Site icon Düşünbil Portal

Ortaçağ Hıristiyanları ‘cadıları avlamak’ için Aristoteles’in felsefesini nasıl saptırdı?

witches

Ortaçağ Hıristiyanları Cadı Avı

Paylaş

Aristoteles’in mezarının yeniden keşfi, Yunan filozofa karşı büyük bir ilginin uyanmasına sebep oldu. Aristoteles, Plato’nun ayaklarının dibinde öğrenim görmüştü ve Makedonyalı Filip, onu oğluna özel öğretmen olarak tutmuştu. Genç İskender -daha sonra Büyük İskender oldu- 32 yaşında sözüm ona, karacaot katılmış şarapla zehirlenerek öldürülmeden önce, bilinen dünyanın büyük kısmını fethetmişti.

Aristoteles, mükemmel hükumetten tutun da komedi türüne kadar çeşitli konularda yazmıştır. Bizlere Donald Trump’ı faşist bir politikacı olarak anlamanın şablonunu veren Umberto Eco, çok satan romanı Gülün Adı’nda Aristoteles’in komedi hakkındaki kayıp metinlerini temel almıştır. Aristoteles’in siyaset bilimi, şehir-devletin amacının her vatandaşın iyi bir hayat yaşaması olduğunu iddia etmişti; buna rağmen, demokrasinin bu amaca ulaşmada en iyi yol olduğunu düşündüğünü kesin olarak söyleyemeyiz.

Siyaset bilimciler, Aristoteles’i çoğunlukla, iyi bir hükumetin temelinde, tek bir hükümranın bencil çıkarlarından ziyade, çoğunluğun politik sağlığını teşvik edici felsefi altyapılar olması gerekliliğini vurguladığı için başarılı görmüşlerdir. Buna rağmen, Aristoteles’in felsefesinden esinlenen uygulamaların, modern Avrupa’da, binlerce kadın ve erkeğin cadılıkla suçlanarak işkence çekmesine nasıl sebep olduğu ise gereğince tartışılan bir konu olmamıştır. Fakat, cadılık suçlamasının temelini oluşturan şeytanın felsefi açıklamasının teologlarca geliştirilmesine neden olan Aristoteles’in metafizikle ilgili görüşleri, cadılık suçlamasının merkezinde yatan şeytanın felsefi açıklamasının teologlarca geliştirilmesine yardımcı olmuştur.

Aristoteles’in çalışmaları, Batı’da birkaç yüzyıl boyunca ortadan kayboldu. Bu çalışmaların 12. ve 13.yüzyıllarda yeniden keşfedilmelerinden önce, Peter Abelard gibi Paris Üniversitesi profesörleri, “gerçekliğin” doğasına karşı insan algısının sınırları ötesinde, daha büyük bir gerçeklik olduğu fikrini sorgulama geleneğini sürdürdüler. Eğer lisans eğitimindeki felsefe dersini hatırlarsanız, Katolik teolojiye yön veren felsefenin, Augustine’den beri, büyük ölçüde, “ideaların” günlük hayatta gördüğümüz fiziksel temsillerin gerçek versiyonları olduğunu savunan Platon’nun metafiziğine dayandığını görebilirsiniz. Teologlar, Platon’nun idealar hakkındaki fikirlerini kullanarak “büyüyü” anlamaya çalıştılar. Ki, büyü, ilahi bir yardım olmadan gerçekliği manipüle edebilme yeteneğiydi ve ideaların manipülasyonu olarak, yetenekli bir uygulayıcının bilgisi vasıtasıyla iletilebilirdi.

Aristoteles’in çalışmaları, Kilisenin bazı “büyük” düşünürlerinin -Akinalı Tomas gibi- gerçekliğin doğası hakkındaki görüşleri üzerinde oldukça etkili olmuştur. Aristoteles, dünyada olan her şeyin izinin ilk nedene kadar sürülebileceğinde ısrarcıydı. Diğer bir deyişle, olan her şeyin maddesel bir nedeni vardır. Kilise bu fikri benimsedi; çünkü bu görüş, kilise düşünürlerinin Tanrı’nın varlığını kanıtlamalarına olanak sağladı; ki, o, evrende olan her şeyin öncüsüydü.

Teologlar, Tanrı’nın varlığını mantık ve akıl yürütmeyle kanıtlamak istediler. Buna karşın, Reformasyon, Tanrı’nın varlığını ispata yönelik mantıklı gerekçeleri inkar etmek anlamına geliyordu -Tanrı’nın varlığına inanca, imanla ulaşılmalıydı; mantıkla değil.- 12.yüzyıl Paris’inde öne çıkmaya başlayan Skolastik düşünce, varolmasını büyük çoğunlukla, mantık ile Tanrı’nın varlığını nasıl ispatlayabileceğini göstermesine borçluydu. Aslında, Skolastiklerin problemi, Hristiyanlığı etkileyen aynı vebadan muzdarip olmalarıydı: Tanrı biliminden. Tanrı biliminin merkezindeki problem, şeytanın (kötülüğün) nasıl varolabildiğini açıklamaktı.

Muamma şudur: Eğer Tanrı, her şeye kadir, her yerde olan ve her şeyi bilense, kötülük dünyada nasıl var olabiliyor? İyi bir Tanrı, kötülüğe nasıl izin verebilir? Ve, daha ileri gidersek, büyünün nasıl var olduğunu anlama noktasında, Tanrı’nın varlığına ilişkin bu aynı soru tekrarlanır. 1215’de Yahudilerin giysilerinde “ayırt edici’ işaretler taşıması gerektiğine, ve rabban ayini sırasında papazın ekmeği ve şarabı İsa’nın gerçek bedenine ve kanına dönüştürdüğüne karar veren aynı IV. Lateran Şurası da bu soruyu yanıtlamayı amaçlamıştı. İsa bunu yapmaya muvaffak olabiliyordu; çünkü Tanrı izin veriyordu. Papaz kelimeleri zikrettiğinde “hoc est enim corpus meum”1 dönüşüm gerçekleşiyordu. Ayin Latinceydi fakat bu dili konuşmayan bir topluluğa veriliyordu. Büyülü bir şeyin gerçekleşmesini sağlamakla ilişkilendirilen “Hokus pokus” ifadesi, bahsi geçen kelimelerin yozlaştırılmasıdır.

Eğer Tanrı, rahibin ekmeği ve şarabı sihirli bir biçimde değiştirmesine izin verdiyse, büyücülerin (çoğunlukla kralları zehirlediklerinden şüphelenilen) faaliyetlerine kim müsaade etmiştir? Başka kadınların evlerine yeterince temiz olmadıkları için onları utandırmak amacıyla zorla giren kadınlara rüyalarında Diana2 ile göklerde süzüldüklerini söyleyen kimdi? Ve daha da önemlisi, korkunç çocuk ölümü oranlarından kim sorumluydu? Nasıl oluyordu da iyi bir Tanrı, her dört çocuktan birini bir yaşından önce ve yüksek sayıda çocuğu da ergenliğe girmeden önce ölmesine izin verebiliyordu? Peki ya doğum sırasında ölen annelere ne demeli? Bütün bu kötülüklerden kim sorumluydu?

Suçu Şeytana, Tanrı’dan başka bir varlığa atmak için, kötülüğün bu varlığın yetki alanı olduğu Şeytan teorileri desteklendi. Tanrı, Şeytan’a insanoğlunun inancını test etmek için izin vermişti. Bunu da, onlara güç teklif ederek yapacaktı. İnsanların büyü ve cadılıkla suçlanarak işkence görmeleri süreci, cadının gücünün materyal kaynağının iblis olması gerektiğine karar verilmesiyle başladı. Peki, cadı bu güçleri nasıl edinmişti? (Belirli ülkelerde, suçlananların yaklaşık %80’i kadındı, diğer ülkelerde ise, İzlanda gibi, suçlananların çoğunluğu erkekti). Teologlar ve cadı avcıları, cadılığın yaygınlığını ortaya çıkarmak için el kitapları yazdılar ve “şeytani anlaşma”nın yaratılması hakkında pornografik detaylar sundular. Anlaşma, cadının şeytanın gücünü edinmesini garanti ederken, cadı da bunun karşılığında İblise saygı gösterecek ve onun hizmetkarı olacaktır. İki Dominikli engizisyon memuru Kramer ve Sprenger tarafından yazılan Malleus Maleficarum (Cadıların Çekici) gibi birçok kitapta, ya da Pierre de L’Ancre gibi Fransız hukukçularca yazılan bilimsel eserlerde, özellikle de L’Ancre’nin Tableau de l’inconstance des mauvais anges et demons‘unda cadılar, Sebt Günü ve şeytani anlaşmanın tamamlanması kısımları eklendi:

“Edepsizce dans etmek; haddinden fazla yemek; şeytani bir şekilde ilişkiye girmek; rezil, sapkın eylemlerde bulunmak; utanılacak şekilde küfretmek; sinsice intikam almak; bütün berbat, kirli ve kabaca tuhaf arzuların peşinden koşmak, kurbağaları,engerekleri, kertenkeleleri, ve her çeşit zehiri değerli şeylermişcesine saklamak;leş gibi kokan bir keçiyi tutkuyla sevmek; sevgiyle okşamak; iğrenç çapraşık biçimde ilişkide bulunmak- bütün bunlar, varolmanın eşsiz hafifliğinin ve kefaretinin ancak adaletin Cehennemdeki ilahi ateşiyle ödenebileceği berbat bir sadakatsizliğin kontrol edilemez özellikleri değiller mi?”

Malleus’da engizitörler, “çekiciliği” saplantı haline getirmişlerdi; ki çekicilik, cadıların erkekleri penislerinin ortadan kaybolduğuna inandırma yeteneğiydi. Bir anekdotta, bir şahidin cadının ağacın tepesine sakladığı bir yuvada, tahıl taneleriyle beslenen çok sayıda koparılmış penis gördüğünü iddia ettiği yazılmıştı. Rapora göre, şahit, kadından penisini kendisine geri vermesini istemiş; ağaca tırmanıp organını geri almak isteyince, cadı onu en büyük organı kavrayarak durdurmuş; ve ona bunun yerel rahibe ait olduğunu söylemiş. Öyle görünüyor ki, Kramer ve Sprenger, şakadaki nükteyi kavrayamamışlar; çünkü bu ifadeyi gerçek diye kayıt altına almışlar.
Bir kişinin büyücülük suçlamalarına karşı kendisini savunması oldukça güçtü; çünkü sözde “gerçeği” arayışta işkenceye izin verilmişti. Cadılar teolojik hayal gücünün uydurmasıydı. Erkekler ve kadınlar, işkence görmemek için cadılığı kabul ettiler ve itiraflarının bir parçası olarak da cadı ayinlerinde gördükleri komşularının isimlerini vermeye zorlandılar. Bunun sonucunda, “cadı paniği” çok sayıda ölüme yol açtı ve bütün bunlar, işkenceyle konuşturulan insanların itiraflarına dayandırıldı.

Aristoteles, felsefesinin cadı olduğundan şüphelenilen kişilerin öldürülmesini meşru göstermek için çarpıtılmış olmasından sorumlu değil. Fakat şunun farkına varmak da ilginçtir: köktenci iddiaların aksine, kelimelerin anlamları zamanla değişiyor. İsa’nın doğumundan üç yüzyıl önce ölen Aristoteles, Hıristiyanlar tarafından işkence siyasetlerini haklı göstermek ve çocuk ölümlerinden salgın hastalıklara, doğal afetlerden ekin teleflerine her türlü kayıp için günah keçisi sağlamak için kullanılmıştır.

1.Bu,benim bedenimdir.
2.Artemis’in Latince adı.

 

Yazar: Lorraine Berry
Çeviri: Zeynep Şenel Gencer

Kaynak: Raw Story  


Paylaş
Exit mobile version