Site icon Düşünbil Portal

Mükemmeliyetçilik ve mükemmeliyetçinin paradoksu

Paylaş

“Ben biraz mükemmeliyetçiyimdir.”

Bu cümleyi çoğumuz duymuş, hatta söylemişizdir. Mükemmeliyetçilik, çoğu zaman olumlu bir özellik olarak algılanır. Peki gerçekten öyle midir?

Herkes en iyiyi istiyor. En güzel, en yakışıklı, en başarılı, en bilgili, en zeki olmak istiyoruz. Reklamlar hep “en iyiyi” vaat ediyor, sosyal medyada bile bir şekilde kendimizin en iyi hâlini sunarak bir çeşit rekabet içerisine giriyor, kendi hayatlarımızı bir başkasınınkiyle kıyaslıyoruz. Peki, hepimizin, aynı anda “en iyi’” olması mümkün mü?

Aslında kişinin kendine yüksek hedefler koymasında bir sorun yok, bu hedefler ulaşılabilir olduğu sürece! Burada belki de kritik nokta, bu hedeflerin ulaşılabilirliği ve kişinin bu hedeflere ulaşamaması durumunda ortaya çıkan duyguların ne olduğu ve onlarla nasıl başa çıktığıdır.

Mükemmeliyetçi kişi, kendine, kapasitesinin çok üstünde, ulaşmasının çok zor olduğu hedefler koyabilir. İyi hissetmek için “en iyiyi başarmak” zorunda olduğunu düşünebilir. Hata toleransı düşüktür. Kendini, bir zaferin tadını çıkaramadan hep bir sonraki hedefe doğru koştuğu bir yarış içerisinde hissedebilir. Durup dinlenmeye, iyi hissetmeye, ihtiyaçlarını karşılamaya zaman bulamayabilir. Başarılarından çok başarısızlıklarına odaklanabilir. Kendini ve yaşamını bir kusursuzluk idealine hapsedebilir. En iyiye ulaşmayı bekler, o gün geldiğinde mutlu ve huzurlu olmayı hak edebileceğini düşünür, ancak o gün bir türlü gelmez.

Çoğu mükemmeliyetçi, bu özelliği başarıya götüren bir etken olarak görür. Ancak mükemmeliyetçi olan kişi, hata toleransı düşük olduğundan, yaratıcılığını ve potansiyelini tam anlamıyla ortaya koymakta zorlanır. Yaratıcılığımızın en fazla olduğu zamanlar, kendimizi rahat ve özgür hissettiğimiz zamanlardır, öyle değil mi? Ayrıca, mükemmeliyetçi, eyleme geçmekte de zorlanabilir. Yapacağı işin kusursuz olması gerektiğini düşündüğünden o hedef kişinin gözünde dağ gibi büyür ve işe başlamak onun için çok zor olabilir. Bazı eylemsizliklerin altında “kusursuzu başarmalıyım” düşüncesi yatmaktadır. “En iyi olmayacaksam bu işi yapmamın bir anlamı yok,” diye düşünebilirler. Bunlar kişide kaygı yaratır. Kaygı çok yükseldiği durumda performansı da olumsuz etkilemektedir.

Mükemmeliyetçi kişiler, anksiyete ve depresyona daha meyillidir ve stres düzeyleri daha yüksektir. Kendilerini acımasızca eleştirebilir, suçluluk ve utanç duygularını daha fazla hissedebilirler.

Burada en büyük yanılgı, kişinin değer görmek ve sevilmek için en iyiyi başarmak ya da en iyiye sahip olmak zorunda olduğunu düşünmesidir. Bu durum, kişinin büyüdüğü aile ortamı içerisinde hatalarına tolerans gösterilmemesinden ya da daha kötüsü, koşullu sevgi ortamında büyümüş olmasından kaynaklanmış olabilir.

Koşullu sevgi nedir? Kişiye gösterilen sevginin koşullara (çoğunlukla da performansa) bağlı olmasıdır. Çocuk, ebeveyni tarafından her koşulda sevildiğini hissederse, yani hatalarına tolerans gösterilebilirse, eksileri de, aynı artılar gibi, hayatın bir parçası olarak görebilmeyi öğrenebilirse, hata yaptığında da kendine karşı daha şefkatli olabilir. Bir çocuğa koşulsuz sevgi göstermek, onun yaptığı her davranışı onaylayacağımız anlamına gelmez. Ona yol gösteren şefkatli bir rehber olabilmek gerekir. Bunu bir örnekle açıklayalım: Çocuğu sınavdan 100 üzerinden 90 aldığında, onu tebrik etmek yerine, ilk olarak 10 puanın nereden gittiğini soran ve onu sadece eleştiren bir ebeveyn düşünelim. Çocuğun hayatı hep o giden 10 puanı arayarak geçebilir! Ebeveynin eleştirel sesi, çocuğun içinde acımasız bir iç konuşma olarak yankısını sürdürebilir.

İyi olmayı hepimiz isteriz. Ancak mutlu ve huzurlu bir hayat için “mükemmel” olmak zorunda değiliz. Hepimizin yetersiz kaldığı noktalar var. Bu yetersizliklerin hepsiyle de bütün cephelerde savaşmamız gerekmiyor.

Mükemmeliyetçinin en büyük paradoksu, kusursuzun hiçbir zaman var olmadığı gerçeğidir. Her zaman bizden daha güzel, daha çalışkan, daha zeki birileri olacaktır. Her zaman daha iyisi vardır, arayışın sonu yoktur. Kimseyle yarışmak, kimseye yetişmek ve kusursuz olmak zorunda değiliz aslında. Kendimizin iyi bir versiyonuyla mutlu olabiliriz. İyiyi hedefleyebiliriz, ama ulaşamadığımızda suçluluk hissetmek ve utanç duymak zorunda değiliz.

Hepimiz sevilmeyi hak ediyoruz. Koşulsuz sevgiyi kendimize verebilirsek, kendimize –en çok da– başarısızlıklarımızda şefkat gösterebilmeyi öğrenebilirsek, daha huzurlu bir yaşamın kapılarını kendimize açabiliriz.

Mükemmel olmasak bile.

Yazar: Merve Tarhan/ http://mervetarhan.com/

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş
Exit mobile version