Site icon Düşünbil Portal

Paradigmatik normları yeniden berlirlemek: Akademik yazılar için ümit var mı?

Paylaş

Dil, düşüncenin kılığını değiştirir; bu yeni kılığın dış yapısından ötürü asıl düşüncenin yapısı çıkarsanamaz hale gelir ve bunun sebebi düşünceye giydirilen kılıfın dış yapısının, içeriğin tanınmasına olanak vermeyen nesnelerden örülmüş olmasıdır.”

Bu alıntı, filozof Ludwig Wittgenstein’ın başlığına yaraşır şaheserinden; Tractatus Logico-Philosophicus. Wittgenstein, aktarılan düşüncenin ya da argümanın anlaşılırlıının, kullanılan dile bağlı olduğunu söylüyor. Bu, aslında oldukça basit ve açık bir fikir. İronik olansa, fikrin önündeki dilin, dilin ardındaki fikirden daha karmaşık olması.

Bu durum, akademik yazı dilindeki problemdir. Pek çok akademisyen, hala iyi yazının karmaşık olan yazı olduğu gibi hatalı bir anlayışa sahip.

Sokal Aldatmacası

Teori, yirmi yıl önce, matematik profesörü Alan Sokal, bilhassa anlaşılmaz bir dille yazılmış makalesini Social Text dergisine gönderdiğinde test edilmişti. Sokal’ın amacı, derginin saçmalık dolu bu makaleyi, bol dil cambazlığıyla harmanlandığında veya editörün ideolojik önyargılarını okşadığında, yayımlanmaya layık bulup bulmayacağını denemekti.

Sınırların İhlali: Kuantum Yerçekiminin Dönüşümsel Tefsiri” başlıklı makale, gerçekten de Social Text’in 1996 bahar/yaz sayısında yayımlandı. Makalede Sokal, kuantum yerçekiminin ve fiziksel gerçekliğin sosyal ve dilbilimsel kavramlar olduğunu savunuyordu. Makaleden bir parçada şöyle diyor:

Böylece sonsuz boyutlu değişmezlik grubu, izlem ve izlemci arasındaki ayrımı aşındırıyor; Öklid’in pi’si ve Newton’un G’si, eskiden sabit ve evrensel sanılırken, şimdi içtinap edilemez tarihsellikleriyle algılanıyor ve mefruz izlemci, ölümcül merkezsizleştirilmeye maruz kalıp, artık, sadece geometri ile tanımlanamayan bir mekan-zaman noktasından tüm epistemik bağlantısı kopmuş hale geliyor.”

Sokal, makale yayımlandıktan sonra, aslında tüm makalenin bir aldatmaca olduğunu açıkladı. Makalesini “merkez sol meyline öykünme, yalaka kaynaklar, abartılı alıntılar ve bu salakça alıntılar etrafında kurulmuş düpedüz bir saçmalık” olarak adlandırıyor.

Benzer aldatmacalar, ileriki yıllarda da yapıldı ve Sokal Aldatmacası sosyolog Robb Willer’ın deneyine temel oldu. Willer, öğrencilerine Sokal’ın makalesini okuttu ve kimine bu makalenin bir öğrenci tarafından, kimineyse seçkin bir akademisyen tarafından yazıldığını söyledi. Aynı makale, bir öğrenci tarafından yazıldığını düşünen okurlar tarafından düşük puan alırken, saygın bir akademisyen tarafından yazıldığı sanıldığında yüksek puanlar aldı.

Sözlük fabrikasında patlama”

Yazıları sık sık karmaşık olmakla eleştirilen, postkolonyal kuramcı Edward Said, bir seferinde “Bir noktada eleştirmenler ve yazarlar kendilerinin bir parodisine dönüşüyorlar,” demişti.

1995-1998 yılları arasında Felsefe ve Edebiyatta En Kötü Yazı Ödülü -tıpkı Kurguda En Kötü Sex Ödülü gibi ama çok daha az popüler- yazılarında kasti bir karmaşıklık olduğu bariz olan yazar ve akademisyenlere verildi. Kayda değer ödül sahiplerinden biri olan cinsiyet çalışmaları kuramcısı Judith Butler’ın yazıları, akademisyen David Gaunlett’a göre sözlük fabrikasında çıkan bir patlamayı andırıyor.

Butler’a 1998 yılının ödülünü kazandıran, Further Reflections on the Conservations of Our Time adlı çalışmasından alınmış tek bir cümle şu şekilde:

Sermayenin toplumsal ilişkileri tek bir çatı altında yapılandırdığına inanan yapısalcı bir düzenden, güç ilişkilerinin tekrara, çatışma ve yeniden eklemlenmeye maruz kaldığı bir hegemonya görüşüne doğru yaşanan geçiş, yapı anlayışının geçicilik sorununu gündeme getirdi ve yapısal bütünlüklerin, gücün yeniden eklemlenmesine dair olan umulmadık stratejilere ve yeniden dile getirilmeye bağlı olarak…”

Filozof Dennis Dutton, bu şekilde başlayan ve yukarıda verilenin tüm cümlenin yalnızca yarısı olan cümle hakkında “Güney Oregon Üniversitesi Profesörü Warren Hedges’e Judith Butler için ‘gezegendeki en zeki on insandan biri olabilir’ şeklinde methiye düzdüren şey muhtemelen, yazıdaki anlaşılmazlığın yarattığı gerginlikti,” demişti.

Akademisyenlerin karmaşık yazmılar yazma istekleri ve insanların anlayabileceği şekilde yazmaya karşı olan gönülsüzlükleri, bazı eleştirmenlere göre hiç de şaşırtıcı değil. The New York Times’da gazetecilik yapan Nicholas Kristof, akademik endüstri hakkında “Sırlarla dolu bir anlaşılmazlığı yüceltirken, okuyucu kitleyi ve yazının etkisini hor görüyorlar,” diyor.

Tabii ki her akademik makale genel kitleye hitap etmiyor. Akademik yazıların, köşe yazıları gibi yazılardan farklı olmasının sebebi de bu. Her endüstrinin kendine has kelimeler ve terimlerle dolu bir jargonu olacak elbette.

Fakat bahsi geçen konu içerik olarak kısmen anlaşılabilecek bir konu ise, açık ve net bir dilden ziyade karmaşık bir jargon kullanılmasının bir sebebi yok.

Bugünün Akademik Çevresi

Sokal Aldatmacası’ndan bu yana 20 yıl geçti. Peki, akademik yazılarda bir gelişme oldu mu? Akademisyenler birbirleriyle ya da okuyucuyla iletişimde daha iyi bir noktaya geldi mi?

Bazı akademisyenler, akademik çevreyi dışa kapalı bir topluluk olarak tutmak için uğraş verirlerken, emekli akademisyen Annetta Cheek gibi bazılarıysa daha iyi iletişimi teşvik etmek için girişimlerde bulunuyor. Cheek, Amerika merkezli, kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan Sade Dil Merkezi’nin eş-kurucusu. Bu kurum, 2010 Sade Yazı Hareketi’ni savunarak, Birleşik Devletler’de resmi dairelerde açık bir dil kullanılmasının yasal zorunluluk haline gelmesini sağladı.

Yazar Victoria Clayton, “Artık, akademisyenlerin, açık bir dil kullanmaya karşı düşmanca tavır takınan meslektaşlarını kınar noktaya geldiklerini” söylüyor. Fakat, “Mevcut yazı stilini açık ve sade düz yazıya çevirme savaşı, henüz kazanılmış olmaktan çok uzak” diyerek de ekliyor.

Örneğin, 2013’de yayınlanan UTS Kütüphanesi Akademik Yazı Kılavuzu, akademik yazıda gerekli olan şeyleri sıralayan bir liste içeriyor. Bu kılavuzda, akademik yazının; bilgilendirici, yanlışsız ve çetrefilli olması, kullanılan kelimelerin ve gramer yapısının karmaşık olması gerektiği yazıyor. Akademisyenlere; “iki kısa cümle yerine bir uzun ve daha karmaşık cümle kullanılması” öneriliyor.

Kasten anlaşılmaz yayınlar yapmak akademik hayatın iliğine işlemiş. Fakat karmaşık yazı yazabilme, zekayla karıştırılmamalı. Anlaşılır bir dille yazmak, kaliteden taviz vermek anlamına gelmek zorunda değil. George Orwell’in Politika ve İngiliz Dili adlı yazısında belirttiği gibi, “Eğer yerine kullanabileceğiniz gündelik bir dengini bulabiliyorsanız, asla yabancı bir kelime veya bilimsel bir jargon kullanmamalısınız.”

Akademik çevre, bir uzmanlık alanı olmakla beraber, içeriğinin anlaşılmasının tüm topluma faydası olacağı; cinsiyet, ırk, eşitlik, sağlık, demokrasi gibi konularda, anlaşılabilir bir dili tercih etmeye özen göstermeli.

Yazar: Slobhan Lyons
Çeviren: Saba Başkır
Kaynak: The Conversation


Paylaş
Exit mobile version