Site icon Düşünbil Portal

Merleau-Ponty ve Dünyanın Teni

Paylaş

Varoluşçu fenomenolojiyle ilgilenen Fransız düşünür Maurice Merleau-Ponty, Collège de France’da daha önce Henri Bergson’un kürsüsüne atanan en genç felsefeciydi. 14 Mart 1908’de Rochefort-sur-Mer‘de dünyaya gelen Merleau-Ponty henüz küçük bir çocukken babasını kaybetti. Bu sebeple kendisini, erkek kardeşini ve kız kardeşini anneleri yetiştirdi. Louis-le-Grand Lisesi’nin ardından 1930’da girmeye hak kazandığı École Normale Supérieure‘e geçti. Liselerde öğretmenlik yaptı ve daha sonra 1939’da Beşinci Piyade Alayı’na alınarak, 1940’da terhis olana kadar yedek subay olarak görev yaptı. İşgal boyunca Resistance’a [1] katıldı. 1945’te gelen özgürlüğün ardından, Lyon Üniversitesi’nde ders verdiği dönemde Jean-Paul Sartre birlikte avangart dergi Modern Zamanlar’ı kurdu. Ayrıca, 1945 yılında önemli eseri Algının Fenomenolojisi de yayınlandı.

İlk olarak, insan bedeninin felsefece önemini tanıyan bir ontoloji geliştirmesi ve Avrupa felsefesini ortaya çıktığı günden beri uğraştıran düalizmin üstesinden gelme konusundaki başarısı ile tanınan Merleau-Ponty’nin bu çabaları, post-yapısalcı dilbilim, siyasi teori, gelişim psikolojisi ve estetik alanlarından da önemli katkılar içeriyordu. Yeni yeni boy gösteren Gestalt Psikoloji Okulu ile Edmund Husserl ve Martin Heidegger’in fenomenolojisi arasındaki etkileşime olan ilgisi, aşkın (transandantal) felsefenin radikal bir şekilde tekrar değerlendirilmesine yol açtı. 3 Mayıs 1961’de aniden vefat ettiğinde, geride henüz bitmemiş olan Görünür ve Görünmez adlı son önemli eserinin taslaklarını bıraktı. Claude Lefort, hali hazırdaki metni dört bölüm ve eklerden oluşacak şekilde düzenleyip, Ocak 1959’dan Mart 1961’e kadar tarihlenen uzun çalışma notlarıyla birlikte yayınladı.

Yaşanan Beden

Merleau-Ponty, Avrupa’nın Antik Yunan’dan beri süregelen, insan bedeninin önemsiz olduğu ya da bilgiyi zarara uğrattığı düşüncesini bir kenara koyarak, insanın kavrama sürecinde bedeninin sahip olduğu merkezi rolü ön plana çıkarttı ve denebilir ki bir devrim yaptı. Mesela, bedensel hareketlilik aracılığıyla bir nesnenin çeşitli profillerinin (adumbration/Abschattung) [2] veya perspektiflerinin birleştirilerek bir bütün haline getirilebileceğini gösterdi. İnsanın derinlik, genişlik ve yükseklikten oluşan üç boyutlu Kartezyen şeması şeklindeki nesnel uzam anlayışı; bedenin bilinçli hareket ettiği, bir şeyleri kavrayıp tuttuğu, sabit görsel koordinatlar içinde dengeyi sağladığı ve çevresini sorguladığı, yaşanan uzamdan bir soyutlanmadır. Ayrıca, bedenin dünyayı algılama kabiliyeti hem duyan hem duyulan ikili rolü üzerinde temellenen, bir deneyimin hem nesnesi hem öznesi olabilme halidir: Bir beden, eğer kendisi dokunulabilen bir nesne olmasaydı herhangi bir nesneye de dokunamazdı. Aynı şekilde, çevreyi duyumsamaya yarayan gözler aynı çevre içerisinde bir nesnelliğe sahip olmasalardı, kimsenin görme yetisinden de bahsedemezdik. Böylece, bedeni ve dünyasal nesneleri, özne veya tinsel düşünme yetisi dediğimiz zihinden ayıran klasik düalizm, Merleau Ponty’de yerini bedensel yönelimsellik modeline bırakır. Bu modele göre bedenin, alışılagelmiş hareketlerin yansımasında da kendini ortaya koyduğu gibi, dünyayla, incelikli ve dikkatli bir kavramsallaştırmanın düşünümselliğinden (reflexivity) [3] bir adım önce etkileşime girmesine yarayan, kendine ait bir zekâsı vardır.

Tersine Çevrilebilirlik Tezi

Bedenin aşkın gücü, örgütsel şemasını dünyaya yansıtma yeteneği ve bedenin kendi fiziksel nesne durumunu etkileyen dünyevi güçlerle bir bütündür. Bu roller birbirinden ayrılamaz fakat rastlantısal da değildirler. Duyumsayan bedenden duyumsanan bedene doğru bir sapma vardır: Parmağın başparmağa dokunması ya da başparmak tarafından ona dokunulması başparmakta bir kimlik oluşturmaz; dahası iki bedensel parça muğlak bir tersine çevrilebilirlik ilişkisi içinde her şeyi kapsayan ve bedensel olarak dünyada-olanların (being-in-the-world) matrisinde birlikte var olurlar. Tıpkı masayı hisseden elin masa tarafından kendisine dokunulduğunu duyumsaması gibi parmak ve başparmak rolleri de birbiriyle değiştirebilir ve böylece, önceden duyumsayan, duyumsanan durumuna gelir. Nihayetinde, biri diğeri için var olmasaydı bu rollerden hiçbiri mümkün olmazdı.

Dünyanın Teni

Merleau-Ponty, nesne ve öznenin insan teni meselesindeki rollerinin tersine çevrilebilirliğini, kesişim (chiasma) veya iç içe geçme olarak nitelendirdiği varlığın küresel suretinin bir simgesi olarak kabul eder. Ten terimi burada dünyasal varlıkları da kapsaması için genelleştirilerek kullanılır. Dünyaysa, her bir varlığın birbiriyle ilişkili olduğu bir etkileşim arenasıdır. Bu pan-animizmden ziyade, modern dünyanın ekosistem diye adlandırdığı, aslında eski bir kavram olan physis [4] ile de uyumlu bir düşünce hareketi içerisinde olan doğanın, eylemsiz maddeselliğe post-Sokratik indirgemesini düzeltme girişimidir. Cisimlerin karşılaştıklarında birbirlerine dokundukları kesişim noktası, cisimlerin kesişmeleriyle değişikliğe sebep olan dünyasal yayılmanın ya da küresel zamansallığın dinamiklerine gönderme yapar. Dünyanın kaba ve vahşi varlığı, aşkınlığının olgusallığı; insan zekasının bilim başlığı altında düzenlediği ve yine dünyanın nispeten kalıcı yapılarında bulunan sakinlerinin birbirleriyle ilgililiği üzerinden dengeye gelir. İnsanlar dünyanın teninin, kavramsallaştırma veya kavramanın yansıtıcı ilişkisini kurabilen parçalarıdır. Fakat dünyanın diğer parçaları; her birinin bir diğerine karşılık geldiği ya da katkı verdiği organik döngüler, hava sistemleri, jeolojik oluşumlar ve benzeri gibi şeylerin karşılıklı olarak etkileştiği karmaşıklık içerisinde yer alan bedensel düşünümselliğin diğer biçimlerine ihanet eder.

Görünür ve Görünmez

Merleau-Ponty’nin öne sürdüğü algının üstünlüğü tezi, Algının Fenomenolojisi yayınlandığı dönemdeki düşüncesinin orta evresi ve “algılanan dünya tüm akılcılığın, tüm değerlerin ve tüm varlığın her zaman varsayılan temellendirilmesidir” iddiasından, Saussurecü göstergebilimsel önemine dair eşsiz yorumuna dayanan geniş kapsamlı dil analizlerini de içeren daha sonraki faza doğru evrilir. Dil ve algı üzerine sonraki fikirleri tartışmalıdır ancak bu ikisi hakkındaki genel kanı iç içe geçmiş olduklarıdır: Gösterge sistemi olarak düşünülen dil, belki de görünür dünyada konuşma ve yazma edimleri üzerinden apaçık algılanabilen, görünmez ilişkilerin bağlantı noktasıdır. Dolayısıyla tartışma, köken ve temellendirmeyle ilgili iki soru üzerine yoğunlaşır: Dilin görünmez yapısı dünyada algılanan düzeni mi yansıtır yoksa bu görünmez ilişkilerin bağını mı kurar? İkinci soruysa birincinin geçerliliğine meydan okur: Algıyı dilden, birinin diğerine göre üstünlüğünü sorgulayarak ayırmak mümkün müdür?

Merleau-Ponty, dili kendi düşünümselliği içinde – kendiyle ve dünyayla ilişkililiği üzerinden – “daha hafif ama daha şeffaf” olan tene (insan tenine yakın bir ifadeyle) benzetir. Genel olarak, görünür ve görünmez ilişkisi asimetrik tersine çevrilebilirlik olarak tanımlanabilir: tıpkı dokunulan bir nesnenin, tam olarak dokunulduğu yer görünmez kalsa bile görünür olabilmesi ya da herhangi bir temanın saklı veya ufka ait (horizonal) kısımlarının ancak ufka aitliğini yitirerek odağa alınabilmesi gibi.

Politika

Merleau-Ponty’nin genelde yeni ve dinamik olan fikirleri daha uzun yaşasa bile asla yakalayamayacağı, anlaşılması zor bir paradigma altında birleşir. Bu konuda ele alınabilecek başka hiçbir arayışı, politik düşüncesinden daha açıklayıcı değildir. Elinden geldiğince revizyonizmden uzak durmasına rağmen her zaman eleştirel bir Marx okuyucusu olan Merleau-Ponty, her ne kadar komünizmin hümanist tarafını desteklese de Komünist devrime kuşkuyla yaklaşmıştı. En verimli döneminde öldüğü zaman, ifade ve tersine çevrilebilirliğin etiği olarak adlandırılabilecek bir eser üzerine çalışıyordu. Düşüncelerinin yönü de Algının Fenomenolojisi’ndeki “Özgürlük” bölümüne bakacak olursak kendini açığa vurur gibiydi.

Fransa’da (aslında Avrupa’nın büyük bir bölümü ve SSCB’de) sol politikaya hâkim olan mesele, bir yandan parti liderliği ve otorite arasındaki gerginlikler diğer yandansa tarihin dizginlerini eline almaya can atan, gittikçe bilinçlenen bir proletaryanın ortaya çıkışıydı. Merkezi Komite’nin rolü yönetimi ele geçirmek miydi? Ya da dünyadaki tüm işçilerden emir mi almaktı? Tarihin diyalektik hareketi maddesellikle nesnel olarak mı belirlendi yoksa düşünsel düzlemde yürüyen tartışmalarda öznel olarak mı dillendirildi?

Taraf tutmayı reddeden ancak kutuplaşmanın altını oymanın ve spektrumun her iki tarafındaki gerçekleri kucaklamanın yollarını arayan Merleau-Ponty der ki: “Dünya zaten oluşmuştu ancak hiçbir zaman oluşumunu tamamlamadı: ilk durumda dünyadan etkilenen biziz, ikincisindeyse sonsuz sayıda olasılığa açık hale geliriz. Fakat aynı anda her iki şekilde de var olduğumuz için bu analiz hâlâ soyut sayılır. Yani ne determinizm ne de mutlak seçim vardır; ben ne bir şeyim ne de çıplak bir bilinç… ‘Durumun sunduğu katkı’ ile ‘özgürlüğün sunduğu katkıyı’ kesin olarak belirlemek mümkün değildir.”(s. 453). Kısacası dayanışmanın biçim kazanması ve harekete geçiş, Merleau-Ponty’nin bireysel işçi ve benzeri durumdakilerin üzerlerindeki etkisinin ifadesinde anlam bulur. İşçi, yukarıdan gelen rehberlikten faydalanabilir ancak özgürlüğü kazanma ve bunun önündeki engelleri yıkma yükünü başkalarının omzuna yükleyemez; aksi takdirde, bu kez de kendisine rehber seçtiklerinin elinde köle olur.

Sınırlı özgürlük fikri, Merleau-Ponty’nin meslektaşı ve Modern Zamanlar (les temps modernes) dergisinin kurucu ortağı Jean-Paul Sartre tarafından savunulan radikal özgürlük tezine doğrudan karşıydı. Fikir düzeyindeki bu çatışma, 1950’lerin başında Stalin tarafından Rusya’da işlenen vahşetin açığa çıkmasıyla ortaya çıktı. Nasıl karşılık verilmeliydi? Sartre Komünist Parti ile dayanışmayı sürdürdü; Merleau-Ponty ise her ikisinden de uzaklaştı ve 1953’te derginin editör kadrosundan istifa etti. Anlam ve Anlamsızlık’da yer alan politik metinler (1964 [1948]) bu moladan önce yazıldı ve Diyalektik Maceralar başlıklı Marksizm üzerine eleştirel düşünceler (“Sartre ve Ultrabolşevizm” başlıklı bir bölüm dahil) 1955’te yayınlandı. Merleau-Ponty, sonraki çalışması Hümanizm ve Terör’de (1969 [1947]), Hegel ve Marx’ın diyalektik düşüncesini tarihsel bir perspektife oturtmaya, aşmaya ve bu düşünceye yeni bir yön vermeye çalıştı. Merleau-Ponty’nin tüm bunlardan vardığı sonuç, yukarıda bahsi geçen ifade ve tersine çevrilebilirlik etiğine farklı bir açı kazandırdı. “Kendimizle ve başkalarıyla uyumu aradığımız, bir kelimeyle ifade edilirse, hakikat, … yalnızca yalıtılmış düşüncelerimizde değil; somut durumların deneyiminde ve içsel kanıtlarının evrensel hakkını meşru kılamamasının dışında, diğer insanlarla kurduğumuz diyaloglarda da irrasyonalizmin tam karşısına konumlanır (1969 [1947], p. 187).

Merleau-Ponty, yarım kalan son çalışması Görünür ve Görünmez’de (1968 [1964]), diyalektik düşünce konusuna geri dönerek, düşünsel olanın ve maddeselliğin, çatışmayı en aza indirgeme yönünde hareket eden bir tarih akımı içinde iç içe geçtiği düşüncesini benimser. Ancak Hegel, Marx ve Sartre’ın çalışmalarını, çarpışan ve iç içe geçen insan özgürlüklerinin üzerine konumlanmış, kestirilemez ve dağınık tarihi süreç üzerine soyut bir yapıyı yanlış bir empoze etme girişimi yoluyla haber veren şekilciliği açıkça reddeder. Ayrıca bu çalışmasında Husserl’in kuruluş doktrinine (Fundierung) yanıt olarak kendi tersine çevrilebilirlik kavramından da bahsetmeye başlar.

Psikoloji

Erken dönem yazılarından sonuncusuna kadar Merleau-Ponty, Gestalt teorisi tarafından öne sürülen figür-zemin (figüre-ground) ya da arka plan-ufuk (theme-horizon) yapısının indirgenemezliği tezini kendi çalışmalarına taşıdı. Bu tez, algı ve bilişselliğin temelde ilişkili olduğunu savunur, dolayısıyla da algısal atomlar, temel basitlikler veya ayrık qualia [5] gibi kavramlara dayanan duyu veri kuramı gibi argümanlara karşıt olarak konumlanmıştır.

Algının Fenomenolojisi’nde Merleau-Ponty, beyninin oksipital bölgesinden şarapnelle yaralanan I. Dünya Savaşı askeri Schneider’in detaylı bir vaka çalışmasını sunar. Bu çalışmanın amacı ne tamamen fizyolojik ne de tamamen bilinçli olan ancak cinsel tepkisellik, varoluşsal uzamsallık, motilite, ifade ve hafıza gibi alanlarda ikame davranışının anormal biçimlerine yol açan bir dejenerasyon sonucu Schneider’ın bedeninin çektiği acılara doğru bir tanım arayan hem ampirizm ya da fizikalizm; hem de entelektüalizm ya da transandantalizm yaklaşımlarının yetersizliğini göstermektir.

Bilinçdışına dair Freudyen fikirleri olumlu bir açıyla yeniden yorumlayıp kendi teorisine entegre eden Merleau-Ponty, tüm fenomenologlar arasında eşsizdir. Ancak bu sahiplenme, elbette biraz değişiklik de içeriyordu; özellikle yansıtma öncesi ufka aitlik düzeyindeki insani deneyimler açısından bilinç ve bilinçdışı arasındaki devamlılıktan bahsetmektedir. Merleau-Ponty, Freud’un sansür ve hoşnutsuzluğun özerk işlevine atfettiği bastırma gibi fenomenlerin nispeten mekanik açıklamasıyla; Jean-Paul Sartre’ın kişinin kendi özgürlüğünün çıkarımlarından geri tepen bir bilincin kendini kandırma eylemine atfettiği görece gönüllülüğü öne çıkaran pozisyonu arasında orta yolu bulmaya çalışır. Kişilik öncesi veya düşünce ürünü olmayan dönemde bir tür başa çıkma tarzı olan bastırmayı, bedenin dünyevi olaylara tepkisiyle olumsuz bir şekilde nüfuz edilmiş varoluş alanı olarak geleneksel bir şekilde yorumlayan Merleau-Ponty’e göre, sevgilisini görmesi ailesi tarafından yasaklanmış olan bir kızın sesinin kısılması ve anoreksiya olması durumu, ne Freud’un belirttiği gibi oral cinselliğin bebeklik (infantil) safhasına  geri dönüş olarak ne de Sartre’ın dediği gibi sihirli değişim durumunda sorunluluktan kaçmak olarak anlaşılmalıdır. Dünyaya yanıt vermede sözlü yolları tercih eden eski alışkanlıkların canlandırdığı bir alışkanlığın özerkliğini kazandıran yeme ve konuşmanın ortak dünyasından bir çeşit çekilme veya bir tür bir arada varoluşu reddetme olarak anlaşılabilir.

Gestalt Psikolojisi ve Freudyen psikanalize olan ilgisine ek olarak Merleau-Ponty, bir zamanlar meslektaşı olan Jean Piaget’nin gelişim psikolojisine dair çalışmaları ve göstergebilimsel çizgiler doğrultusunda Freudyen temaları yeniden yorumlayan çağdaşı Lacan ile yakından ilgilendi. Davranışın Yapısı (1963 [1942]) ve Algının Fenomenolojisi’nde sıklıkla Piaget’e atıflar bulunurken, Lacan’ın Çocuğun Başkalarıyla İlişkisi adlı geç dönem makalesindeki özgün düşüncelerineyse detaylı bir yanıt yer alır. Çeşitli okulların kutuplaşmış muhalifler yoluyla izole edilmesine sebep olan a priori ve a posteriori, aşkın ve ampirik gibi radikal ayrımları onaylamayı sürekli olarak reddeden Merleau-Ponty’nin belki de psikolojik teoriye en büyük katkısının temelinde, fotografik analizden, deneysel ve davranışsal araştırmaya kadar tüm ideolojilerin spektrumunda, düşünürlerin bulgularını sentezleyen ontolojik bir çerçeveden bahsetmesi yatmaktadır.

Estetik

Merleau-Ponty, kendisini sanatın tadıyla ilişkilendirmektense, onun algısal temellerine odaklanarak estetik kavramına Antik Yunan’ın estetik anlayışıyla can suyu verir. Algı önceliği tezine uygun olarak, sanatçıyı, dünya üzerinde önceden düşünülmüş kavramsal yapıları üst üste koymak yerine algısal olarak kendini ortaya koyan ve bu yolla dünyaya vereceği cevapları arayan biri olarak görür. Örneğin, klasik Rönesans resmi, perspektif yasalarını uygulayarak iki boyutlu bir yüzey üzerinde derinlik yaratmaya çalışır. Derinliği, mesafenin dönüşüne indirgeyen, tuvalin yan tarafından bakan bu tür yasalar, keşfetmenin ve gizemin bir boyutu olarak derinliğin varoluşsal ya da yaşanmış yönünü gözden kaçırır. Klasik resim sanatçısının gözü sabit ve durağanken, algıda, sanatçının vücudu uzamsal yönde hareketlidir ve zamanın herhangi bir parçasıyla sınırlandırılmış değildir.

Merleau-Ponty’nin en sevdiği örnek Cézanne, St.Victoire Dağı resimlerinde ön planda geniş, bulanık darbeler, ortada daha net darbeler ve uzakta uhrevi bir pusluluk kullanarak resmine derinlik kazandırır. Natürmort resimlerinde, masaların üstü, vazolar, şarap karafları ve benzerleri, fotoğrafta olduğu gibi tek bir noktadan sıralayarak değil de hareket eden bir gözün göreceği şekilde tasvir edilir. Theodore Géricault’nun Epsom’da Derby eserinde dörtnala koşan atların bacakları ileri ve geri uzatılmış olarak gösteriliyor. Ressam, bacakların gerçek pozisyonlarını, sabit bir çerçevede havada garip bir şekilde asılı kalmalarından ziyade hayvanlara anlık bir hareket vererek sunmayı başarır. Bu türden bir çarpıklık, insanların, yaşanan anın genişletilmiş süresi içerisinde algıladıkları şeylere daha sadıktır.

Sanatçılar; teorik varsayımlar dolayısıyla insanların gözünden kaçan şeyleri görme yeteneğine sahiptir ve bu, görünmezliği görünür kılmalarını ve böylece tabloya yaşam katmalarını sağlar. Sanatçılar bir nesneyle ilgili bildiklerini değil, gördüklerini boyarlar. Renoir, ağaçlık alandaki havuzda Yıkananlar’ı resmedebilmek için Cassis’de gördüğü Akdeniz’in suyunu görsel olarak sorgular. Gözlemciler, orada, sadece gerçekten olduğunu düşündükleri şeyi görürlerken, Renoir, suyun akışkan yüzeyinin o dinamik ve görünmez ışık oyunlarını görür. Sanatçılar, yine kendilerini gördükleri, gözlerinin parıldayan yüzeyindeki ışık parçacıklarını görmek için kendilerini eğitirler. Mesela Fra Lippo Lippi, gözü, ışığın anatomik olduğunu düşünerek boyamıştır ve ışık parçacıklarının görünmezliği, portrelerindeki kişilerin ölüm anlarındaymış gibi resmedilmelerine olanak sağlamıştır.

Gören ile görünenin tersine çevrilebilirliği, görünür ile görünmezin tersine çevrilebilirliğiyle bir kesişim halindeymişçesine buluşur. Kendi görünürlüğüne uyum sağlayan sanatçılar, kendilerini gören öznelerini boyayabilirler ve böylece, başkalarını algılarken insanların sadece maddesel bedenlerini gördüğünü düşünenlere görünmez kalan öznenin öznelliğini betimleyebilirler. Bununla birlikte, algı, yaşayan bedenlere, insan bedenini res extensa’ya indirgeyen ve res cogitans’ı görünmez olarak tasarlayan Kartezyen felsefeden daha sadıktır.

Notlar

[1] İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi’ler ve onlarla iş birliği yapan dönemin kukla Fransa Devleti’ne (Vichy Fransası) karşı oluşturulan hareket. (e.n.)

[2] Aslen Edmund Husserl’in kullandığı Abschattung terimi, kelime anlamıyla “gölgeleme, gölge verme” demektir. Husserl üç boyutlu bir nesneye yaklaştığımızda o nesneyi yalnızca bir açıdan (diğer açılarıyla beraber nesneyi tam haliyle görme olanağımız olmadan) belirli bir profil çıkararak görebileceğimizi söyler ve nesnenin özneye göre oluşan bu durumuna Abschattung adını verir. Merleau-Ponty ise öznenin nesneyle kurduğu bu ilişkinin, nesnenin ve öznenin bulundukları bağlam üzerinden de okunması gerektiğini söyler ve her defasında farklı bir perspektif ya da açıdan duyumsadığımız nesnenin açı değişse de özdeşliğini bu yolla koruduğunu ekler. Örneğin bir sehpanın duvara bitişik yanını göremeyiz ancak duvarla ve ışıkla kurduğu ilişki üzerinden bu sehpanın üç boyutlu halini kendi algımıza getirebiliriz. Jean-Paul Sartre’ın Varlık ve Hiçlik eserinin 2009 yılındaki Turhan Ilgaz ve Gaye Çankaya Eksen çevirisindeki öneriye uyularak, bu yazıda, Fransızcadan dilimize giren “profil” kelimesi tercih edilmiştir. (e.n.)

[3] “Felsefede ve psikolojide […] zihnin kendi üzerine dönmesi, kendisinin hem öznesi ve hem de nesnesi olabilme kapasitesi, bilincin kendi özbilincine sahip olması durumu.” Ahmet Cevizci’nin 1999 yılında basılan Felsefe Sözlüğü’ndeki “refleksivite” başlığından alınmıştır.

[4] İnsan tarafından yaratılmamış doğal varlıklar. Bazı durumlarda tekhne karşıtı olarak da kullanılmıştır. (e.n.)

[5] Qualia bir deneyimin öznel yönünü nitelemek için kullanılan bir terimdir. (e.n.)

[6], [7] Res extensa, René Descartes tarafından kartezyen ontolojisinde, res cogitans ile birlikte tanımlanan iki maddeden biridir. Latinceden çevrilmiş olan res extensa, “uzamsal ve düşünülmeyen bir şey” anlamına gelirken, ikincisi “bir düşünce ve uzamsal olmayan şey” olarak tanımlanır. Res extensa ve res cogitans birbirini dışlar ve bu da bedenden tüm entelektüel bağımsızlığı kavramsallaştırmayı mümkün kılar. Bu iki kavramın kutupluluğundan dolayı doğa bilimi res extensa‘ya odaklanmıştır. (ç.n.)

Kaynakça

Merleau-Ponty’nin Başlıca Eserleri

Humanisme et terreur, Essai sur le problème communiste. Paris: Gallimard, 1947. Çev. John O’Neill Humanism and Terror: An Essay on the Communist Problem (Boston: Beacon Press, 1969).

“La conscience et l’acquisition du langage.” Bulletin de psychologie 236 (18) (1964): 3–6. Çev.  Hugh J. Silverman Consciousness and the Acquisition of Language (Evanston, IL: Northwestern University Press, 1973).

“La Nature”: Notes, cours du collège de France. Ed. Dominique Séglard. Paris: Editions du Seuil, 1995. Çev. Robert Vallier as “Nature”: Course Notes from the Collège de France (Evanston, IL: Northwestern University Press, 2003).

La prose du monde. Paris: Gallimard, 1969. Çev. John O’Neill The Prose of the World (Evanston, IL: Northwestern University Press, 1973).

La structure du comportement. Paris: Presses universitaires de France, 1942. Çev. Alden L. Fisher The Structure of Behavior (Boston: Beacon Press, 1963).

Le visible et l’invisible. Edited by Claude Lefort. Paris: Gallimard, 1964. Çev. Alphonso Lingis The Visible and the Invisible (Evanston, IL: Northwestern University Press, 1968).

Les aventures de la dialectique. Paris: Gallimard, 1955. Çev. Joseph Bien Adventures of the Dialectic (Evanston, IL: Northwestern University Press, 1973).

Phénoménologie de la perception. Paris: Gallimard, 1945. Çev. Colin Smith Phenomenology of Perception (London; New York: Routledge, 1962).

Résumés de cours, Collège de France, 1952–1960. Paris: Gallimard, 1968. Çev. John O’Neill Themes from the Lectures at the Collège de France, 1952–1960 (Evanston, IL: Northwestern University Press, 1970).

Sens et non-sens. Paris: Gallimard, 1948. Çev. Hubert L. Dreyfus and Patricia Allen Dreyfus Sense and Non-Sense (Evanston, IL: Northwestern University Press, 1964).

Signes. Paris: Gallimard, 1960. Çev. Richard C. McCleary Signs (Evanston, IL: Northwestern University Press, 1964).

 

Merleau-Ponty Üzerine İngilizce Yayınlar

Dillon, M. C. Merleau-Ponty’s Ontology. 2nd ed. Evanston, IL: Northwestern University Press, 1997.

Johnson, Galen. The Merleau-Ponty Aesthetics Reader. Evanston, IL: Northwestern University Press, 1993.

Madison, G. B. The Phenomenology of Merleau-Ponty. Athens: Ohio University Press, 1981.

Silverman, Hugh J., and James Barry, eds. Texts and Dialogues. Atlantic Highlands, NJ: Humanities Press, 1992.

 ©® Düşünbil (2020)

Yazar: M.C.Dillon
Çevirmen: Ayşegül Atalay
Çeviri Editörü: Onur Demir
Kaynak: encyclopedia.com


Paylaş
Exit mobile version