Site icon Düşünbil Portal

Sartre ile Sörf: Dalgalarla sörf yapmak Varoluşsal sırları çözmeye yardım eder mi?

İllüstrasyon: Nathan Gelgud

Paylaş

“Sörfçünün bilgeliği” deyişi, genellikle bilgelik karşıtlığının bir türü olarak anlaşılır. Hayatın en derin doğrularının anlaşılması zor ve ifade edilmesi güç olması ya da özellikle derin olması gerektiği fikrinin reddidir. Ridgemont Lisesinde Hızlı Günler filminde Jeff Spicoli’nin dediği gibi: “Kendimi iyi hissetmek için tek ihtiyacım olan dişime göre dalgalar ve soğuk bir bira.” Bu, sorgulanmayan hayat sörfüdür, felsefeden vazgeçiştir.

Karşıt bir düşünce ekolü ise, muhtemelen okyanusta çok zaman geçirmelerinden, şık ve hasar görmemiş olarak ortaya çıkmalarından gelen bir meziyet olarak sörfçülerin derin gerçekleri keşfettiğini kabul eder. “Bir dalganın önünde hepimiz eşitiz.” Büyük dalgalarla sörf yapması ile çığır açan Laird Hamilton‘un bu bilindik bayat esprisi, bunun bir açıklaması aslında. Yakınlığın ve alçak gönüllülüğün ağırbaşlı bir özdeyişi olmakla birlikte (Hamilton’un sörf yapmasını izlemiş herkesin doğrulayacağı gibi) bu söz kesinlikle doğru da değildir. Bu sahte felsefe sörfüdür.

Her iki durumdaki sorun da kategori hatasıdır. Bizim ilgimizi çeken, sörfçülerin ne söyledikleri değil ne yaptıkları olmuştur. İç görüleri değil, teknik becerileri bizi ilgilendirmiştir. Eğer sörfçülerden öğrenilebilecek bir bilgelik varsa, onu bulabileceğimiz yer hayat tarzlarını oluşturan karakteristik yetkinlikleridir: Dalgaları okumak, dalgalarla sörf yapmak, denizin değişken çağrılarının karşısında ne yapmaları gerektiğini ölçüp tartmak. Başka bir deyişle doğru bir sörf felsefesinin ihtiyaç duyduğu; tüm pratik bilgilere sahip olabilecek kadar iyi sörf yapan ama felsefede de, eğer varsa, dünya teorisinin ne olduğuna açıklık getirebilecek kadar iyi bir düşünürdür.

Aaron James ile tanışın. O, Kaliforniya Üniversitesi’nde bir felsefe profesörü ve başarılı bir sörfçü. Yeni kitabı Sartre ile Sörf (Surfing with Sartre) ile sörfçü hayat tarzının ayırt edici felsefi değerini dile getirmeyi hedefliyor. Vardığı sonuç ise çok çarpıcı: “Sörfçünün dalgalarla sörf yapmak ile ilgili bildiği ne varsa yıllardır süregelen sorulara dayanmaktadır: Özgürlük, kontrol, mutluluk, toplum, doğa ile olan ilişkimiz, çalışmanın değeri ve hayatın anlamı.

James bu girişimiyle en sevdiği hobinin bazı insanlarda bırakacağı etkinin “gülünç, gösterişli bir rasyonelleştirme” yönünde olacağının farkındadır. Böyle bir iddianın mecburen yarattığı hırs (sörfün, asırlardır sadece iki soruyu açıkladığını söyleyen bir kitap yazmayı hayal edebiliyor musunuz?) kitabın bazı bölümlerinin diğerlerine göre daha ikna edici olmasını sağlamıştır. Ama doğruyu söylemek gerekirse, bu kitap sörf hakkında alabileceğiniz en felsefi kitaptır.

Bilge filozoflar, temel iç görülerini süzerek bunları kısa ifadelerle aktarmışlardır. Adam Smith için bu ifade “görünmez el”, David Hume için ise “sınırlı cömertlik” olmuştur. James ise kitabındaki temel düşünce ise “adapte olarak uyum sağlama”dır. Sörfün özünü bulmak için gereken şey budur. Sörf yapabilmek için üç koşul karşılanmış olmalıdır: Dış dünyadaki değişken fenomenlere (dalga gibi) uyum sağlanmalı, bu itici güçler tarafından taşınabilmek için kendisini ayarlamalı (adapte olmak) ve isteyerek, kendi iyiliği için yapıyor olmalıdır. Çünkü, kişi dünya ile bu şekilde müzakere etmenin zaten doğası gereği değerli olduğunu görecektir. Yalnızca, adapte olarak uyum sağladığın müddetçe sörf yapıyorsun demektir.

James, sörfçülerin sadece suyun içinde değil, hepimizin yapabileceği ve yapması gerektiği gibi, hayatlarının farklı durumlarında sörf yaptığını ileri sürmetedir. Bir kazanma stratejisi olarak da, dünyanın nasıl işlediğini anlamak için yararlı bir yol olan adapte olarak uyum sağlamayı sunar.

Özgür irade meselesini ele alalım. Jean-Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik adlı eserinin bir bölümünde insan özgürlüğünü kayak yapmaya benzeterek tartışır. Sartre’ın iddia ettiği radikal bir özgürlük kavramıdır; insana göre bu kavram, neredeyse tanrısal bir şekilde onları ex nihlio olarak şekillendirmiş ve dünyanın baskısının yükünden kurtarmıştır. Bu durum için bir benzetme ararken Sartre buz patenini ele almış ama sonra vazgeçmiştir (patencinin gideceği yol buzun dayanıklılığına çok bağlıdır) ve en sonunda kayağı keşfetmiştir (kar yumuşaktır, kayakçı arzuladığı manevraları daha kolay uygulamaya geçirebilecek, arkasında daha az bulunabilir bir iz bırakacaktır). Sartre, daha iyi bir benzetmenin “suyun üstünde kaymak” şeklinde olacağını kabullenmişti -sürücünün gittiği yolun izinin kaybolması daha yüksek seviyede bir özerkliğe işaret ediyordu- fakat açıkçası, sörf yapmak ne demek, bilmiyordu.

James, Sartre’ın sörf yapmayı düşünebilme noktasına gelememesinden ötürü hayıflanır. Ona göre, eğer bu noktaya gelseydi daha farklı ve tatmin edici bir özgürlük teorisine ulaşmış olurdu. Sartre, özgür irade konusunda bir “uyuşmazlıkçı” (incompatibilist) idi. Özgürlük kavramını, fizik yasalarımız tarafından işaret edilen belirleyici evren ile orantılı olarak değerlendirdi. (Başka bir şekilde davranma imkanınız yoksa nasıl özgür olabilirdiniz ki?) Ama James ise bir uyuşmacı (compatibilist). Doğanın kanunlarına bağımlı olmasıyla tutarlı olarak anlamlı bir “özgürlük” algısı olduğunu düşünüyordu. Gerçekten de, sörfçü tarafından türetilen adapte olarak uyum sağlama anlayışının bu anlamı yakaladığını düşünüyordu. 

Sörfçüler bilir ki; özgürlük, Sartre’ın dediği gibi, iradenizi dünyaya dayatma meselesi değildir. Bu, yok olmak için sağlam bir yoldur. Özgürlük, daha ziyade, iradenizi aşmak ve yapmaya niyetli olduğunuz, çevrenizdeki güçler tarafından yapmaya zorlandığınız şeyler arasındaki “alışverişi” ya da iki yönlü ilişkiyi kabul etmektir. Dalganın size verdiği şeyi alırsınız. Belirleyici bir evrende özgürlük, adapte olarak uyum sağlayanlar tarafından bilinen “kontrolsüz etki” hissidir. Sörfçüler haklıdır, Sartre ise yanılmıştır.

James’in kitabındaki retorik ifadeler, o ve Sartre arasındaki çelişkiler sonucu oluşur. Bu meselenin çerçevelenmesi adına başarılı sayılmazdı çünkü bu tartışmaların çoğunun Sartre ile pek bir ilgisi yoktu. Örneğin, James sörf hizasının (sörfçülerin sörf yaparken toplanması) bir siyasi örgütlenme biçimiymiş gibi müthiş bir analizini sunar. Bu, “bir devletin iç işleyişinden ziyade ‘anarşist bir toplum olan’ uluslararası ilişkilerin işleyişine daha çok benzeyen” bir biçimdir. Dalga paylaşımı ile ilgili birkaç basit prensibin, adapte olarak uyum sağlamanın da vasıtasıyla sınırlı kaynağın adil ve eşitlikçi bölüşümüne nasıl mahal verebileceğini göstererek sörfü, ekolojik kıtlığın olduğu bir çağda küresel işbirliğine dair bir model olarak sunar. Bu bölümde tartışmalı bir etki yaratması için Sartre’ın Çıkış Yok adlı oyunundan da söz eder.

James’in akademik uzmanlığının siyaset felsefesi olduğu göz önüne alınırsa, kitabın “toplum” ve “emek” konularına dair bölümlerinin bu kadar güçlü olması şaşırtıcı olmamalı. Sörfçüler -elbette karbon emisyonunu dengelemek amacıyla- doğrudan bazılarının daha az çalışıp daha fazla sörf yapacakları “daha serbest, sörfçü dostu bir kapitalizm tarzının” gerekliliği tartışmasına geçmek isteyebilirler.

Ama neden kapitalizmi yeniden biçimlendirmeyi durduralım? İş günlerini bilgisayarlarının önünde, sandalyelerine oturmuş, yerel tatillerimizin video görüntülerini gizlice kontrol ederek geçirenlere diyorum ki: “Dünyanın tüm sörfçüleri, birleşin! İşlerimizden başka kaybedecek hiçbir şeyimiz yok.”

Yazar: James Ryerson
Çeviren: Berfin Bulut
Kaynak: The New York Times

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş
Exit mobile version