Site icon Düşünbil Portal

Umberto Eco’nun son gülüşü: teoloji, felsefe ve gülen varlık üzerine

Paylaş

Umberto Eco‘nun ölümü bize düşünecek çok şey veriyor. Onun dil, kurgu ve düşünce arayışları; post-yapısalcılığı, yapısökümü ve felsefeyi içerir. Umberto Eco bir filozof, dilbilimci ve göstergebilimciydi. O, düşüncenin, yazıyla (ve metinsellikle) olan ilişkisinden çok etkilenmişti. Ancak, (Foucault Sarkacı ve Gülün Adı gibi) en ünlü kurgu eserlerinde de görüldüğü gibi, Eco aynı zamanda düşünce ve dilin, din ile olan ilişkisine de çok ilgi duymaktaydı. Fakat bu ilişkiyi ele aldığında, birçok insanın din ile bağdaştırmayacağı bir şey ortaya çıkardı: kahkahalarla gülmek.

Gülün Adı’nda, Eco okuyucuyu düşmanca kahkahaların ne kadar güçlü olduğu, son gülenin kim olduğu ve neden kahkahaların Orta Çağ boyunca Kilise tarafından sansüre uğratıldığı üzerine düşünmeye itmektedir. Eco, Aristoteles tarafından yazıldığı iddia edilen çalışmayı, romanın cinayet gizeminin merkezindeki kahkahaya atfettiği için, bu sansürün Aristo’nun çalışmasında daha derin bir kaynağa sahip olduğunu ileri sürmektedir (Orta Çağ’da Arapça’dan Latince’ye tercüme edilmiş ve sadece İslam Felsefesi üzerinde değil, aynı zamanda Yahudi Felsefesi -Maimonides (Rambam)- ve Hristiyan Teolojisi -Aziz Thomas Aquinas ve diğerleri- üzerinde de büyük bir etkisi olmuştur).

*****

Aristoteles’in kahkaha üzerine düşüncelerini sorgulama yoluyla, Eco’nun romanı, felsefe ve teoloji ile “komedi” arasında, Tanrı ya da Varlık ile olandan daha fazla, alışılmadık bir bağ olduğunu önermektedir. İnsan, düşünce ya da dine göre, akıl ya da inanç olarak tanımlanabileceğinden, gülen kişinin ve kahkahalarının dünyaya nasıl ve ne şekilde göründüğü, felsefe ve teoloji için sıkıntı vericidir. Gülmek, insanın temel tanımlarını tırnak içinde ortaya koyar.

Plato’nun kahkaha ile aşk/nefret ilişkisi vardı. Onun için kahkaha aşırı olduğunda tehlikelidir. Plato Devlet adlı eserinde, kahkahaların şiddete bile yol açabileceğini öne sürer. İnsan “soytarı” olduğunda, toplumu etkileyebilir ve muhalefet oluşturabilir. Barry Sanders’ın Laughter as Subversive History adlı kitabında belirttiği gibi, Plato, kahkahayı, Antik Yunan şehir devletlerini normalleştiren “toplum görünümlerine” meydan okumak kadar olmasa da tanrılara meydan okumak gibi düşünüyordu. Öte yandan Plato, alayın “yanlış ve yıkıcı yeni fikirlere karşı etkili bir şekilde” kullanılabileceğini düşündü. Diğer bir deyişle, kahkaha –olsa olsa– mevcut durumu korur:

Bu tür yeniliklere karşı yöneltilen ince esprilerden korkmamalıyız.

Fakat Yasalar‘da, Plato, diğer insanlara kahkaha ile zarar verenlere katı cezalar vermektedir. Bununla birlikte Sanders, Sokrates’in “mizah duygusuyla ciddi hikayeler” anlatması nedeniyle Plato’nun kahkahaya karşı belirsiz bir tutumunda [Sokrates’in] somutlaştığını öne sürmektedir. Sokrates, “tam olarak doğru ve doğru olmayan soruları sormayı başarabilen, saf, masum ve biraz cahil bir karakterdir. Sokrates, bir tür uzlaştırıcı ve eski İsrailli olarak, çok daha fazla şey bildiğinden ve şüphe ettiğinden dolayı diğerlerini kullanır.” Plato, Sokrates’i “kendini beğenmişlikten ya da cehaletten etkilenen” biri olarak nitelendirir. Sokrates’i ironik olarak adlandırmasının temeli budur.

Sokrates‘in mizahının anahtarı ve onu daha kabul edilebilir kılan şey şudur ki “Sokrates asla yüksek sesle gülmez”. Sokrates, başka bir deyişle, bir soytarı gibi “görünebilir” ama gerçekte bilge bir adamdır. Kahkahasını tutar. Ve bu ironi okuyucuyu, dış görünüş (oluş) ve iç gerçeklik (varlık) arasında bir ayrım yapmaya yöneltir. Bu, Parmenides’e ait olan ve Plato tarafından  mükemmelleştirilen kanaat (doxa, fikir, görünüş ve oluş) ve biçim (fikirlere atıfta bulunan, varlık, görünümü aşan) arasında yapılmış olan bir ayrımdır. Plato için, maddesellik, görünüş ve varlık ile ilişkilendirilmiştir. Bu ayrımla, Plato “daha ​​düşük” (oluş ve maddesellik dünyasında hapsolmuş halde tutulan bir mizah) ve “daha ​​yüksek” (varlık ve bilgeliğe doğru giden) bir mizah türü arasında ayrım yapabiliyordu. Daha yüksek mizah türü gerçekten de mizah değildir; komik görünür, ancak gerçekte ciddiyeti maskeler.

Ancak gariptir ki, Plato’nun eserleri, Kuzey Afrika ve Avrupa’nın bazı bölgelerine yayılırken, Müslümanlar tarafından öncelikli olarak tercüme edilmemiştir. Onların daha fazla ilgi duydukları Aristoteles’in eserleriydi, daha sonra ise Müslümanları, skolastik ve Yahudi felsefesi takip etmekteydi. Plato’dan farklı olarak Aristoteles’in komedi hakkındaki görüşleri daha az bilinmekteydi. Umberto Eco, bu eksiklik üzerinde oynamıştır ve hatta Aristoteles’in eserlerinde kitleler için tercüme edilmeyen gizli bir incelemesi bile bulunmaktadır. Eco’nun hareketi ilginçtir; çünkü tarihe göre, bu doğrudur: Aristoteles, Orta Çağ’da teoloji ve felsefe üzerinde Plato’dan daha büyük bir etkiye sahiptir. Yine de, Aristoteles’ten son derece açıklayıcıdır ve Eco’nun kitabında neler yaptığını anlamamıza yardımcı olmaktadır.

Poetika eserinde, Aristoteles, “alt tabakadaki insanların taklit edilmesi” ve “utanç veren türler” ile kahkahayı birleştirmiştir. Ayrıca “komik maskenin çirkin olduğunu” belirtmiştir. Gülmek, başka bir deyişle, insanı bir hayvan haline getirebilir ve insanlığı daha büyük bir maddeselliğe sokarak onları, insanı özel yapan şeyden yani akıldan uzaklaştırır. (Çarpıklık olarak algılanan gülmek kavramı, sadece Kilise tarafından değil, aynı zamanda ünlü sembolist şair Charles Baudelaire tarafından da “The Essence of Laughter” adlı makalesinde ele alınmıştır).

Bununla birlikte, Aristoteles’in hayvan yaşamıyla ilişkili olarak kahkaha hakkındaki düşüncelerin merkezinde bir belirsizlik vardır. Başka yerlerde -biyoloji hakkındaki yazılarında- bir çocuğun kahkaha yoluyla insan olduğunu iddia etmiştir. İnsan bir “Homo Ridens”, “gülen bir yaratık”tır. Bu kavram, rasyonel bir hayvan, sosyal/politik bir hayvan ya da dili kullanan bir hayvan olarak Aristoteles’in insan okumasıyla yer değiştirmiştir (Martin Heidegger’in daha sonraki çalışmalarında büyük ilgi gören bir açıklama). Aristoteles’in insanı gülen bir hayvan olarak yorumlaması deyim yerindeyse, çeviriye kurban gitmiştir.

Orta Çağ’da felsefe ve teoloji, Homo Ridens kavramını kullanmazken, edebiyat bu kavramı kullanmıştır. Orta Çağ’ın sonlarına doğru yazar Rabelais -Milan Kundera’ya göre, Rabelais, Modern Edebiyatın babasıdır- (çünkü onun için, modern edebiyat, bir tür mizah üzerine kurulmuştur) romanı Gargantua ve Pantagruel‘de “gülen hayvan” diye adlandırmıştır. Montaigne, sadece “Homo Ridens” değil, aynı zamanda “Homo Risibilus” (gülünç bir yaratık) olduğunu da yazarken şunu not etmiştir: “Kendi özel servetimiz aynı derecede gülünç olmak ve gülebilmektir.” Henri Bergson, gülmek hakkındaki ünlü makalesinde, buna dikkat çeker. Ve mizah üzerine olan kitabında, On Humor’da Simon Critchley, bunu merkezi bir hipotez olarak ele almıştır.

Gülün Adı eserinde, Eco, yarattığı kör yaşlı keşiş karakteri aracılığıyla bir öneride bulunur, Jorge de Burgos (Jorge Luis Borges üzerine bir oyun): Bu adam kendini “gülen hayvan” olarak görmemelidir. Bu söylem skolastik argümanın ana dayanağı olarak ortaya konmaktadır: Eğer insan taklit ettiği Hıristiyan Tanrı’nın görüntüsünde yaratıldıysa o zaman, gülemez. Kutsal yazılara dayanarak, “İsa’nın gülmediği”ni iddia eder. Kahkaha onun altındadır. Bu çok fizikseldir, hayvansaldır ve günahkardır.

*****

Felsefenin ve teolojinin ciddiyeti, kahkaha ile tehlikeye girer. Ciddi tarafını kaybeder. Üstelik, Baudelaire gibi bir şairin öne süreceği gibi, bu alçalmanın maddesellik içindeki bilgisi, sonsuz azap kadar (“düşmüşlüğün” hatırlatıcısı olarak kahkaha) bir neşe (neşe olarak kahkaha) getirmemelidir. Bu, ona işkence eden bir ironidir. Baudelaire’in çirkinlik ve hayvan dünyasına olan ilgisi -Eco’nun romanında da gördüğümüz- “kaçıklık”olarak adlandırdığı şeyi temel alır. Bu, iyi anlamda gülünecek birşey değildir. Gülmek, şeytanidir ve kıyamet gibidir. Eco’nun Burgos’u için de kıyamet gibidir.

Eco için, son gülüş Tanrı’nın olabilir; ama bir bakıma, dünyanın maddeselliğine gülmektedir. Gülün Adı‘nın sonunda, bu alternatif Yaratılış okumasını önerir:

Tanrı, yedi tanrıya güldüğü an dünyaya hükmeden doğdu. o, gülmekten kırıldığı anda ışık saçıldı. ikinci gülüşünde su ortaya çıktı ve gülüşünün yedinci gününde ise ruh ortaya çıktı.

Ruh, tabiri caizse, kahkaha suretindedir. Aristoteles’in aksine, yeni bir Aristotaliyen kahkaha yorumu vardır. Kendine insanlığıyla (hayvan aleminden) gülen insan yerine, Tanrı insanoğluna varlık halinde güler. Ve “gülen bir hayvan” olmak yerine, bu yarı-teolojik yorumla “gülen bir yaratık” varolur.

Asıl ironi, bu hesabın Musa’dan gelmemesidir; bir kurgu yazarından gelmesidir. Fakat yazarı (modernist kurguda gördüğümüz) kainatın yaratıcısı haline getirmek yerine, yazarın bir Yaratılış okumasıyla meşgul olduğunu görmeliyiz. Kaynaklara, yani Aristoteles’in gülen hayvanı veya Yahudi İlahiyatçısı Michael Wyschogrod’un ileri sürdüğü gibi daha “kişisel” Tevrat ve İncil’in somutlaşmış okumalarına dönerek, Umberto Eco ile birlikte, Batı felsefesi ve dini geleneğinin ne kadarını dışarıda bıraktığımızı ele alabiliriz.

Maddesellik, hayvan yaşamı ve mizah, yüzlerce yıldır alt statüye indirgenmiştir. Eco’nun cüretkar romanı, bize şimdi kaynaklara dönme ve onlara gerekenleri verme zamanının geldiğini göstermektedir. Ve gülmeyi sadece geleneğe karşı bir isyan olarak görmektense, Tanrı’nın varlığının dünyadaki anlamını anlama fırsatı olarak görmeliyiz. Metin bizi, Hahamın (ve Jacques Derrida’nın), mesihle ilişkilendirilen “vadedilen gülme” olarak adlandırdıkları şeyin olasılığına götürmelidir. Bu kahkahaların, çirkin ve şeytani sayılan reddedilen bir maddesellik ve ötekileştirmeye dönüşü ile yakından bağlantılı olduğunu söyleyebilirim. Sadece bunu yaparak, metinlerden (ve metinlerarasılıktan) ziyade insanların daha fazla farkında oluruz. Metnin Logosunu aramak yerine, güldüren ve gülebilen kişiyi ve yüzü arayıp bulabiliriz. En önemlisi, kahkaha bizi, dil gelişimi öncesi olan ve insanlar arasında paylaşılan bir şey için uyarır. Eco’nun Yaratılış versiyonunda, kahkaha dilden önce gelir ve Yaradılıştan uzaklaşmak yerine bizi daha da yakınlaştırır.

Gülün Adı‘nın yazarı için insanoğlunun varoluşu gülmeye dayanır ve insanoğlunu tanımlayan özellik akıl veya ruh değildi; insanoğlunun gülüşüdür. Her ne kadar empati, oyun ve hatta mutluluk açısından hayvanlara çok yakın olsak da, Eco bir röportajında, sahip olduğumuz tek şeyin “komik duygular” ve mizah anlayışının olduğunu savunur. Bu duyarlılık ölümde öne çıkar. Eco, mizahın “ölüme karşı mükemmel tepki” olduğunu öne sürdüğü için, insanların son sözü olmaz. Aksine, son gülüşü olabilir.

Ancak bu olasılık, kişinin mizah anlayışının ne kadar geliştiğine bağlıdır. Ve belki de bu, Yaratıcının içindeki “gülen yaratığa” inanca da bağlıdır. Ancak asıl soru, ruhu gülerek yaratan yaratıcı güldüğünde mi ruhun varlığı sona erer yoksa yaratılan güldüğünde mi? Başka bir deyişle, son gülen kim? Ölüm söz konusu olduğunda, yalnızca Yaratan gülebilir mi? Ve eğer bu Yaratan -modernist anlamda- bir kurgu yazarıysa, onun yarattıklarını ve yarattığı dünyayı bu kadar gülünç bulduğu anlamına mı gelir?

Yazar: Menachem Feuer
Çevirmen: Şeyma Merve Kaymaz
Kaynak: chlemielintheory

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.


Paylaş
Exit mobile version