Bir kedi, bir Gayger (Geiger) sayacı, bir saatte yarı yarıya bozulma şansı olan radyoaktif bir numune, ufak bir şişe içinde biraz siyanür ve metal bir kutu alın. Kediyi diğer malzemelerle kutuya kilitleyip beraberce bir süre bırakın ki eğer radyoaktif maddeden bir atom bozulmaya başlarsa Gayger sayacı çalışmaya başlar, bu da küçük şişeyi kıracak bir çekici çalıştırır ve siyanür böylece serbest kalır. Her şeyi bozabilecek olan kedinin bu düzeneğe karışmasıdır ki bunun olmamasını garantiye alın. Bir saat geçtikten sonra kutuyu açma arzusuna direnin. Bu durumda, bir saat içinde bozulma olmayacağından kedi kesinlikle ölmeyecek; ya da bozulma olduğundan zehirli siyanür serbest kalacak ve kedi siyanür zehirlenmesinden kesinlikle ölecektir. Bu süre zarfında kedinin doğal sebeplerden ölmediği farz edilirse, saydığımız bu iki ihtimalden biri gerçekleşebilecek tek senaryodur. Kutunun dışından sizin herhangi bir fikriniz olmayacaktır; kedi canlı mıdır değil midir? Şimdi kutuyu açın…
‘Schrödinger’in kedisi’ olarak bilinen bu aldatıcı düşünce deneyi, kutunun içinde sıkışan hayvanı pek de düşünmüyor. Deneyin ismi de kulağa hoş geliyor. Çoğu insan deneyin nasıl temsil edildiğinden ziyade, deneyin ismini ve senaryonun detaylarını hatırlıyor. Aslında bu durum açık bir şekilde kediye işkence etmenin hastaca bir şekli gibi gözükürken, aslında Viyana’lı fizikçi Erwin Schrödinger ( 12 Ağustos 1887), bu deneyi 1935 yılında kuantum mekaniği ile ilgili bir görüşü çözmek için tasarladı. Shrödinger’in kedisi kavramı şimdi ayrıca daha geniş bir mantığa dayanarak (Oxford English Dictionary tanımıyla) ‘gözlem veya başka bir olayla çözülene kadar uyumsuz bir şekilde birlikte mevcut olan durumları içeren herhangi bir varlık veya sistem’ olarak tanımlanıyor.
‘Kopenhag Görüşü’ diye adlandırılan fikre göre (1920’lerde Niels Bohr ve Werner Heisenberg’in Copenhag Enstitüsünde yaptığı çalışmalara borçlu olduğumuz) kuantum çakışması, bir parçacık, gözlemlenene kadar bir kez tüm hallerde bulunabilir. Bu görüşe göre; kutudaki radyoaktif madde, kutu açılana kadar hem bozulmuş hem de bozulmamış olurdu. Fakat bu durum, zavallı kedinin kutu açılana kadar hem ölü hem diri olacağını ifade ediyor. Bu açıkça absürd olan görüşün doğru olamayacağını biliyoruz, bu yüzden kedinin hem canlı (ve endişeli) veya ölü olabileceğinden emin olabiliriz. İşte asıl nokta da bu: Schrödinger, kedi örneğini Copenhag Görüşü’nün sahip olduğu problemi göstermek için kullandı. Parçacıkların bir durumda veya öbüründe olduğunu düşünmekten daha zor olanı, kedi gibi değerli bir şeyin de bu durumda olabileceğini düşünmektir.
Kediler ve Dil Felsefesi
Schrödinger’in kedisi, fikirleri keşfetmek için kullanılan birkaç hayali kediden sadece bir tanesidir. Örnek olarak, filozof Hilary Putnam, felsefe diliyle ‘kedi’ dediğimiz şeylerin bilinmeyen, gerçek robotlar olduğuna dikkat çekti. Biz kedinin özünün bir hayvan olduğunu düşünebiliriz. Bu analitik bir bakıştır veya ‘Tüm kediler hayvandır’ tanımı itibariyle doğrudur. Fakat eğer kediler marslılar tarafından dünyaya gönderilmiş ve sevimli bir şekilde tasarlanmış robotlar olarak ortaya çıkarlarsa? Mümkün görünmese bile eğer bu doğruysa, kedi olarak çağırdığımız şeyler hayvan olmasa bile yine de kedi olurlardı. Sürpriz bir şekilde ortaya çıkıyor ki, ‘Bütün kediler hayvandır’ deneysel bir iddiadır ve analitik bir ifade değildir; yani bu iddia yanlış olabilir: Kediler sadece kucağımıza atlayan tüylü şeylerdir ve kedilerin hayvan olup olmaması bunu değiştirmez. Kediler öyle yaratıklardır ki; Michel de Montaigne onlarla ilgili merakını şöyle ifade eder, ‘Kedimle oynadığımda, ben mi onun uğraşı olurum o mu benim, kim bilir.’
Uygun İfadeler
Bazı sebeplerle, ‘Schrödinger’in Kedi’sini bahsettiğimiz gibi ‘Putnam’ım Kedileri’nden bahsetmeyiz. Bazen sadece isim uygun değildir. Schrödinger’in kedisi bu açıdan daha çok Borel’in maymunları gibidir. Bunlar ünlü (yine varsayımsal), daktiloda rastgele harfler yazan maymunlardır. Jorge Luis Borges’e layık bir düşünce deneyinde maymunların şans eseri Shakespeare’in muhteşem Hamlet’ini yazmayı becerebilmeleri beklenir. Emile Borel ise 1913’de bu örneği kullanan Fransız matematikçidir. Schrödinger’in vakasında olduğu gibi, çoğumuz bununla hangi meseleye parmak basıldığından çok örneği biliriz.
Schrödiner’in kedisi, Borel’in maymunu- gayet uygun ifadeler. Bunlar ‘Flaubert’in Papağanı’ ve ‘Kaptan Corelli’nin Mandolini’ kadar hatırlanabilir özellikteler. Hatta Schrödinger’in kedisi adında üçlü bir hikâye ve çok sayıda, bu deneyi resimlendiren tişörtler Amazon’da satılıyor. Bu formülasyonlar ağza takılan veya kafanızdan atamadığınız şarkılar kadar cezbedicidir. Bunların niye böyle akılda kalıcı olduğunu anlamak kolay değildir ama yine de kafada dönüp dururlar. Kuantum mekaniği ile ilgili zerre kadar bilginiz olmasa bile muhtemelen kendinizi Schrödinger’in kedisi hakkında endişelenirken bulabilirsiniz.
Yazar: Nigel Warburton
Çeviren: Faruk Aydiner
Makale: Oxford Dictionaries