Site icon Düşünbil Portal

İlk kadın psikanalist Lou Andreas-Salomé ve Freud’un insan doğası üzerine yazışmaları

Paylaş

“Önemli olan yaşama inancının aslen ve hayati olarak var olmasıdır ki, bu hayatta kalmamız  anlamına gelir.”

Rus doğumlu şair, denemeci ve entellektüel Lou Andreas-Salomé (12 Şubat 1861-5 Şubat 1937) modern kadınların gelsin diye beklediği özgürlüğü neredeyse imkansız olan bir dönemde kendisi için yarattı. Kadınların felsefe okumasının beklenmediği, ne de felsefe okumasına izin verildiği bir dönemde filozof oldu. Onun için tutkulu aşk mektupları yazan ve kitabı Book of Hours’u ona adayan Rilke için ilham perisi oldu. Nietzsche, iyi bir yazar olmak için sahip olunması gereken on altın kuralı Lou Andreas-Salomé’e yazdığı bir mektupta açıklar ve Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü de  büyük bir ölçüde ondan etkilenerek yazmıştır.

Andreas-Salomé elli yaşındayken, daha önce felsefe merceğiyle baktığı insani sorunları psikoloji bilimi ile ele alarak dünyanın ilk kadın psikanalisti oldu. 1911 yılının sonbaharında Weimar Psiko-Analitik Kongresi’ne katıldı ve on beş yıl önce tanıştığı Freud ile arkadaş oldu. Kısa zamanda Freud’un ilham kaynağı, öğrencisi ve entellektüel meslektaşı oldu. Onunla tanıştıktan kısa bir süre sonra Freud şöyle yazar: “Umarım bir gün sizinle özel bir görüşme yapma şansım olur.”  Birbiri ardına yazdıkları mektupları Sigmund Freud and Lou Andreas-Salomé: Letters’da toplandı. Yazışmalarında makalelerini ve hastalarını tartışarak, narsisizmdan kaygıya ve mastürbasyona değinen her konuda görüş alışverişinde bulundular. Birbirlerine hayranlık duydukları bir arkadaşlıkları vardı; Andreas-Salomé, Freud’a “Sevgili Profesör” diyor; Freud, Andreas-Salomé’e  “ilgili ve uyarıcı tartışmalar”ı için teşekkür ediyordu. Aynı zamanda en derin insan kaygılar olan sevgi, yaratıcılık, maneviyat, ölüm ve hayatın anlamı üzerine ortak bir kendilerini adamışlıkları vardı.

Ancak yazışmaları onların değer ve düşüncelerinin derin bir mukabelesini ortaya çıkarsa da bazı anlamlı psikolojik zıtlıkları da aydınlatıyordu; en belirginleri insan doğası üzerine farklı perspektifler ve insan ruhunun hakim renkleriydi. Peki insanlığın daha da kötüleşen durumuna şahit olup katlanmaktansa,  bu sorunları düşünmek ne kadar güçlü ve etkiliydi? Freud, Birinci Dünya Savaşı’na iki oğlunun da katılmasının ardından karamsar bir halde Andreas-Salomé’e yazdığı ilk mektuplardan birinde şöyle der:

“İnsanlığın bu savaşta bile  hayatta kalacağından şüphe duymuyorum fakat benim ve çağdaşlarım için dünyanın bir daha mutlu bir yer olmayacağına eminim. Bu korkunç bir şey. Ve bunun en üzücü yanı ise tam olarak insanların bizim psikanaliz bilgilerimizle hareket etmelerini bekliyor olmamız. İnsanlığa karşı bu tutumdan dolayı, sizin neşeli iyimserliğinize asla katlanamıyorum. Benim gizli çıkarımım her zaman şöyle olmuştur; günümüz uygarlığını devasa bir ikiyüzlülükle yüklenmiş olarak kabul ettiğimizden beri, organik olarak buna hazır olmayışımızdır. Vazgeçmek zorundayız ve o Büyük Bilinmeye, Kader’in arkasına gizlenerek bunu bir gün başka bir ırkta tekrar deneyecek.”

Yıllar sonra bu “deney”  başka bir dünya savaşında gerçekten tekrar edilecekti; Freud, Einstein ile az bilinen yazışmalarında bu konu ile uğraşmaya başlayınca görüşleri değişecekti. Bu değişim belki de Andreas-Salomé’nin insan ruhu hakkındaki gözü kara iyimserliği ile olmuştu. Gerçekten de Andreas-Salomé, Freud’a verdiği yanıtta her birimizin doğasında var olan iyilik ve kötülük ikiliğini, birey ve medeniyet olarak yaptığımız tercihleri tartışıyordu. Aslında tercih umut ve kinizm arasında bölünür:

“Bir noktada hem sizin hem de benim tutumum zamanımızın sıkıntılarına dokunuyor ve sizin iyimserlik diye adlandırdığınız şey şimdi acı bir şekilde battı. Ve inanıyorum ki, her bireysel aktiviteye psiko-analiz yoluyla ulaşılabilir; orada en değerli ve en çirkin dürtülerin kopmaz şekilde birbirlerini şartlandırdığı ve nihai kararı imkansız hale getiren bir uçurum var. Bu olağanüstü karışım  ilk gelişim aşamasında değil (ırkın yanı sıra bireyin de), aynı zamanda tekrar da  değil ve herkes için kayda değer bir gerçek; kibiri kalıplamak ve aynı zamanda alçak gönüllüğü yüceltmek için hesaplandı. Bunun bazı insan davranışlarındaki nefrette ya da zevkte hiçbir fark yaratmadığı doğrudur ve bu gibi zamanlar anlık bir neşe ve güvenle sonuçlanır; fakat yine de kişi  böyle bir yüksek inanç içinde yaşama hakkına sahip olduğunu bilir ve aynısı herkese uygulanmalıdır. Yapılması gereken bu günlerde bu değil ama aslında yapılması gereken budur… Bu tek başına biraz yardımcı olur.”

Başka bir mektubunda Andreas-Salomé ekler:

“Önemli olan yaşama inancının aslen ve hayati olarak var olmasıdır ki, bu hayatta kalmamız  anlamına gelir.”

Andreas-Salomé’ni insan doğası hakkındaki bu fikirleri psikanalize yönelmesine yardım etmiş, bir şair ve filozof olarak geçirdiği günlerde belirginleşmesini sağlamıştır. Nitekim o zamanlar ki sevgilisi Nietzsche’den ilham alarak 1882 yılında yazdığı “Hymn to Life (Yaşam İlahisi)” şiiriyle parlamıştır. Andreas-Salomé’un hisleri yıllar sonra Freud’a yazdığı mektuplarla yankı bulmuştur.

Yaşam İlahisi

Elbette bir dostun sevdiği gibi
Seviyorum seni esrarengiz yaşam.
Seninle güldüm, seninle ağladım,
Bana ya neşe verdin ya da ızdırap.
Seni bütün zararlarınla birlikte seviyorum;
Ve beni yok etmen gerekiyorsa,
Kollarından ayrılırım,
Dostunun göğsünden koparılan bir dost gibi.

Tüm gücümle sarılıyorum sana!
Alevlerinle yak beni,
Kavganın ateşinde ben de olayım,
Esrarını daha da derinlere indir.
Yaşamak ve düşünmek binlerce yıl!
Daha sıkı sar beni kollarınla.
Eğer bana verecek neşen kalmadıysa,
Olsun…Daha acıların var ya.

Yazar: Maria Popova
Çevirmen: Meltem Çetin Sever
Kaynak: Brain Pickings

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.

 


Paylaş
Exit mobile version