Rönesans, Orta Çağ’ın son dönemlerinde ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Rönasans’ın Orta Çağ düşüncesinden tam anlamıyla bir kopuş olduğu söylenemez. Skolastik düşünce biçimi ve geçmişten o döneme kadar var olan birikim, Orta Çağ’ın izlerinin Rönesans’da da devam etmesine neden olmuştur. Rönesans dönemi, Orta Çağ’ın etkisine rağmen yine de farklı ve kendine özgü bir düşünce biçimi geliştirmiştir. Bu gelişmeler özellikle ahlak ve siyaset alanında ortaya çıkmıştır. Aşkın bir dünyaya odaklı insan modelinden içkin olan bir insan profili çizilmiştir.
Rönesans’ın ne olduğu ile ilgili pek çok tanım bulunmaktadır. Rönesans dönemi tanımlarının farklı olması, bu dönemin bir geçiş evresi olduğundan kaynaklı bir durumdur. Rönesans, “ne Clairvauxlu Bernard’ın ne de Aziz Thomas Aquinas’ın dünyası olmadığı gibi, Francis Bacon’ın, Galileo’nun, Descartes’ın dünyası da değildi” .(1) Rönesans, bilimsel gelişmelerin ve etkinliklerinin yoğun olduğu bir dönem değildir ama özgür düşünce ve insan odaklı anlayış ile birlikte değişen paradigma ile birlikte bilimsel gelişmelerin önünü açmıştır. Ortaçağ Hristiyanlığının yaptığı insan tanımı ve kilisenin, Tanrı’nın bir tezahürü olarak bir siyasi otoriteye dönüşmesi ahlaki ve siyasi bağlamda Rönesans düşünürlerini sorgulamaya götürmüştür.
Siyaset alanınında Rönesans düşüncesinin gelişimi ile birlikte, kilise otoritesine bağlı geleneksel politika anlayışı değişime uğramıştır. Bu değişimi ilk olarak Niccolo Machiavelli’de görmekteyiz.
Klasik politikada var olan temel görüş, politik yaşamın amacının erdeme ulaşmak olduğudur. Bu erdemli düzenler genellikle mükemmel veya ütopik rejimlerdir. Bu teorideki rejimlerin pratiğe uygulanması konusunda son derece büyük sıkıntılar vardır. Orta Çağ’da var olan siyasal ve toplumsal düzen konusunu Niccolo Machiavelli birçok noktada eleştirir ve yerine yeni bir siyasal ve toplumsal düzen önerir. Klasik politika anlayışına karşı olan Machiavelli’ye göre de insanlar içerisinde bulundukları siyasal düzenin dışında yeni bir düzen amaçlamalıdırlar, fakat erdemli bir toplumda olması gereken yaşam kriterlerinden kimi tavizler verilerek gerçekleşmesi daha imkanlı bir düzen hedeflenmelidir.
Her politika filozofu gibi Machiavelli, siyaset felsefesini oluştururken temeline bir insan doğası tanımı yaparak başlar. “İnsanlar; nankör, kaypak, içten pazarlıklı, sinsi, tehlike karşısında korkak, para canlısı olurlar; tehlike uzaktaysa, onlara iyilik ettiğin sürece senin yanındadırlar, karlarını, mallarını, yaşamlarını, çocuklarını verirler sana; ama tehlike yaklaştığında yüz çevirirler.” (2) Machiavelli, burada klasiklerin bağlı olduğu teleolojik insan tasarımından bir kopuş temsil etmektedir. Machiavelli’nin tanımladığı bu insan doğası, aşkın bir anlam taşımamaktadır, özellikle kilisenin benimsediği anlamda insanın özü itibariyle günahkar olduğu düşüncesinden farklı olarak tinsel bir anlam, bir boyut kazanmamaktadır. Machiavelli’nin insan doğasına atfettiği kötülük seküler anlamda bir kötülüktür. Onun politika felsefesi, dünyevi ve klasik politikadan kopuşu sağlar. Machiavelli, politikayı kilisenin egemenliğinden kurtarmaya ve devleti dini yönlendirmelerden bağımsız kılmaya çalışır, çünkü Machiavelli’nin amacı toplumsal yaşamı seküler bir zemine oturtmaktır. Machiavelli, klasik politika görüşüne karşı olsa da tam olarak bireyci bir felsefe benimsemez.. Daha ziyade, Rönesans düşüncesine paralel bir şekilde özneyi ön plana çıkaran bir politika geliştirir.
Rönesans düşüncesinin önemli ölçüde etkilediği siyaset alanı bu anlamda bir paradigma değişimi yaşamıştır. Machiavelli, dönemindeki siyaset anlayışı ile klasik politika anlayışı arasındaki bağları kesmeye çalışır. Siyasi olguyu, ahlaki ve metafiziksel öğeler içeren kavramlarla açıklamayı reddeder. Onun politikayı açıklama girişimi daha çok dünyevi değerlerden oluşur. Bu noktada Machiavelli’nin yapmak istediği şey devleti din olgusundan kurtarmak, belirleyici ve egemen erk olarak devleti ön plana çıkartmaktır. Fakat Machiavelli’nin, ahlak ve dinin etkisinden devleti kurtarması bu iki alanı devletten tamamıyla soyutladığı anlamına gelmez. Machiavelli’nin amacı, dinsiz bir devlet anlayışını benimsemek değildir, tersine Machiavelli’ye göre din, devlet için büyük bir gücün kaynağıdır. Machiavelli, devleti dinden soyutlamak yerine dini devletin hizmetine sunmayı tercih eder. Devlet birçok aygıtla gücünü korur, din de bu aygıtlardan bir tanesidir. Machiavelli için, devletin hizmetinde olan dinin içerik bakımından pek bir önemi olmamakla birlikte onun sosyolojik etkisi büyük önem arz eder. Dinin aşkın bir güç tarafından ya da insanlar tarafından yaratılmış olması önemli değildir, burada asıl önemli olan şey devletin amacına hizmet etmesidir. Bu nedenle din başlı başına bir amaç olamaz, onun varlığı devlet için toplumsal bir araç olmasıdır.
Birçok konuda Hristiyanlığı eleştiren Niccolo Machiavelli, ilk olarak Hristiyanlığın yozlaşmasını, deforme olmasını eleştirir. Machiavelli’ye göre, Hristiyanlık ortaya çıktığı zamandaki ilkelerinden ve amaçlarından uzaklaşmıştır. Bütün dinlerin temel aldığı ilkeler ve kurallar vardır, bu ilke ve kuralların deforme olması dinin yıkımını beraberinde getirir. Machiavelli’de Hristiyanlığın bu anlamda yozlaştığını ve yakın zamanda yıkılacağını düşünür ve bu düşüncesini şu sözlerle ifade eder: “Yozlaşmasının ve yakın gelecekteki yıkımının en güçlü kanıtı Roma Kilisesi’ne komşu halkların ona yakın oldukları ölçüde daha az dindar olmalarıdır.” (3) Machiavelli, Hıristiyanlığın yozlaşmasının sorumlusu olarak Papa’yı gösterir, yine aynı şekilde Papa’yı İtalya’nın siyasi birliğinin oluşamamasının sebebi olarak görür. Kilise, İtalya’yı bölmüştür ve çıkarlarına hizmet ettiğinden dolayı İtalya şehir devletlerinin birleşmesini, kiliseden ayrılarak bağımsız bir biçimde var olmalarını engellemektedir. “Papalar, hem dinin yararına olacak diye hem de kendi hırslarının tatmin etmek için İtalya’ya yeni insanların çağırılmasını ve yeni savaşlara meydan vermesine devam ediyorlar.” (4)
Machiavelli’nin bu fikir ve eleştirileri ışığında şunları söyleyebiliriz: insanın bir birey olduğu düşüncesi yavaş yavaş güç kazanmış, insan bir öte dünya için değil de kendi maddi dünyası için yaşamaya ve var olmaya başlamıştır. Elbette ki paradigmanın değişimi bir anda gerçekleşecek bir olay değildir, belli bir sürece ihtiyaç duyacaktır. Fakat bu noktadan sonra insan için şunları söylemek mümkün hale gelecektir: insan bir birey olduğunu anlayacak ve belli bir süreç içerisinde doğayı, evreni aklıyla tasarlamaya, tanımlamaya başlayacaktır. İnsanın doğada yeniden bir kimlik kazanmasının ve bireyin ön plana çıktığı fikrinin tohumlarının bu dönemde atılmaya başlandığını söyleyebiliriz.
Dipnotlar:
(1) Alev Alatlı, Batı’ya Yön Veren Metinler-II & Rönesans/Protestan Reformu/Erken Modern Dönem/Bilim Çağı (1350-1650), Alfa Yayıncılık, 2010, s. 418.
(2) Niccolo Machiavelli, Prens, çev. Rekin Teksoy, Oğlak Yayınları, 2012, s. 39.
(3) a.g.e., 67.
(4) a.g.e., 44.
Kaynakça:
Alev Alatlı, Batı’ya Yön Veren Metinler-II & Rönesans/Protestan Reformu/Erken Modern Dönem/Bilim Çağı (1350-1650), Alfa Yayıncılık, 2010.
Niccolo Machiavelli, Prens, çev. Rekin Teksoy, Oğlak Yayınları, 2012.
Yazar: Abdullah Gülsever
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.