Dünyayı, iktidar ve bilgi arasındaki karışık ancak yakın ilişkide, entelektüel anlayış olmadan kavrayamayız. Yirminci yüzyılın en etkili düşünürlerinden olan Michel Foucault, bu ilişkiyi esasen farklı bir anlayışla işledi. İktidarı mantıksız bir güç olarak anlamaktansa, bilgiye yön veren bir dirayet olarak gördü. Foucault’yu anlamak için, sıradan insanlığın yönlendiremeyeceği Hakikat’in, tatminkar ve geleneksel, zamanın ve tarihin dışında var olan tarafsız, olgusal özünden vazgeçmemiz lazım. Buna karşılık Hakikat’i, iktidar ve politika üzerinden şekillenen toplumsal bir ürün olarak görmeliyiz. Foucault’nun söylediği gibi, “Benim görevim, bir zamanlar duvarların olduğu yere pencereler yapmaktır.” Foucaultyen anlayışı kavramak, dünyayı hepten yeni yöntemlerle görmeye yönelik yeni pencereler açar.
Fikirlerde ikili basit anlayışın yerine, bir şeyin ya doğru ya da yanlış olması gibi, Foucault önemli ölçüde farklı bir görüş sunuyor: “Fikirlerin dışa yönelik geçerliliğinin, kitaplarda ifade edildiği şekilde değil, fakat bu geçerliliği açığa çıkaran durumlarda, fikirlerde süregelen uğraşa yönelik ya da aykırı olarak nasıl ortaya çıktığına bakmalıyız.” İktidar/Bilgi kavramı, somut ve spesifik örneklerde nasıl kullanıldığını tanımlayarak en iyi şekilde anlaşılır.
Pakistan’da iyi bir yönetime nasıl ulaşabiliriz sorusunu göz önünde bulundurun. Bilginin ortodoks ve geleneksel anlayışını kullanarak, “iyi yönetimin” cazip olduğunu kanıksarız, ve bu tartışma şu anki eksikliğin boyutunda ve gelişmesine yönelik önlemlerde sınırlanır. Oysa ki, Foucault’nun İktidar-Bilgi bağını kavrayan biri bu soruyu farklı bir şekilde ele alabilir. Sorunun yarattığı yapının tutsaklığı yerine, bu sorunun neden tartışma konusu olduğunu sorarak durumu tersine çevirebiliriz. Foucault, fikrin nasıl ortaya çıktığına yönelik tarihsel arşivleri araştırarak, “bilginin arkeolojisini” çalışmaya davetiye çıkarır. Bu şekilde, sorunun Afrika-Sahara Çölü Güney’inde: Krizden Sürdürülebilir Gelişme adlı 1989 Dünya Bankası raporunda, geniş çaplı söylemde belirginlik kazandığını öğreniriz. Rapor, mevcut yaygın örnekteki temel eksikliği duyurur ve “yalnızca daha az yönetim değil, daha iyi yönetimin” de ihtiyacını belirtir. Neoliberal düşüncenin birkaç ilkesiyle çelişen bu ihtiyacın neden ortaya çıktığını anlamak için, tarihe bakmalıyız. Serbest piyasa düşüncesinde var olan ilkeler, hükümetlerin doğasında yozlaşmış ve yetersiz olmasıyla, özelleştirmenin her zaman iyi bir yöntem olduğu fikridir. İyi yönetimin olanağı ve hatta buna duyulan ihtiyaç; eğer iyi yönetim mümkünse, iyi yönetilmiş, verimli ve yeterli kamusal girişimlerin olabilirliği ile çelişmektedir. Aynı şekilde, serbest piyasa düşüncesi, özel girişimin hızlı gelişime koşul olduğunu ve hükümetin bu alandan çekilmesinin, yapabileceği en iyi şey olduğunu öne sürer. Fakat şu an, iyi yönetimin gelişimi gerektirdiğini söylüyoruz. Bu bir kere kabul edildiğinde, serbest piyasaların kendi kendine yetmediğini ve hükümetlerin gelişimde önemli bir rolü olduğunu anlamaya yönelir.
Serbest piyasa düşünce tapınağının koruyucusunu, bu vahşi atı öncülünde kabullenmesini, Dünya Bankası için hangi çaresizlik gerekli kıldı? Tarihsel arşivlerin derinlerine daldığımızda, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu tarafından dünyanın her yerinde yürütülen Yapısal Uyum Programlarının çok fazla tutulmadığı sonucuna ulaşırız. Başarısızlıklarına birçok kişi gibi tanık olan, Dünya Bankası’nın baş danışmanı William Easterly, Dünya Bankası’nı “böbürlenen, esrarlı dış yardım bürokrasisi ile, çığırından çıkmış ekonomiden habersiz” oluşuyla tanımlamıştır. Dünyanın her yerinde, Yapısal Uyum Programlarının yarattığı sıradan ve mühim binlerce felaket arasında, David Graeber küçük bir ada olan Madagaskar’daki deneyiminden bahsediyor. Maruz kalınan zorluk, hükümetin etkili ve gerekli sıtma karşıtı projeyi durdurmasıyla, 10.000 vatandaşın ölümüne neden olmuştur. Dünya Bankası içerisinde ve dış kaynaklı pek çok araştırma, sosyal refaha harcanan hükümet harcamalarında talep edilen azaltmayla, merak uyandıran bir delil yarattı: Yapısal Uyum Programları dünyanın her yerinde var olan yoksulluğun asıl sebebidir.
Dünya Bankası’nın, bu programların başarısızlığına yönelik hataya bir günah keçisi bulması gerekli olmuştur. Bu sebepten, 1989 raporunu takiben, çığ açan hakiki evrensel kuruluşlar, raporlarını yönetim, demokrasi, kurumlar ve diğer yetkin oluşumlara odaklamaya başlamıştır. Eğer hükümetler daha az yozlaşmış olsaydı ve politikaları uygulayabilecek kurumsal güçlü bir yapı var olsaydı, Yapısal Uyum Programlarının iyi tasarlanmış politikalarının mucize yaratması, resmi olay örgüsü olacaktı. Bu proje, sorumluluğu Dünya Bankası politikalarını zorla uygulamaya koyan hükümetlere yönelterek oldukça başarılı olmuştur. Hiç kimse, bu projelere zaten ihtiyacın olmadığı, mükemmel demokrasi ve yeterli kurumlarıyla, projelerin yalnızca Ütopyacı bir dünyada işe yarayacağını, neden Dünya Bankası’nın bunu fark etmesinin, birçok yılı aldığı sorusunu sormadı. Bunun yerine, dünyanın her yerinde gelişen ekonomiler suçlarını kabul ettiler; ve yönetimi geliştirmek, yozlaşmayı ortadan kaldırmak için, projeleri inceleyen konferanslar düzenlemeye başladılar.
1997 Doğu Asya Krizi, bu başarılı stratejinin bir anda tekrarladığını gördü. Her ne kadar bu kriz, mecburi iktisadi serbestleştirmenin açıkça ve doğrudan bir sonucu olsa da, sorumluluk “eş-dost kapitalizmi” yapısındaki yozlaşmaya ve Doğu Asya ekonomisine özgü zayıflıklara yöneldi.
Bu yönetimin analizi, yönetimi reddetmek değil; Foucaultyen yöntemi tanımlama amacıdır. Yönetimin “geniş” ve “kısıtlı” yorumlamasını birbirinden ayrımsamak gerekiyor. Hiç kimse, kamu yönetiminin yeterliliğine odaklanan ve faydalı kurumlar üreten bu kısıtlı yorumlamaya karşı gelmez. Fakat geniş yorumlama, demokrasinin, insan haklarının, toplumsal gelişimin ve gelişmenin ön koşulu olan diğer manevi ideal yapıları, olanaksız amaçları gerçekleştirebilmek için değerlendirir. Belirli koşullara uygun, gerçekçi hedeflere odaklanmış önceliklerimizi, kendi gündemimizi belirginleştirmek için; umutsuzluğun ihtiyatını yadsımaya tedbirli olmalıyız.
Yazar Adı: Dr. Asad Zaman
Çevirmen: Simge Şirin
Kaynak: The Express
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.