Yönelim bozukluğu nasıl yıkıma yol açar?
Paris’te meydana gelen korkunç terör saldırısından ve şimdi de terörle bağlantısı olduğu düşünülen St. Bernardino’daki silahlı saldırıdan bu yana geçen üç haftada birçoğumuz açıklama peşindeyiz. İnsanoğlunu bu denli barbarca ve şiddet dolu davranmaya ne itebilir? Bu davranışları doğuştan gelen “kötü” duygulara ya da kişilerin deli olduklarına yormak basite kaçmaktır. Bunun yerine terörün artmasına sebep olan psikolojik etmenleri ele almak daha önemlidir.
Bakış açıma göre, Paris’te saldırı düzenleyen teröristlere dair ve aslında genel olarak tüm teröristler için geçerli olan en çarpıcı gerçek bu insanların entegrasyon ve kimlik sorunu yaşaması, kendilerini yabancı ve haklarından mahrum kalmış hissetmeleridir. Paris’teki teröristlerin yayınlanan hayat hikâyeleri yaşamlarında hiçbir amacı ve anlamı olmayan, toplumda kendilerine yer bulmayı başaramamış serseri insanların genel bir profilini çizmektedir. Bu insanlar genellikle kendi kültürleri ve yaşadıkları kültür olmak üzere iki kültür arasında kalmışlardır ve iki kültürde de evlerinde hissetmezler; gençlik yıllarını varoluşsal düzensizlik, yönelim bozukluğu ve karışıklık duygularıyla geçirmişlerdir.
Bu tür insanlar özellikle manipülatif, kışkırtıcı dini ideolojilere karşı oldukça savunmasızdır çünkü tutucu dinin sunduğu kesinlik ve amaç anlayışını arzularlar. Dini inanç sistemleri onları cezbeder çünkü din evrenin anlamını tamamlıyor gibidir. Dinler, insanlar da dâhil olmak üzere her şeye yer veren bir hikâye sunarlar. Her olaya bir açıklamaları her eyleme bir nedenleri vardır. Varoluşsal düzensizlikten muzdarip insanlar için bu belirlenmişlik baş döndürücüdür.
Ama tutucu dinlerin insanlarda eksik olan güçlü aidiyet duygusunu karşılaması da aynı derecede önemlidir. Doğrunun bilgisine sahip olduklarının kesinliğiyle, grup ideolojisi ve ortak amaçlar onları birbirine bağlar ve sadece kendi gerçeklik yorumları doğrudur.
Sonuç olarak bu insanlar kendilerini psikopat olmaya müsait hale getirirler. Kendi grupları dışında kalan diğer insanlara olan anlayış ve merhamet duygularını kaybederler. İdeolojilerinin kavramsal çerçevesi diğer insanları hiçbir duygusal bağ beslemedikleri soyut varlıklara dönüştürür. Dünyayı, birebir deneyimlerinden ziyade ideolojilerinin süzgecinden bakarak algılarlar. Grup üyesi olarak sahip oldukları baş döndürücü aidiyet, kimlik ve belirlenmişlik duygusu diğer tüm grup ve insanlarla bağlarını koparmasına sebep olur.
Düzensizlik ve Yönelim Bozukluğu
Bana göre, birçok terörist gençtir, çok azı 30 yaşın üzerindedir ve genellikle erkektir.
Ergenlik ve ilk yetişkinlik dönemi hayatın oldukça zorlu dönemlerindendir. Bu yıllar; otonom, ayrı bireyler olma ve iç dünyamızda tek başına yaşama yetisi geliştirdiğimiz bir zamandır. Bu durum savunmasızlık ve güvensizlik yaratır. Bireyselleşmek kaygı ve soyutlanma algısı yaratabilir. Bu yüzden ergenler akran baskısına karşı bu kadar duyarlı, gruba “uyma” ve ait olmaya, modayı ve alt kültür gruplarını takip etmeye bu kadar düşkündürler. Soyutlanma fikrinden sıyrılmak için kabul edilmek ve ait olmak isterler.
Bu soyutlanma ve savunmasızlık hissinin erkekler de daha yoğun olduğu gözüküyor. Kadınlar ego-bireysellik çatışmasını erkeklerle aynı derecede yaşamıyor. Bunun çevresel faktörlerden mi yoksa doğuştan gelen psikolojik ya da biyolojik faktörlerden mi kaynaklandığı henüz net değil ancak kadınların erkeklerden daha çok iletişim kurduğu, bağlantı kurmanın ve duygusal destek bulmanın onlar için daha kolay olduğu gözlemleniyor.
Bu durum 25 yaş altındaki genç erkeklerin intihar oranının bu kadar yüksek olma sebeplerinden biridir; genç erkekler soyutlanma hissi nedeniyle duygusal destek bulamamakta ve sorunlarını paylaşamamaktadırlar. Ayrıca çete üyelerinin büyük çoğunluğunun genç erkek olmasının sebebi de çetelerin güçlü bir aidiyet ve kimlik duygusunun olmasıdır.
Ayrıca bu durum teröristler için de geçerlidir. Teröristlerin düşünce yapısı da özellikle ergenlik ve ilk yetişkinlik döneminde akut olan ciddi varoluşsal kaygı ve yönelim bozukluğu duygusunda yerleşmiş psikopatinin bir biçimi olan patoloji olarak görülebilir.
Yazar: Steve Taylor
Çevirmen: Meltem Alkur
Kaynak: psychologytoday
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.