Site icon Düşünbil Portal

Sağlıklı olma kültürü ve iyi olma anlatısı

Paylaş

Milyonlarca insan gibi ben de “sağlıklı” olmak için epey çaba sarf ediyorum. Sigara içmiyor, beslenmeme dikkat ediyorum. Bu tarz davranışları, sağlığım ve uzun ömrüm için yararlı olacaklarına dair arkalarında yatan bilimsel görüş birliğine dayanarak yapıyorum. Bunların hiçbiri beni özel biri yapmaz; sadece sağlık hakkındaki tıbbi gerçekler olarak adlandırılabilecek alışkanlıkları edinmeye çalışıyorum.

Burada söylemek istediğim, tüm bu sağlıklı davranışların altında karanlık bir kısmın olduğudur. Bu karanlık kısım, sağlıklı alışkanlıkların, bireylerin kendi sağlıklarından çoğunlukla kendilerinin sorumlu olduğu görüşünü teşvik etmesidir. Eğer birisi sıhhatini yitirirse veya hastalanırsa, bu, sağlıklı alışkanlıkları yeterince uygulamadığı için onun suçudur. Dilerseniz bu duruma sağlığın “sosyal gerçeği” diyelim. Sosyal gerçeğin ciddi sonuçları vardır. Bir yandan, eğer insanlar zayıf sağlıkları için suçlularsa, hastalıklarının sonuçlarını fazlasıyla çekmeliler. Sonuçta bir bakıma sağlıksız yaşam tarzları sebebiyle hastalanmayı kendileri “seçmişlerdir.” Öte yandan, daha sağlıklı çevreler yaratmaya veya yoksulluk gibi kötü sağlık koşullarına yol açabilecek yapısal unsurları önlemeye yönelik politikalar önemini yitirmektedir.

1980’li yıllarda öngörüsü yüksek bir makalede değinildiği biçimiyle “sağlıklı olma kültürü”, hafif koşunun moda olmaya başladığı 1970’li yıllardan beri Amerikan toplumunun çehresinde giderek artan bir yer edinmiştir. Sağlıklı olma kültürünün yükselişi, neoliberalizmin yükselişiyle aynı zamana denk gelmektedir. Neoliberalizm, toplumun her alanını ekonomik açıdan analiz etmeyi, gerçek piyasanın sınırlarını genişletmeyi, bireyler arası rekabeti ve insanları yaşamlarına girişimci gözüyle bakmalarına teşvik etmeyi amaçlayan (örneğin insanların ileride kazandıracağı muhtemel gelir miktarını gözeterek, eğitime geleceğe yatırım gözüyle bakması), birbirleriyle aralarında zayıf bağlar bulunan politikalar bütünüdür. Neoliberal yönetimler, bireylere ve piyasa hareketlerine odaklandıkları için, bireylerin kendi problemlerine indirgenmediği sürece sisteme veya topluma dayalı sorunları görmezden gelme eğilimindelerdir. Neoliberal düşünce kültürel açıdan o kadar gömülü durumdadır ki, tarihsel aykırılığının boyutunun farkına varmıyoruz. Ancak, 1970’li yıllardan, beri birçok trend, bu görüşün ortaya çıkışına dair örnekler oluşturmaktadır. Bu örnekler içinde finans piyasalarının serbestleştirilmesi, işçilerin toplu pazarlık kozlarının zayıflaması, emeklilik planlarının sonlandırılarak -piyasanın çökme riskini işçilerin üstlendiğ – 401k ve diğer piyasa-tabanlı planlarla değiştirilmesi, dönemsel çalışmanın ve “gig” ekonominin artışı, devletin üniversitelere desteğinin azalması (ve bu doğrultuda okul ücretlerinin ve öğrenci borçlarının artması) gibi durumlar bulunmaktadır. Yoksullar için sağlık yardımında genişlemeler haricinde, Hasta Koruma ve Ekonomik Sağlık Bakımı Yasası (“Obamacare”) bile, sağlık hizmetlerinin devlet tarafından karşılanması yerine, sağlık konusuna sigortacılık piyasalarına erişim yönünden eğilerek, genellikle bu piyasalara devlet eliyle istikrar ve düzenleme getirmeye çalıştı.

Sağlıklı yaşam tarzlarımızı ve teşkil ettikleri ikilemi görme gerekliliğimiz işte bu bağlamdadır. Bahtı açık ve iyi imkanlara sahip insanların kendi iyilikleri için sağlıklı olmayı isteyecekleri bellidir. Öte yandan, sağlıklı kalma çabası, zayıf sağlığın finansal yatırımların düşük getirisine bağlı kötü yönetimin sonucu olduğunu söyleyen anlatıyı doğrudan beslemektedir. Kimse sadece “sağlıklı” olamaz; hatta günümüzdeki sıhhatimiz ileride karşılaşabileceğimiz, tespit edilip önlenmesi gereken hastalıkları gizliyor bile olabilir.

İyi olma anlatısı, bireyleri sağlık durumlarından sorumlu tutabileceğimiz makul sınırı fazla yüksekte tutmamıza neden oluyor. Kanseri ele alalım. Son zamanlarda Science‘da yayımlanan araştırmalara göre, kanser riskinin dokudan dokuya farklılık göstermesi (%65’e varabilecek kadar) büyük ölçüde ilgili dokudaki kök hücre yinelenme sayısıyla açıklanabilir. Daha çok yinelenme mutasyona daha çok uğrama imkanı demektir, bu da daha çok yinelenmenin “kaza kurşununa” denk gelme ihtimalini arttırması anlamına gelir.

Sigara içmekle akciğer kanserine yakalanma ihtimali gibi görece daha kabul gören bir savı ele alsak bile, sigara içenlerin kansere yakalandıkları için ne denli suçlu oldukları pek açık değildir. Sonuçta sigara içenler nikotine bağımlıdır; bu da ürünlerinin sebep olduğu sağlık sorunlarını tarih boyunca gizleyen meşru bir endüstrinin teşvik ettiği tarzda bir bağımlılıktır. Bu yüzden, suçlanması gereken birileri olsa bile, sigara tüketicilerinin bu suçlamada doğru hedef olup olmadığı belirsizdir. Benzer biçimde, tetikleyici unsurların daha karmaşık olduğu kanser türlerinde de suçu kimin üstlenmesi gerektiği daha karmaşık bir hal alır.

Obeziteyi ele alalım mesela. İnsanlar kilo aldıkları için suçlular mıdır? Burada da durum pek açık değildir; birçoğumuz bir yerlere gitmek için arabalara ihtiyacımızın olduğu yerlerde yaşıyoruz, fazla reklamı yapılan kalorisi yüksek besinlere kolay erişimimiz var ve işten arta kalan zamanımız yemek yapmak veya fiziksel aktivitede bulunmak için çok kısıtlı. Özellikle düşük gelire sahip birçok Amerikalı “besin çölü” denen, kaliteli besine erişimin zor olduğu yerlerde yaşıyor. Tuz, şeker ve yağın çok bulunduğu besinlerin yüksek bağımlılık yaptığına dair güçlü bulgular var. Michael Pollan gibi yazarların önerdiği sağlıklı beslenme tarzları ise çok miktarda para ve zaman gerektiriyor, oysa birçok Amerikalı bunlara sahip değil.

Tabii bunların hiçbiri sağlıklı olmaya çalışmamamız gerektiği anlamına gelmiyor. Ancak neoliberal zihniyetin kızıştırdığı sağlıklı olma kültürü ise tabiri caizse sağlığı ciddi miktarda basitleştiren bir sosyal gerçeğe dayanıyor. Sapla samanı karıştırmayarak, bireysel-sağlıklı alışkanlıklarla iyi sağlık politikalarını birbirinden ayırmayı öğrenmeliyiz. Aksi takdirde, aslen kendi suçu olmayan insanları suçlamakla kalmaz, insanları daha sağlıklı kılabilecek politikaların geliştirilmesinin önüne geçmiş oluruz.


Yazar: Gordon Hull

Çeviren: Toygar Akın
Kaynak: The Philosophical Salon

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş
Exit mobile version