Düşünbil Portal

Shakespeare, Marx ve Tiyatro

Paylaş

Tarihin tektonik tabakaları ve çeşitli dürtülerin demokrasisi

Biliyorum ki tiyatrodan öğrenmem gereken çok fazla şey var ve Londra’ya giden bir trene aktör, yönetmen ve yazar olan Dominic Dromgoole ile Marksizm ve Shakespeare tiyatrosu arasındaki ilişki hakkında röportaj yapmak için binmemin amacı da buydu.
Araştırma konum-Shakespeare’in Karl Marx ve Sigmund Freud üzerindeki etkisi-zamanımın çoğunu,yüzyıllar ve farklı diller boyunca uzanan metinlerarası konuların elenmesiyle harcamama sebep oldu.
Teorisyenlerin; Shakespeare’in oyunlarının, seminer odasında çalışılmak için değil tiyatroda eğlenmek için yazıldığını ve Karl Marx’ın-benim hedef teorisyenlerimden biri- tiyatronun bir hayranı ve sıkı bir ziyaretçisi olduğunu unutması kolaydır.

Bir röportajda ve kitaplarından birinde, Dromgoole, bazı oyunları betimlerken “Marksist” olarak adlandırdı. Bunun tiyatroda ne anlama geldiğini merak ettim. İşte cevabı:
“Michael Bogdanov ve yapımları hakkında söylediklerimle; onların, bütün sınıfların bir şekilde şiddetin yansıması olduğunun hatta sınıfın kendisinin bir şiddet eylemi olduğunun ve maddi ya da geçici gücün elde edilmesinin bir mücadele ve başkalarının bastırılmasıyla ilgili olduğunun tamamen farkında olduklarını kastettiğimi düşünüyorum. Bu aslında tarihsel bir döngüydü. Bu yüzden krallar ve kraliçeler, çoğunlukla krallar ve kraliçelerle, sanki bir şeylerin doğal düzeninin veya bir çeşit ortaçağ dünya düzeninin parçasıymış gibi yürüdüler. Bogdanov’un prodüksiyonlarında,bu insanların, oldukları yere gelmek ve daha sonra bulundukları yerde kalmaları için küçük ve büyük baskı eylemleri başlattıkları, bu bir şeyin öylece verilmediği; her zaman bir miktar mücadelenin bir sonucunda elde edildiği ve başka insanların, güçlülerin iyi olması için acı çektikleri hissi devamlı olarak vardı.”

Dominic Dromgoole, Shakespeare Globe Tiyatrosu’nun sanat yönetmeni. – Fotoğraf: Sheila Burnet

“Holding Fire, genel olarak sendika hareketinin erken dönemindeki çartist hareketi hakkında oldukça ”sol” bir oyundu. (Çartizm, 1838’den 1850’ye kadar olan dönemde, İngiltere’de, politik reformlar için işçi sınıfının verdiği mücadeleye ve bu mücadele etrafında şekillenen işçi hareketine verilen isimdir.) Reform / devrim dereceleri ve hangisinin herhangi bir zamanda daha sağlıklı olduğuyla ilgiliydi ve değişimin yavaşça ileriye doğru yönelmenin mi yoksa şiddetli devrimin, sokakları ele geçirmenin ve yıkıcı şeylerin veya bu ikisinin dengesini kurmanın mı toplumsal değişim için doğru yol olduğunu tartışıyordu. Sert bir şekilde politik bir yazar veya politik açıdan bilgili bir adam tarafından yazıldığı belliydi.”
“Biz, İnsanlar; Amerikalı bir yazar tarafından yazıldı, Eric Schlosser… O, bir şeylere, genel olarak, Marksist tarih anlayışıyla yaklaşıyordu. Oyun, Amerika’nın yaratılışı, 1787 Philadelphia Sözleşmesi ve nasıl bir yapı oluşturdukları hakkındaydı. Siyahi insanlardan ya da kadınlardan bahsetmiyorlardı bu yüzden hem sosyal umutların hem de kendi kendini yıkmasının tohumlarını atışının komik bir bileşimi şeklindeydi. Bu oldukça bilgili ve filozofik olarak açık görüşlü adamların bir araya gelip, bir ülkenin nasıl olabileceği hakkında yazması ve eleştirel-bilimsel olması açısından bir taneydi ve umut vericiydi.”

“Bu üç oyunla ilgili söylediğim şey şu ki, oyunlar kişisel psikolojik mırıldanmalarla ilgili değiller. Duygusal acıların sergilenmesi de değiller. Bu oyunlar dünyayı sürekli bir mücadele durumu ve değişim içinde olan sosyal bir sonsuzluk olarak görmekle alakalılar ve bu özel hikayeler tarihin tektonik tabakalarının değiştiği yerde, büyük bir yerin küçük parçaları olarak görülebilirler.”

Dromgoole bir anlığına düşündü ve devam etti:

“Bence, çok derin bir şekilde, Shakespare’in ne hakkında olduğu, aynı derinlikte mimari bir alan olan Globe Tiyatrosu‘nun ne talep ettiğidir. Bu da ihtiyacınız olan, oyunların altında yatmakta olan, hareketli, değişken bir tarih anlayışı ya da tektonik levhaların birbirlerini saldırganca hareket ettirerek oyunun yeterli ağırlığa sahip olması ve hayatta kalma istikrarıdır. Shakespeare ile birlikte, baştan sona, var olan iki farklı dini düşünce olan Reform sonrası Katolik ve Proteston görüşler arasındaki, büyümekte ve gelişmekte olan eğitimli ve ticaretle uğraşan orta sınıf ile hırslı, düşünceli ve muhafazakar neo-feodal sosyal düzen arasındaki ve İngiliz ruhundaki birçok diğer iç savaşta varolan gerginlikler hep olmuştur ve olmaya devam edecektir. Bütün bunlar Shakespeare’in ifadelerinde ve büyük dünya resminin altındadır. Bence, Globe Tiyatrosu’nun desteklenmeye ihtiyacı vardır.

Droomgoole’un Marksist olarak isimlendirdiği üç oyun,Marksizmle ilgili oldukça önemli üç meseleyi dile getiriyor: sınıf mücadeleleri, devrim stratejileri (Holding Fire) ve herhangi bir siyasi akımın ekonomik dayanakları (We,the People). Ayrıca, Shakespeare tarafından oyunlarında tasvir edilen sürekli bir tarihsel mücadele -agresif şekillerde birbiriyle harekete geçen tektonik plakalar- ve Marx’ın tarihsel Materyalizm teorisindeki mücadele arasındaki benzerliği de fark ettim. Beni en çok etkileyen şey, Dromgoole’un tiyatronun bu tarihsel mücadeleye ihtiyacı olduğu fikriydi “Hayatta kalmak için yeterli ağırlığa ve dengeye sahip olmak”. Eğer öyleyse, tiyatro ve Marksizm aynı estetik hissi paylaşır-karşıt güçlerin çatışması ve bundan beslenen drama.

Dromgoole’la konuşmadan önce, bana, Shakespeare oyunları ve Marksizmin her ikisi de diyalektik bir dünya görüşüne sahipmiş gibi geliyordu. İki karşıt güç arasındaki mücadeleyi sahnelerler ve yüzey ile derinlik arasındaki etkileşimi tasvir ederlermiş gibi.  Dromgoole’a yüzey ve derinlik arasındaki bu ilişkinin sahnede nasıl gösterilebileceğini sordum. Cevabı, tiyatro ve ayrıca, muhtemelen Marksizm ile ilgili anlayışımı derinleştirdi.

“Hayatta yaptığınızla aynı şekilde. İnsanların tek bir motivasyonla yaşadığı varsayımıyla ya da tek bir hedef ve amaçla bir dünyaya ilerleyemezsiniz. Stanislavski ve oyunculuk metodolojisinin çok indirgenmiş ve çok basitleştirilmiş olmasının sebebi budur, çünkü her şeye tek bir amaç vermeye çalışırsınız ve genellikle biz tek bir hedef üzerinde çalışmayız. Çoğunlukla kafamızda her an bağıran farklı hedeflerin gürültülü demokrasisi üzerinde çalışırız. Eğer gerçekten canlı bir performans sergileyecekseniz, karşıt güdüler için bu kapasiteyi yansıtmanız gerekir. Böylece Shylock bir ve aynı anda, nasıl seveceğini bilmediği, onun için en önemli şey olan kızını kaybeden son derece sempatik ve kederli bir baba olabilir. Ve aynı zamanda, intikam arzusu ve tamamen yıkıcı olan öfkesiyle anormaldir. Onu bir insan olarak bir arada tutan tek şey budur. İnsanların sadece yüzey ve derinliği yok, genişlik dereceleri ve farklı ışıklandırmaları, bu ışıklandırmada gölgeleri ve farklı türde cisimleri var.”

“Eğer Shakespeare’de kalırsanız, ve sanırım Shakespeare’in Marx’ı etkilemiş olabileceği yer burası, kendinizde bir dizi karşıtlık koleksiyonuna sahip olursunuz, onun yazdığı şey de işte budur ve sizin kendi yaşamınızda da çözmediğiniz gibi, bir kişiliğin içindeki tüm bu anlaşmazlıkları çözmeye ihtiyaç duymazsınız. İyi ve kötü dürtüler her daima içimizde savaştadır.”

Sonra araya girdim: “Shakespeare temel olarak diyalektiktir” dedim ve o cevap verdi:

“Diyalektiğin basitleştirici olduğunu düşünüyorum çünkü, diyalektik, bir tür çözüme odaklı olarak karşıtların sürekli çalışmasını ima ediyor. Bence, Shakespeare temelinde demokratik. Ve bu, her oyunda olduğu gibi, her karakter aynı değerdedir, oyunlarındaki her kişilikte farklı güdülerin, altyapıların, arzuların rastgele ve sıklıkla şaşırtıcı biçimde ortaya çıkan demokratik koleksiyonları vardır.”

“Shylock, özünde, bir kişiliğin içinde pek çok farklı yorum barındırdığı için izleyici ve oyuncuların dikkatini yönelttiği bu kapasitenin en göze çarpan örneğidir. Fantastik bir yemek gibidir ve her güzel yemekte olduğu gibi muazzam miktarda aromaya sahiptir ve buna karşılık vermek için çok fazla sayıda yol vardır.”

“Shakespeare’in bilinçli bir entelektüel anlayıştan herhangi bir şey inşa ettiğini düşünmüyorum. Onun bir doğaçlamacı olduğunu düşünüyorum. İnsanları çok fazla dinleyen bir dinleyiciydi.”

Harika bir caz müzikçiydi. Sevdiği bir melodiyi duyduğunda, kendini ona kaptırırdı. İnsanları çok iyi dinledi, böylece onları yeniden üretebildi, kişileştirebildi ve taklit edebildi. Ama sonra, o müziği kendi kafasında çalmaya başladığında, en gözüpek müzikle devam etti.

“O bir filozof değildi. Böyle bir amacı yoktu. Bir müzik duydu ve o müziği yazdı. İnsanları duymak ve insanları açıkça görmek için neredeyse doğaüstü bir yeteneğe dayalı bir müzikti, ayrıca gördüklerini ve duyduklarını hikayeleştirmeye ve oynamaya yönelik bir yetenekti. Kusursuz bir şekilde her şeyi absorbe eden bir süngerdi;”

“Bir kitap alıp Montaigne ve yasaları hemen kapabilir, gemilerin nasıl yapıldığı hakkında bir konuşma dinleyip bunu öğrenebilir veya Stratford ile burası arasındaki bitkilerin doğası hakkında bir bahçıvanla konuşma yapabilir, bilgi kütlelerini hızlı bir şekilde absorbe edebilirdi. Ancak böyle büyüleyici bir kapsamlılıkla yazabilirdi.”

Yazar: Nick Walton
Çeviri: Rüveyde Müge Turhan
Kaynak: bloggingshakespeare

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş
Exit mobile version