İnsanın varlığını kendine konu edinen Varoluşçuluk, 1940 ve 1950’lerde savaş sonrası Avrupa’da ortaya çıkmıştır. İnsan varlığı ile ilgilenen bu düşünürler haliyle kendi hayatlarıyla da uğraşıyorlardı. Ruhsal çöküntülerle dolu, ilaçlara bağlı, yaşadıkları toplumdan itilmiş hayatlar…
Buyurun size dünyanın en önemli varoluşçularının tuhaf yaşantıları.
1. Şaka değil, Jean-Paul Sartre kafayı yengeçlerle bozmuştu. Bir de meskalin ile
“Sokaklarda beni takip ediyorlardı, sınıfa kadar. Onlara alışmıştım artık. Sabah kalktığımda ‘Günaydın yavrucuklarım, iyi uyudunuz mu?’ derdim. Onlarla her zaman konuşurdum.”
Sartre delirdiğini düşünmeye başlamıştı. Hal böyleyken yakın arkadaşı Jacques Lacan’a gitti. Daha sonralarda Sartre, Lacan ile birlikte yengeçlerin yalnızlık korkusunun bir sembolü olduğu sonucuna varacaktı.
“Sıkılana kadar ve onlara aldırış etmeyene kadar yengeçler hep benim birliktelerdi.”
“Benimdi onlar. Alışmıştım onlara. Yengeçlerimin geri gelmesini isterdim.”
Cracked’a göre, Sartre’ın, eserlerinde yengeçleri kullandığı da olmuştur. Karakterler bu eserlerde kendilerini veya libidolarını yengeçlerinki ile karşılaştırırlar. Bunlardan belki de en delicesi Altona Mahpusları‘ndaki Franz’dır. Franz, 30. yüzyıldan gelen üstün zekalı yengeçlerin, kendisini 20. yüzyılın savaş suçlarını savunması için seçtiklerini düşünür.
2. Meskalin demişken, Sartre için üstinsanın esrarkeş hale bürünmüş hali diyebiliriz
3. Soren Kierkegaard’ın kullandığı ilginç mahlaslar sanki Harry Potter’ın sayfalarından alınmış gibi
Soren Kierkegaard, söylediklerinin sorumluluğu altına girmemek için birçok acayip mahlas kullanmıştır. Mahlasların söylediklerinin kendi inandığı şeyler olmadığını bilmelerini isterdi insanların. Lakaplardan bazıları şöyle: Johannes DE SILENTIO, Anti-Climacus, Hilarius Bookbinder, Constantin Constantius ve “A.”. Garibim Kierkegaard’ın soyadı Danimarka dilinde mezarlık demek. Soren’in babası da büyükbabası da mezar kazıcısıydılar. Annesi ve beş kardeşi, o daha 21 yaşına gelmeden teker teker öldüler. Babası Michael, ailesinin ölümünün Tanrının cezası olduğunu söylemiş. Bu cezayı hak edecek ne yaptığını tam olarak bilemiyoruz, ama bayağı kötü bir şey olmalı.
4. Albert Camus, Central Park Hayvanat Bahçesi’ni çok severdi. Ayrıca bildiği her şeyi futbola borçlu olduğunu da söylemiştir
Bu hoş ve centilmen adamın sevdiği tek şey dans değildi. Yabancı’nın yazarı Albert Camus, Fransız varoluşçularındandır (fakat bunu ona söylemeyin çünkü böyle adlandırılmaktan nefret eder). Nobel Edebiyat Ödülü gibi birkaç küçük ödül kazanmıştır, Sartre’ın reddettiği o ödül, evet. Tüm bunlar gerçekleşmeden, Camus hırslı bir futbol oyuncusuydu. Ta ki vereme yakalanana kadar.
Kaleci olarak oynuyordu, bu mevkide oynayınca ayakkabılarının daha az zarar gördüğünü düşünüyordu. Böylece büyükannesinin sinirini çekmek zorunda kalmıyordu. Büyükannesi Camus’un ayakkabılarının altlarına bakar, eskidiğini fark ederse onu döverdi. Camus bir keresinde “Ahlak ve yükümlülükler ile ilgili bildiğim her şeyi futbola borçluyum,” demişti.
Camus, hayatı boyunca yaptığı tuhaf şeylerle bilinir. Ayakta yazardı, Cigarette isminde bir kedisi vardı, arabasını hiçbir zaman kilitlemezdi, Nobel Ödülü kazandıktan sonra girdiği depresyon yüzünden yoga yapmayı denemişti. Tüm bunlar arasında muhtemelen en ilginci, New York’a yaptığı ilk ve tek seyahatte gerçekleşmiştir. Central Park Hayvanat Bahçesi’ni öylesine sevmişti ki tam tamına yirmi kez ziyaret etmişti! Hayat anlamsız, fakat şu sevimli penguenler onu yaşamaya değer kılıyor.
5. Franz Kafka’nın garip fantezileri vardı ve karşılığında ücret ödediği cinsel ilişkileri severdi
Franz Kafka, nevrotik kişiliğini yansıtan karanlık, varoluşsal eserleri ile bilinir. Dönüşüm ve Dava adlı kitapları yazmanın yanı sıra, o zamanlar eskort siteleri yokken, kendi bulduğu seks işçileri hakkında incelemeler de yazmıştır.
Kafka, bekaretini 1903 yılında geceleri seks işçiliği yapan bir market çalışanı ile kaybetmiştir. Bu vakitten sonra, üniversite okurken sık sık genelevlere uğramıştır. Sekse para vermediği zamanlarda yaşlı kadınlarla flörtleşirdi. Fakat yaptığı haylazlıklar ile ilgili kafası epey karışmıştı. Seksten hem iğreniyor hem de hoşlanıyordu. Hoşlanıyordu çünkü, e yani ölü değildi sonuçta. Fakat cinsel eylemin kendisi yani fizikselliği onu rahatsız ediyordu.
Bedensel işlevlere katlanamıyordu, fakat reddedemeyeceği çekiciliklere de sahipti bu bedenler. Hiçbir zaman üstesinden gelemediği bir sorundu bu, tüm ilişkilerinde hüsran ve memnuniyetsizlik yaşamıştı. Yaşadığı bu karmaşa yazılarına yansıdı elbet. İncelediğinizde, neredeyse tüm eserlerinde erotik anlamda huzursuzluk veren esintileri kolaylıkla fark edebilirsiniz.
Kimilerine göre Kafka’nın hareketli geçen cinsel hayatı, Kafka’yı kendini eserlerine adamış biri olarak göstermeye çalışan kişiler tarafından gizlenmektedir. Fakat James Haws, sırf Kafka’nın cinsel hayatını değil, fantezilerini de ortaya çıkarmak için çalışmalar yapmıştır.
Yazarın kutsallaşmış karizmasını çizmemek için bazı insanlarca göz ardı edilen bir zula pornografik içerik bulundu. James Hawes, British Library’de ve The Bodleian’da bambaşka bir konu üzerine araştırmalar yaparken bu içeriklerin birkaç kopyası ile karşılaştı. Kafka uzmanı olan akademisyen Hawes, Excavating Kafka adlı kitabında, Kafka’ya ait bazı erotik içerikli materyalleri okuyucular ile paylaşıyor. Kitabında, edebiyat ikonu haline gelmiş Kafka’nın, “sözde kutsal” görünümü etrafında yeşeren yanlış mitleri doğrulamaya çalışıyor. Kafka’ya verilen bu “kutsallık”, zamanında yasaklanan bu dergilerdeki karanlık ve hayrete düşüren resimlerle hiç uyuşmuyor.
6. Nietzsche bir gün çıldırmış, bir atı kırbaçlanmaktan kurtarmış ve daha sonra kendisinin Napolyon olduğuna inanmıştı.
İtalya, Turin’de bir atın kırbaçlandığını gören Nietzsche, ruhsal bir çöküş yaşamış ve hayatının bu andan sonraki kısmını akıl hastanesinde geçirmiştir. Söylenenlere göre, Nietzsche ata doğru koşmuş ve onu korumak için elini uzatmış, daha sonra da yere düşmüş. Bela Tarr’ın The Turin Horse adlı filminin de konusu olmuştur bu olay. Alain de Botton’ın belirttiğine göre, Nietzsche bu olaydan sonra pansiyondaki odasına gitmiş, çıplak olarak dans etmiş ve Alman imparatorunu vurmayı düşünmüştür. Çöküş yaşadıktan sonra arkadaşlarına yazdığı “Delilik Mektupları” da vardır Nietzsche’nin. Çoğu, Yunan tanrısına gönderme yaparak “Dyonysos” ismiyle imzalanmıştır. Başka bir mektupta, Papa’yı hapse attığını yazmış ve “The Crucified” yani “Çarmıhtaki” olarak imzalamıştır. Bu at hadisesinden sonra ailesi Nietzsche’yi akıl hastanesine göndermiştir. Nietzsche, 11 sene sonra, 56 yaşındayken akıl hastanesinde ölmüştür.Yatalak olduğu dönemlerde kız kardeşi eserlerini gasp etmiş, ilerleyen yıllarda Nazi partisini kuracak olan Alman Milliyetçilerinin ajandasına uygun olacak şekilde değiştirmiştir. Gerçek şu ki, Nietzsche Alman Milliyetçiliğine karşı çıkmış ve açık bir şekilde Yahudi aleyhtarlığına karşı yazılar yazmıştır.
7. Simone de Beauvoir’nın eserleri lezbiyenlik propagandası yaptığı gerekçesiyle Vatikan’da hala yasaktır
De Beauvoir’ın, Sartre ve 17 yaşındaki öğrencisi Bianca Lamblin ile üçlü bir ilişkisi olduğu da söylenir. Lamblin, sonraki yıllarda A Disgraceful Affair (Utanç Verici İlişki) adlı bir kitap yazmıştır.
Bu arada Camus, de Beauvoir’nın Fransız erkeğini “komik” göstermesinden yakınmıştır.
8. Dostoyevski, bir keresinde idam edilmekten saniyelerle kurtuldu
Dostoyevski, Rusya’da demokratik reform taleplerinde bulununca hapse atılmıştı. 1849 yılının Aralık ayında, arkadaşları ile birlikte idam edilmek üzere sıraya dizilmişti. Ölecekleri söylenmişti hepsine. Vur emrinin verildiği esnada Dostoyevski arkadaşına “Bugün cennette buluşacağız,” demişti. Tam o sırada, atı üstünde gelen bir kumandan, ölüm cezası yerine hapse gönderilmelerini istedi. Dostoyevski o gün ölmüş olsaydı, Suç ve Ceza ve Karamazov Kardeşler gibi en önemli eserlerini hiçbir zaman bitiremeyecekti.
©® Düşünbil (2016)
Yazar: Zachary Siegel
Çevirmen: Burak Avcı
Kaynak: Critical Theory