Doğru koşullarda yalnız zaman geçirmeyi tercih etmek büyük bir psikolojik rahatlık sağlayabilir.
İtalyan gazeteci ve yazar Tiziano Terzani Asya’da yıllarca muhabirlik yaptıktan sonra 80’lerde kendisini Japonya’nın Ibaraki prefektörlüğünde bir kulübeye kapattı. A Fortune Teller Told Me (Bir Falcı Anlattı)adlı gezi günlüğünde “Bir ay boyunca köpeğim Baoli dışında konuşacak hiç kimsem yoktu.” diye yazmıştı. Terzani zamanını kitaplarla, doğayı gözlemleyerek, “ağaçların arasından geçen rüzgârı dinleyerek, kelebekleri izleyerek, sessizliğin tadını çıkararak” geçirmiştir. Uzun bir süre sonra ilk kez günlük yaşamın ardı arkası kesilmeyen kaygılarından uzak hissetmiştir: “Sonunda zamanımın olması için zamanım vardı.”
Ancak Terzani’nin inzivaya çekilmeyi kabullenmesi oldukça sıra dışıydı. İnsanlar eskiden beri tek başınalığı damgalamışlardır. Tek başınalık; uygunsuz bir durum, sakınılacak bir şey, bir ceza, yalnızlığı seven kimselerin dünyası olarak addedilmiştir. Bilim bunu sıklıkla olumsuz sonuçlarla ilişkilendirmiştir. Kaygıyı tek başınalıkla bağdaştıran Freud, çocuklarda durumlarla ilişkili ilk korkuların karanlık ve yalnızlık korkuları olduğunu belirtmiştir. “Kronik kanıksanmış soyutlanma” olarak adlandırdığı yalnızlık hakkında geniş çaplı araştırmalar yapan çağdaş sosyal sinirbilimci John Cacioppo, soyutlanmanın düşünme gücümüze zarar vermesinin ötesinde fiziksel sağlığımıza dahi zarar verebileceğini ileri sürüyor. Ama giderek daha fazla bilim insanının benimsediği bir yaklaşıma göre tek başınalık, tercih edilen bir durum olduğu zaman, tedavi edici olabilir.
Bu, özellikle insanın destek için kendisini dışarıya açmasının gerektiğini düşündüğümüz kişisel buhranlarda geçerlidir. Kaliforniya Eyalet Politeknik Üniversitesi’nde tek başınalık üzerine araştırmalar yapan sosyolog Jack Fong şöyle açıklıyor: “İnsanların yaşadığı bunalımlar her zaman sadece kişiyle alakalı değil, kişinin toplumdaki durumu ile de alakalıdır. İnsanlar böyle zamanları tek başınalıklarını keşfetmek için kullandıklarında hem kim olduklarıyla yüzleşmek zorunda kalırlar hem de sosyal ortamda onları çevreleyen zehre karşı nasıl üstünlük sağlayacaklarını da birazcık öğrenebilirler.”
Diğer bir deyişle, insanlar kendilerini hayatlarının sosyal bağlamından soyutladıklarında, o ortam tarafından nasıl şekillendiklerini daha iyi anlayabilirler. Yıllarca yalnız yaşamış Trappist keşiş ve yazar Thomas Merton ise Thoughts in Solitude (Tek Başınalıkta Düşünceler) adlı kitabında benzer bir düşünceyi dile getiriyor: “Olayları sineye çekmeyi bırakmadığımız sürece bir şeyi bütün olarak göremeyiz.”
Bu kendini yenilemenin çoğu Fong’un “var olma anları” dediği ruhsal odaklı tek başınalık sırasında ortaya çıkabilen zihinsel açıklık titreşimleri aracılığıyla olur. Fong, bu fikri Alman kökenli Amerikalı sosyolog Kurt Wolff’un bireysel aydınlanma için “teslim ol ve yakala” teorisinden esinlenmiştir. “Böyle anlarda savaşmayın, olduğu gibi kabul edin. Bırakın yavaşça, doğru bir şekilde ortaya çıksın ve buna karşı koymayın,” diyor Fong, “Yalnız olduğunuz zamanlar korktuğunuz bir şey olmamalı.”
Ama aynı zamanda bu sadece yalnız olmakla alakalı değildir. “Bu daha derin bir içsel süreçtir.” diyor Medaille College’da tek başınalık üzerine araştırmalar yapan psikanalitik siyaset kuramcısı Matthew Bowker. Kazançlı tek başınalık için rahatsız edici hatta ıstırap verici bir iş olan içsel keşif gerekir. “Memnun edici bir deneyime dönüşmeden önce birazcık uğraşmak gerekebilir ama gerçekleştiğinde insanın belki de en önemli ilişkisi olan ilişkiyi, kendinizle ilişki kurarsınız.”
Oysa bugünün aşırı bağlantılı toplumunda, Bowker tek başınalığın “uzun zamandır olduğundan çok daha fazla değersizleştirildiğine” inanıyor ve Virginia Üniversitesi’nde birçok katılımcıyla yapılan yeni bir çalışmada, kadınların dörtte birinin ve erkeklerin üçte ikisinin düşünceleriyle baş başa kalmaktansa elektrik şoku almayı tercih ettiklerinin altını çiziyor. Bowker, bu abartılmış tek başınalık nefretinin popüler kültürde de görüldüğüne dikkat çekiyor. Örneğin vampirleri eskiden hikâyelerde münzevi kişiler olarak betimlerlerdi ancak şimdi onları ekranda seksi sosyeteler olarak görmemiz daha muhtemel.
Lao Tzu, Nietzsche, Emerson ve Woolf (“Nasıl da kat kat iyi sessizlik; kahve fincanı ve masa”) gibi çoğu büyük düşünür tek başınalığın ruhsal ve zihinsel faydalarını savunduğu halde günümüz insanı tek başına kalmaktan kaçmaya eğilimli görünüyor. “Ne zaman koşuya gitme fırsatımız olsa kulaklıklarımızı takarız. Arabada oturduğumuz her an NPR (Ulusal Halk Radyosu) dinleriz. Demek istediğim, bugün öğrencilerim bana telefonları olmadan banyoya gidemediklerinden bahsediyorlar.” diye yakınıyor Bowker.
Gerçek tek başınalık için uyarıcıların olmaması şarttır demek değildir bu. Aksine, “tek başınalığın değeri bireyin kendi içinde bir içsel tek başınalık bulup bulamayacağına bağlıdır,” diyor Bowker. Herkes bu bağlamda birbirinden farklıdır: “Bazı insanlar yürüyüşe çıktıklarında veya müzik dinlerken kendileriyle derinden bir etkileşim halinde olduklarını hissederler. Bazılarında ise bu olmaz.”
Bowker bizim genel olarak tek başınalığa olan güvensizliğimizin sonuçları olduğunu, özellikle daha grupçul bir toplum haline geldiğimizi öne sürüyor. Denver Üniversitesi’nde psikanalist David Lenin’le beraber yazdığı, yakında yayımlanacak olan A Dangerous Place to Be: Identity, Conflict, and Trauma in Higher Education (Tehlikeli Bir Yer: Yüksek Öğrenimde Kimlik, Çatışma ve Travma) adlı kitapta yazarlar, tek başınalığın değerinin düşürülmesi ile üniversite kampüslerine dert olmaya devam eden ideolojik çatışmalar arasında bir bağlantı ortaya çıkarıyorlar. “Kimlik belirleyici ve [kendimiz] tanımlamamıza yardımcı olan gruplar bizi kendilerine çeker. En basit şekilde bu, kendi kimliğimizi doldurmak için içten, yürekten gelen bir şeylere dayanmaktansa başkalarını kullandığımız anlamına geliyor.” diye açıklıyor Bowker. “Üniversitelerin daha çok gruptan ayrılmayı kolaylaştırması gerektiği kanaatindeyim.” diyor.
İşte bu noktada tek başınalık devreye girer. Böyle bir ayrılma için, psikanalist David Winnicott’un “yalnız olabilme yetisi” olarak adlandırdığı şey gerekir. Bu da Bowker’ın tek başınalığın kendini güçlendirme süreci olduğu düşüncesinin anahtarıdır. “Bu yetiye sahip olmalısınız: Bu grup tarafından desteklenmeseniz bile iyi olacağınızı, hayatta kalacağınızı bilme yeteneğine.” diyor Bowker. “Bir başka deyişle, tek başına olduğunda zengin bir iç yaşantıya ulaşabilen bir insanın yalnız başınayken kendini yalnız hissetmesi olasılığı çok düşüktür.”
Tüm bu süreç bir hile var: Tek başınalığın faydalı olması için belirli ön koşullar sağlanmalıdır. Maryland Üniversitesi’nde gelişim psikoloğu olan Kenneth Rubbin bu koşulları “eğerler” olarak adlandırıyor. Tek başınalık “eğer” gönüllü olursa, “eğer” kişi duygularını etkili bir şekilde ayarlayabilirse, “eğer” kişi istediğinde bir sosyal gruba katılabilirse ve “eğer” çevresindekilerle olumlu ilişkileri sürdürebilirse verimli olabilir ancak. Bu koşullar sağlanmadığında tek başınalık zararlı olabilir. Japonya’daki “hikikomori” olayını düşünün: Yüz binlerce bunalımlı ya da sıkıntılı genç insan toplumdan uzaklaşıyor ve bazıları için bu durum yıllar sürüyor, hayatlarına devam edebilmeleri için sıklıkla yoğun entegrasyon tedavisi gerekiyor. Yenileyici etkisi olan tek başınalık ile ıstırap olan tek başınalık arasındaki fark, insanın bu süreçte ortaya koyabildiği kendi üzerine düşünme niteliği ve istediğinde sosyal gruplara geri dönebilme yeteneğidir.
Ön koşullar sağlandığında tek başınalık güçlendirici olabilir. Günde 15 dakika meditasyon yapan ve her ay tek başına kamp gezilerine çıkan Fong’a göre bu, en az sağlıklı beslenmek ya da egzersiz yapmak kadar önemlidir. Bunun muhtemelen gerçekten sağlıklı bir zihin için gerekli olduğunu söylüyor. “Sizi gerçekten sorunların dışına çıkarıyor. Gerçekten ama gerçekten bu evrendeki açmazınızı anlamanızı sağlama işlevine sahip.” diyor.
Yine de tek başınalığın olumlu bir güç olduğuna dair araştırmalar daha yeni olduğundan bunun hakkında kısa ve öz bilimsel terimlerle konuşmak zor. Örneğin ideal ölçüsünün ne olduğunu ya da böyle bir ölçü olup olmadığını bile bilmiyoruz. Büyük ihtimalle bu ölçüler herkes için farklıdır. Ama araştırmacılar, tek başınalığın mümkün olan her şekilde, meditasyon yaparak, tek başına yürüyüşlere çıkarak ya da tek başına kamp gezilerine giderek deneyimlenmesini öneriyorlar. Bowker sessizlik içinde araba kullanmaya önem veriyor. Amaç ise sosyal etkileşimden uzak durmak ve içe dönmek; bu sizin için nasıl olabilirse. Fong, tek başınalığın şekli ve sınırları olmadığını söylüyor.
İtalya’da hâlihazırda ünlü bir gazeteci olan Terzani, Japonya’daki “kendine çekidüzen verdiği” bir aylık inzivasından sonra yazar olarak da başarılı bir kariyere adım attı. Daha sonraki yazılarının çoğunda kişisel deneyimlerini ve felsefi derin düşüncelerini harmanladığı için, ateist olmasına rağmen neredeyse dini bir taraftarlar grubu kazandı. 2004’te mide kanserinden ölmesinden sonra Terzani’nin ruhani bir lider gibi benimsenmesi, bu tutumun söylemek istediklerine zarar verdiğini düşünen bazı entelektüeller tarafından rahatsızlıkla karşılandı. “Tek gerçek öğretici ormanda ya da bir kulübede ya da Himalayalar’da bir buz mağarasında değildir. Bizim içimizdedir.” demişti Terzani bir keresinde. Onu yalnız başına bu sonuca ulaşırken hayal edebiliyor insan.
Yazan: Brent Crane
Çeviren: Esra Demirezen
Kaynak: The Atlantic
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.