Hakikat [truth], günlük hayatımızda önemli bir kavramdır. Politikacıların ve medyanın bize söylediklerinin hakikat doğrultusunda olmasını isteriz. İnsanların kendilerine karşı yapılan suçlamalarda, hakikatin esas alınarak mahkemeler tarafından cezalandırılmasını ya da serbest bırakılmasını isteriz. İsteriz ki yalanlar ve propagandalar da bu şekilde açığa çıksın. Bilim insanlarının araştırmalarını dürüstçe yürütmelerini ve işe yarayan kurguları değil, olguları söylemelerini umarız.
Hakikat, aynı zamanda temel bir kavramdır. Çocuklarımızın yalan ve doğru [1] söylemek arasındaki farkı görmelerini ve çok küçük yaşlarda buna göre hareket etmelerini bekleriz.
Peki hakikat nedir? Ve ona ne zaman sahip olduğumuzu nasıl biliriz? Her ne olursa olsun hakikat, felsefenin başlangıcından beri filozofların uğraştığı bir problemdir.
Sağduyuya dayanan bakışa göre hakikat, bir durum ya da olayın gerçekte olduğu gibi anlatılmasına denir. Açıklama ve gerçek arasında, bir tür uygunluk veya eşleşme gereklidir. Bu yüzden “Oswald, Kennedy’i vurdu.” yalnızca olguların bu tanıma uygun olması kaydıyla doğrudur; Kennedy’i bir başkası vurduysa, Oswald isabet ettiremediyse ya da olgular herhangi bir bakımdan farklıysa yanlıştır. Uygunluk başarısız olduğunda ister kasıtlı bir aldatma ister kasıtsız bir hatanın sonucu olsun elde kalan asılsız olur.
Richard Rorty, hakikate uygunlukla ilgili olan bu düşüncelerin hiçbirine sahip olmayacak. O, uygunluk teorisinin [the correspondence theory of truth] işe yaramadığını ve uygunluk kavramının kendisini terk etmemiz gerektiğini söylüyor. “Evet ya da hayır”dan ziyade Rorty, bir toplum için en elverişli olan pragmatik ve bütüncül bir hakikat görüşünü savunur. Rorty, “Dünya”nın (ya da “Olguların” veya “Gerçekliğin”) doğru olan ifadelerimizi onayladığı fikrinin bir saçmalık olduğunu söyler çünkü dilin dışına çıkıp kendinde şeye rastlamanın hiçbir yolu yoktur. İfadeler, diğer ifadeler tarafından desteklenir. Gösterimsel tanım bile dil oyununun içindeki bir eylemdir. Dil ve “Dünya” arasındaki denkliği gözlemleyebileceğimizden dolayı dilin dışında başka bir bakış açısı yoktur.
Rorty, felsefesini yıllardır açıklamakta ve buna karşı hatırı sayılır bir muhalefetle karşılaşmaktadır. Muhalifleri arasında günümüzün önde gelen filozoflarından Daniel Dennet, John Searle, Bernard Williams, Charles Taylor ve Thomas Nagel yer alır. Hakikat ve İlerleme, 1990’larda Rorty’nin rakiplerine karşı göğüs gerdiği bir makaleler antolojisidir. Zorlu bir kitaptır. Sıradan bir okuyucu veya felsefeyle baştan savma ilgilenen biri için değildir. Bu kitap; zihin, realizm, hakikat ve bilim hakkındaki temel tartışmalarla ilgili iyi bir kavrayış sahip görünüyor. Aynı zamanda felsefi mücadele konusunda heyecan verici bir görüntü çizmekte ve birtakım çağdaş filozofun belirli bir perspektiften olmak üzere önemli konular hakkında çeşitli tutumlarını ayrıntılı bir biçimde açıklamaktadır. Kitabın ana konusu hakikat olsa da Rorty kendi ahlak felsefesinin, siyasi görüşlerinin, feminizm ve post-modernizm konusundaki tutumunun ve bir toplumsal uygulama olarak felsefenin kendisi hakkındaki görüşlerinin sınırlarını çizmektedir.
Dennett’in kitabı Consciousness Explained [2] hakkındaki makale, kitaba yararlı ve ikna edici bir başlangıç sağlar. Rorty, Dennett’in yanıltıcı bir fikir olarak gördüğü “Kartezyen tiyatro”yu yani Descartes’ın felsefeye miras bıraktığı; seslerin, manzaraların ve kokuların deneyimlendiği bir tiyatroda zihni seyirci olarak resmeden fikrini Dennett’in kınamasına katılmaktadır. Rorty ve Dennett, zihin ve beden üzerine Kartezyen ikiciliğinin daha sonraki dönem filozoflarını “… epistemolojik şüphecilik, transandantal idealizm, mutlak idealizm, mantıksal yapılandırmacılık ve fenomenoloji gibi sıkıntılarla” karşı karşıya bırakan bir hata olduğu konusunda hemfikirdir. Descartes’ın hesabını vermesi gereken çok fazla terimi var!
Rorty’nin tercih ettiği zihin tarifi, kendisinin de kabul ettiği üzere Ryle ve Wittgenstein’dan çok etkilenmiştir. Kartezyen tiyatro diye bir şey olmadığından “Zihnin” konuşması; sosyal faaliyetlerde davranış, eğilimler ve katılımdan bahsetmek olarak anlaşılmalıdır. Bu şekliyle Rorty, Kartezyen felsefenin yarattığı tüm paradoksları ve aykırılıkları çözen zihin-beden ikiciliğinin yerine sadece-beden birciliğini koymaktadır.
Kendimi Kartezyen ikicilik konusunda Rorty ile aynı fikirde bulmamla beraber Rorty başka bir ikicilik olarak tanımladığı uygunluk teorisini reddetmekle ilgili ısrarcı olduğu zaman onun yanında olmak konusunda isteksizdim. İkicilik, sosyal yapı ile nesnel olgu arasındaki farkta yer alır. Rorty ise bu tür ayrımların değersiz olduğunu iddia etmektedir.
Charles Taylor hakkındaki makale, bu konu üzerine yoğunlaşmaktadır ve Rorty, “temsiliyetçiler” ismini vermeyi tercih ettiği Taylor ve diğer “sözde realistler”e yönelik karşıtlığını bu makalede dile getirmektedir. Dünyanın “cümle biçimli olgulardan” oluştuğunu ya da tüm olguları mutlak bir biçimde aktarabilen mükemmel bir dilin varlığını reddettiği zamanlar, Rorty’nin en ikna edici olduğu noktalardır. Rorty, uygunluğun bu tür karışıklıkları bünyesinde barındırdığını söylemektedir. Realistlere attığı kurnazca bir taşla Rorty, uygunluk gerektiren cümle biçiminde gerçekliği tarif etmek için “Doğa’nın Kendi Dili” ifadesini kullanmayacağının sözünü verir. Bu ifadenin retorik bir süs olduğunu etkileyici bir şekilde itiraf ediyor ama elbette ki inkâr etmeden önce bir kez daha açıklaması gerekiyordu. Gerçekten de kurnazca.
İlk bakışta Taylor’ın verdiği uygunluk örneği makul görünüyor. Onun argümanı, Güneş Sistemi’nin Kepler’in tarifinden önce de var olduğudur. Yanlış bir biçimde Batlamyus tarafından Dünya-merkezli olarak tasvir edilmiş ancak daha sonra Kepler, Güneş’i merkeze koyarak düzgün bir biçimde tanımlamıştır. Ancak işin özü şu ki her iki tanımı da bir tarafa bırakacak olursak kendinde şey en başından beri oradaydı. Her ne kadar bu konuda kendimi Taylor ile aynı fikirdeyken bulsam da Russell’ın, hareketin göreliliğinden ötürü Dünya-merkezli bir model ile Güneş-merkezli bir model arasındaki farkın bir hakikat değil, yalnızca bir çeşit anlaşılmayı kolaylaştırma meselesi olduğu yorumunu anımsadığım için Taylor’ın bu örnek seçimi beni rahatsız ediyor. Ancak Rorty, Güneş Sistemi’nin gerçekten de nedensellik açısından orada olduğunu ancak nedensel ilişkilerin betimlemeden ayrı tutulması gerektiğini söyleyerek tamamen farklı bir yanıt veriyordu. Bu noktada ben de kendimi “tanımlama karşısında nedensellik”in “toplumsal inşa karşısında nesnel hakikat”ten gerçekten de daha yararlı bir ayrım olup olmadığını merak etmekten alamadım.
Dennett ise deniz haritası örneğini kullanarak uygunluğu savunur. Eğer Maine’den yola çıkıyorsanız bir deniz haritası sizin işinize bir Kansas yol haritasından daha çok yarayacaktır. Daha kullanışlıdır çünkü haritadaki çizgiler o noktadaki deniz ve kıyı şeridinin özelliklerine karşılık gelmektedir. Cevap olarak Rorty, bu durumda elbette bir uygunluğun var olduğunu, ancak bunun “önemsiz” olduğunu söylüyor. Bu tür bir uygunluk bilimsel teoriler için geçerli olamaz. Örneğin elektronlarla ilgili teoriler bu tarz haritalar gibi değildir.
Rorty diyor ki “Tartışmasız olamayacak kadar sığ ve önemsiz olanlar dışında, bu [uygunluk] teori[si]nin tüm biçimlerini reddediyorum”. [3]
Bu ifadenin sorunlara neden olan iki boyutu vardır. Birincisi, Rorty bazı uygunluk örneklerinin neden “sığ ve önemsiz” olduğunu açıklamaz. Görünüşe göre Dennett’in deniz haritası, önemsiz bir örnektir. Ancak gerçekten de öyle mi? Bir denizci için önemsiz olmayacağı kesin. Tam tersine Taylor, “Bu odada sandalye yok”u doğru ya da yanlış yapan önemsiz uygunluğa kimsenin itiraz etmeyeceğini söylediğinde, Rorty, buna tanımlamanın bileşenlerinin ne “dünya tarafından verildiğini” ne de “bizim tarafımızdan yaratıldığını” savunarak itiraz eder (s.86). Dolayısıyla hangi örneklerin önemli, hangilerinin önemsiz olduğuna nasıl karar vereceğimiz ya da ayrımın neye göre yapılacağı hiç de açık değildir (Belki de bu, olmadığı takdirde onsuz daha iyi olacağımız başka bir ayrımdır, diyebilir miyiz?).
Rorty’nin ifadesindeki ikinci sorun ise uygunluğa karşı sunduğu argümanların çok soyut ve dolayısıyla genel olmasıdır. Argümanları “kelime ve nesne”, “duyu ve referans” düzeyindedir ki bu nedenle önemsiz veya başka türlü istisnalar olması şaşırtıcıdır. Rorty’nin, “gerçekliğin” “bağımsız” ya da “cümle biçiminde” vb. olmadığını söyleyerek uygunluğa karşı soyut bir argüman ileri sürmesi ancak daha sonrasında, deniz haritasının sonuçta uygunluk yoluyla çalıştığını kabul etmesi garip görünüyor. Bu biraz “Romalılar bizim için ne yaptı ki yollar, su kemerleri, sağlık altyapısı… dışında?” demek gibi bir şey.
Kitabın rahatsız edici bulduğum bir motifi ise Donald Davidson’ın inançlarımızın çoğunun, herhangi birinin inancının çoğunun doğru olması gerektiği şeklindeki sözüne tekrar tekrar müracaat etmesiydi (s.25). Bu tuhaf yorum, Rorty ve Davidson’ın “toplumsal inşa/nesnel gerçek” ayrımını reddetmesinden kaynaklanmaktadır. Onlar, birer radikal pragmatist olarak inançları uygunluğun onlara yüklediği anlam olan kasıtlı durumlar şeklinde değil, davranışsal alışkanlıklar olarak değerlendirmektedirler. Bununla birlikte bu tür rahat bir muhafazakârlığın yalnızca onların göreli görüşlerinin bir ürünü olduğu, farklı ve çelişen inançların gerçek dünyasıyla bağlantı kurmadığı hissine kapıldım. Nasıl ki insanlar; kürtaj, ötenazi ve ölüm cezası gibi ahlaki konular konusunda bölünmüşlerse aynı şekilde ölümden sonraki yaşam, Tanrı’nın varlığı, astrologların kehanetleri gibi çeşitli tartışmalı meseleler söz konusu olduğunda da bölünmüşlerdir. Özellikle insan türünün tarihinin birbiriyle çatışan anlatıları vardır: bir tarafta insanlara özel bir statü veren Yaratılış hakkındaki geleneksel mitolojiler, diğer taraftaysa insanlara sadece başka bir tür gibi davranan Dünya gezegenindeki yaşamın evrimi üzerine kurulu Darwinci anlatılar. Bir anlatıya diğerinin yerine inanmak, basitçe bir toplumsal uygulama meselesi değildir. Mitolojilerin toplumsal uygulamalara dayanmasına karşın Darwinci açıklama; kanıtlara, analizlere ve verilerin sistematik olarak sıralanmasına ihtiyaç duyar. Bana göre geleneksel mitolojiler onu bastırmayı başarsa bile Darwinci açıklama yine de doğru olacaktır. Doğruluğu, toplumsal yararlılığında değil, (sıkı durun) nesnel olgulara uygunluğunda yatar.
Gördüğünüz gibi Rorty’nin kendisinden çok, onun karşıtlarıyla uyuşmaktayım. Rorty nasıl ki Truth and Progress’te derlenen makalelerinde kendisine karşıt görüşleri çarpıtmadıysa umuyorum ki ben de onun görüşlerini çarpıtmamışımdır. Şunu söyleyebilirim ki bu kitap, onun felsefesini oldukça ayrıntılı bir şekilde anlatmakta ve okuyucuyu mevcut felsefi tartışmaların yoğunluğuna sürüklemektedir. Sonuçları tartışmalı bile olsa en azından bu kitabın meydan okuyucu ve tatmin edici olduğu söylenebilir.
Dipnotlar:
- Türkçede “truth”un “hakikat” ve “doğru” olmak üzere ikili anlamından dolayı metnin tamamında “hakikat” olarak çevrilen kavram, cümlenin yapısına daha uygun olmasından dolayı burada “doğru” olarak tercih edilmiştir. (e.n.)
- Bu kitap, Alfa Yayınları’ndan Bilinç Açıklanıyor ismiyle çevrilmiş ve 2017 yılında yayımlanmıştır. (e.n.)
- Richard Rorty, Truth and Progress, Cambridge University Press, 1998, s. 85.
©® Düşünbil (2022)
Yazar: Les Reid
Çevirmen: İrem Elçi-Bozkurt
Çeviri Editörü: Selin Melikler
Kaynak: philosophynow.org