlarda saldırganlığı kanlı ve acımasız olarak nitelendirmesidir. Tam da burada, Wrangham’ı okumak şaşırtıcı gelebilir çünkü kendisi şempanze alan araştırmalarına ilişkin ilk elden gözlemleriyle literatürü canlandıran seçkin bir primatologdur. Gerçi babun, goril ve şempanze alfa erkeklerini “sırayla her rakibi fiziksel ve kanlı kavgalarda yenerek” yüksek rütbelerine ulaşmak olarak tarif etmesi, primat saldırganlığının sınırlı bir kısmını kapsıyor denilebilir. Bu nedenle, bu primat erkekleri yalnızca “zorba” uygulamalarla zirveye çıkarlar. Bununla birlikte, Wrangham, gruplarındaki diğer erkekler veya dişilerle ittifak kurarak rakiplerini asgari düzeyde fiziksel çatışma ile kontrol altında tutan türlerde alfa statüsüne ulaşan erkeklerin geniş veri tabanına illaki aşinadır.

Kanadalı primatolog Bernard Chapais, 1995’teki Yearbook of Physical Anthropology (Fiziksel Antropoloji Yıllığı) adlı kitapta güçlü olarak bahsedilmekten ziyade zekice olarak adlandırılması gereken bu stratejinin güzel bir örneğini anlattı. 415 adlı bir erkek, en yüksek rütbeli dişinin yavrusu olarak serbest dolaşan yüz kadar al yanaklı makaktan oluşan bir grupta yaşıyordu; alfa statüsüne ulaşmayı başarmıştı ancak başka bir grupla ettiği kavga sonucunda sakat kalarak statüsünü kaybetti.

“O zamandan beri 415, geçmiş davranışlarıyla belirgin bir tezat oluşturarak yetişkin dişilerle sık sık tımar davranışını gerçekleştirmeye başladı. Aynı zamanda, fiziksel olarak ciddi şekilde engelli hale gelmiş olmasına rağmen, onu geride bırakan birkaç yüksek rütbeli erkeği sistematik olarak tehdit etmeye de başladı ve yanından geçerlerken onları kışkırttı. Bu durumda, akrabaları (en baskın ana soyunu oluşturan anne, dişi kardeş, yeğenler, kuzeni ve küçük erkek kardeş) ve diğer yüksek rütbeli dişiler tarafından sürekli desteklendi. Bu hayvanlar 415’in hedeflerini kovalayabilir ve hatta avlayabilirlerdi. Bu sayede birkaç hafta içinde, 415 erkek hiyerarşisinin en tepesindeki yerini geri aldı.”

Bu nevi kendi soyundan gelenleri kendi türleri içerisinde yükseltme eğilimi, maymunlarda ve maymun soyundan olanlarda yaygın olarak gözlemlenir. Benzer bir tutum şempanze David tarafından, BBC’nin Dynasties adında, Senegal, Fongoli’de şempanzeler arasında çekilen doğa programının yakın tarihli bir bölümünde de gösterildi. David, ittifakları güçlendirmek için çok çalışarak, gruptan bir erkeğin neden olduğu ciddi bir sakatlıktan sonra alfa statüsünü geri kazandı. Birkaç yaşlı erkeği, dikkatle tımar ederek, hala güçle savaşmakta olan ancak artık alfa statüsü için rakibine meydan okuyamayan bireyleri seçip onları destekleyicisi haline getirdi. Wrangham’ın erkeklerde baskın olma çabası için stratejiden çok fiziksel ve kanlı olanı bu kadar vurgulaması yanıltıcıdır. (BBC çekimleri bittikten sonra David, grup içinden ikinci bir saldırı sonucu öldürüldü. Bu gerçekten acımasızdı ve akıllarda erkek şempanzelerin bireysel rakipleri hedef almak için her şeyden önce iletişim aracılığıyla komplo kurup kurmayacağına dair bir soru canlandırıyor.)

Wrangham şiddeti sadece geçmişte yaygın değil aynı zamanda psikolojik olarak yerleşmiş bir davranış olarak görür. Öncelikle, sapiens’den önceki atalarımızın şempanze gibi davrandıklarını ve eşit derecede yakın akrabalarımız olan daha barışçıl cüce şempanzeler gibi olmadıklarını öne sürer. Böylelikle, erkekleri tarihöncesinde kaçınılmaz olarak dişilerden üstün resmeder. Kendi türümüzle ilgili olarak, sömürgeleştirme öncesi avcı-toplayıcıların özellikle kaba ve baskın uygulamalarla girilen savaşlara yatkın olduğunu aktarır ve “evrim, yabancıların öldürülmesini zevkli hale getirdi, çünkü öldürmeyi sevenler uyarlanabilir özellikler kazanma eğilimindeydi” der. Burada yine biyolojik olarak baskınlık temasının önemini görürüz.

Ancak kanıtlar böyle bir yorumu destekliyor da diyemeyiz. 2018’de Yearbook of Physical Anthropology isimli kitapta insan savaşının ortaya çıkması üzerine yazan antropologlar Marc Kissel ve Nam C. Kim, şiddet ve savaş üzerine avcı-toplayıcılıkla ilgili etnografik verilerin kullanımı hakkında “büyük tartışmaların” gerçekleştiğine dikkat çektiler. Kissel ve Kim, “ortaya çıkan savaşı”, sosyal olarak beraber yürütülen ve toplumlar arası bir boyuta sahip olmakla beraber dışarıda kalanlara yönelik bir şiddet göstergesi olarak tanımladılar. Savaşın büyük ölçekli devlet düzeyindeki toplumlarla sınırlı olmadığını belirttiler ve avcı-toplayıcı topluluklar arasındaki iktidar çatışmalarının da kesinlikle savaş olarak sayıldığı kanısındaydılar. Bu bağlamda, Wrangham ile uyum içinde olsalar da argümanlarının temeli tamamen farklıdır çünkü doğal seçilim ve genetik sonuçlara değil, içinde buldukları duruma olası yanıt veren insan topluluklardaki kültürel yapıya öncelik verdiler. Kissel ve Kim, insan şiddetinin “kültürel olarak bireylere yüklenmiş” doğasından defalarca bahsetti ve kendilerini evrimci yol göstericiler olarak şiddet kavramlarından ayırdılar.

Wrangham, fikirlerini sunarken, Steven Pinker tarafından Doğamızın İyi Melekleri adlı eserde geliştirilen tezi tamamen destekler: İnsan şiddeti acımasız bir geçmişten geldi ve bu şiddet giderek azaldı. Bu iddia antropologlar tarafından eleştirildi. 2017’de Ulusal Bilimler Akademisi Raporlarında yazan Rahul Oka ve meslektaşları (Kissel ve Kim dahil), modern devlet toplumlarının geçmiş toplumlara kıyasla aslında nüfuslarının daha küçük yüzdelerini savaşlarda kaybettiğini kabul ettiler. Bununla birlikte, nüfus ve savaş grubunun büyüklüğü arasındaki ve savaş grubunun büyüklüğü ile çatışma zayiatları arasındaki “ölçeklenen ilişkilere” bakarak ilerlediler. Veri analizlerinin sonucu doğrudan Pinker’ın “Ölçeklendirme hesaba katıldığında, küçük ölçekli toplumlar ve devlet toplumları arasında çekişme veya ölümcüllük açısından hiçbir fark bulmuyoruz” fikrine meydan okuyor.

Koalisyonel proaktif saldırganlık süreçlerinde kadınların çoğunlukla bulunmamaları da dikkat çekicidir. Tarihsel olarak, evrimsel geçmişimizin teorisyenleri genellikle işbirlikçi avcılar ya da gıda sağlayıcıları olarak görülen erkekleri sürecin etken karakterleri olarak başa koymuşlardır. Çekirdek aileyi basitleştiren, karmaşık insan dinamiklerini büyük ölçüde basitleştiren ve neredeyse tüm yollarla kadınların ve çocukların sosyal gruba aktif katkılarını görmezden gelen bir teoridir bu. Peki Wrangham’ın teorisi farklı mı? Wrangham da “Yaklaşık üç yüz bin yıl önce erkekler mutlak gücü keşfetti” gibi cümleler yazarken, tüm insanların insan evrimine katkısının dikkate alınmayı hak ettiği gerçeğine kayıtsız kalıyor. Kissel’e sorduğumda söylediği gibi, “insanların barışı etkilemek için sosyal ağları nasıl kullandıklarını düşünmek daha yerinde olacaktır. Bizi insan yapan neden idam cezası olmak zorunda mı? Neden insanların şiddeti önlemek için çıkar ilişkilerine dayalı gruplar oluşturduğu düşünmeyelim?”

Wrangham’ın “büyük düşünme” becerileri onu ilgi çekici bir yazar yapıyor. “İyilik Paradoksu” tarihöncesine ve bu bağlamda şiddetin rolüne ilişkin tartışmalara karşı büyük bir lütuf. Okurları, biyolojinin belirlediği ve kültürün değiştirdiği insan davranışı konusundaki “katman modelini” iyice düşünmelidir. Günümüzde antropoloji; biyoloji ve kültürün ayrılmaz bir şekilde iç içe geçtiğini kabul eder. Öyle ki en başından beri insan dünyasındaki her şey karşılıklı etkileşime maruz kalmıştır. İnsanın yaşam alanı kültürdür. Kendimizi biyolojiden arınmış değil ama kesinlikle onun tarafından belirlenmemiş olarak inşa ediyoruz. Richard Wrangham, uzman olmayan geniş bir kitleye biyolojinin gücünü, şiddetin kökleşmiş doğasını ve erkeklerin diğer erkekleri infaz ederek evrimsel sürecimizi geliştirmesini anlatırken, geniş kitlelere yayılmasını ve üzerine konuşulmasını umduğum karşı argümanlar öne sürüyor.

©® Düşünbil (2021)

Yazar: Barbara J. King
Çeviren: Bilgesu Resenerol
Çeviri Editörü: Onur Demir
Kaynak: the-tls.co.uk


Paylaş
Exit mobile version