Kara Ölüm’ün (Kara Veba) hümanizm çağının doğmasına yardım ettiği herkesin bildiği bir gerçek. Veba, ölümü hep var olan bir gerçek haline getirerek kilisenin ve tek bir kilisenin insan varoluşunun temel sorularına cevap verdiğini iddia ettiği bir dini otorite sisteminin temelini çürütmüştü; rahipler doğal olarak hala durumun böyle olduğunu iddia ettiler fakat bunu şimdi yapsalardı kuvvetle muhtemel ölürlerdi. Kilisenin meşruiyetinin ve daha detaylı açıklamak gerekirse gerçek ve kurtuluş üzerindeki tekelinin çöküşü sırasında sağ kalanlar, gayet insani bir bireysellikle acil ve maddi olan şeylere yönelmeye başladılar.
Bu dini otorite, insanların kaygı ve sorgulamalarının merkez odağı haline gelmiş olan bu yeni oryantasyonun, yani seküler ve tikelin kendileri için değerli görüldüğü bir dünya görüşünün dışında kalmış oldu; kaldı ki o Mona Lisa ve Vitruvian Man, Rosseau ve Marx, ayrıca Hitchcock ve Dylan’ı doğuran bir yenilenmeydi.
Hümanizm eşzamanlı olarak kınandı; çünkü insani çıkarların ötesine geçen yüceltilmiş medeniyet projesi, diğer hayvanları ve doğayı sadece insani amaçlar için sömürülecek şeyler olarak gören özellikle vahşi bir çekiciliğe doğru yol aldı. Avrupa’nın madencilik endüstrilerinin ve bununla birlikte kurşun konsantrasyonlarının Kara Ölüm’den sonraki yüzyıllarda önemli ölçüde genişlemesi, birçok ironiden sadece biriydi. Ayrıca elbette gerçekte birkaç monolitik insanlık değil, büyük çoğunluğun hayatlarını ve servetlerini elinden alan ve kendi vahşetlerini meşrulaştırmaya çalışan küçük bir yönetici sınıf vardı. Köylü Ayaklanmasının bastırılmasından, Leopold II ve George W. Bush tarafından gerçekleştirilen katliamlara kadar her daim insanların yüceliği, pratikte insanlığın kendiliğinden değil de diğerlerinin boyun eğmesi sonucu yaşayan, kendi kendini görevlendirmiş elitler tarafından vurgulanmıştır.
Bununla birlikte mevcut pandeminin katlanarak artan kurban sayısı bir yana, sosyal medya da dahil olmak üzere, fazlaca aracılık görevi üstlenmiş çevrimiçi cihazlar yoluyla deneyimlenmesi hayli ilginçtir. ABD’deki karşılaştırılabilir bir düzenin belki de en son büyük krizi olan 9/11, büyük ölçüde pasif biçimde televizyon karşısında deneyimlenmişse de koronavirüs böyle bir şey değildir, insanlar korku ve endişelerini Facebook gibi dikkat-ekonomisi (attention-economy) sitelerinde bizzat yaşanarak yazılanları okumaktadır.
Bu tür sanal etkileşimler, hükümet ve diğer otoritelerin şu anda zorunlu kıldığı fiziksel uzaklık temelini atmış oldu. Birbirimizden uzun süredir izole olduğumuzu görmek için tek yapmanız gereken barda takılan birilerini gözlemlemektir. Bu, birbirimize verebileceğimiz en güzel hediyenin ilgi olduğunu kabul eden birinin, sözüm ona bıktırıcı ağıtının ötesinde bir durumdur. Bir arkadaşı dinlememe kabalığı, siyasetin ötesinde bir şey olarak varsayılsa bile, birbirimizi görmezden gelmenin nedeni siyaset ötesi değildir. Muhataplarımızdan sonu gelmez bir şekilde kendilerini tekrar etmelerini istediğimizde, güzel dağlarda veya diğer varoluş harikalarında kaybolmadık ama algoritmaların, fizyolojik olarak bağımlılık ödüllerinin dağılımını belirlediği ve böylelikle sadece izole edilmekle kalmayıp, kendinden uzak, homojenize edilmiş bireyci ve rekabetçi bir tutumu içselleştiren sosyal medya ve arkadaşlık sitelerinde kaybolduk. Bizi apartmanlarda ve evlerde karantinaya alan, altı metreden yakın mesafedeki insan etkileşimini yasaklayan ve toplumun insan salgısı, nefes, koku ve maddeye karşı tiksinti duymasını onaylayan devlet, otoritesini ve zorlayıcı gücünü dijital devrime olduğu kadar Musk’ın daha kapsamlı transhümanist projelerine ve kendini yok etme fantezilerini mistik aşkınlık gibi pazarlayan diğer güçlü mizantroplara adamıştır.
Genel amacı öznelliğimizi metalaştırılmak ve sonrasında içselliğimizi yok etmek, özel amacı ise her zaman olduğundan çok daha sistematik bir şekilde, insan gerçekliğinden silinmek olan hiper-kapitalist bir internetin içine hapsedildik. Kara Veba hümanizmin doğuşuna yardım etmiş olabilir ama sonucu ne olursa olsun Koronavirüs hümanizmin sona erişini hızlandırabilir.
©® Düşünbil (2020)
Yazar: Joshua Sperber
Çeviren: Ayça Özkadif
Çeviri Editörü: Elif Arslan
Kaynak: counterpunch.org