İşte yeterince tekrar edilmeyen basit bir önerme: birçok insanın parasızlık yüzünden hayatta kalma mücadelesi verdiği bir dünyada milyar dolarlarınız varsa, ahlaksız bir insansınız. Bu önerme yüz milyon dolarınız, hatta milyon dolarlarınız olsa da geçerlidir. Yoksulluğun olduğu bir dünyada aşırı zengin olmayı gerekçelendirmek imkânsızdır.
Eşitsizlik hakkında pek çok kamuoyu tartışması yapılsa da, zengin olmanın nasıl utanç verici olduğuna dair az konuşuluyor. Ne de olsa bu dünyada, tıbbi tedavi masraflarını karşılayamadığı için hayatını kaybeden ya da sevdiklerinin gözleri önünde ölümünü izleyen insanlar, kirayı ödeyemediği için evsiz kalan yaşlılar, sokaklarda ya da arabalarda yatıp kalkan çocuklar, bebeklerine bez alamayan anneler var. Bu örnekler su götürmeyen gerçekler. Eğer çok para sahibi insanlar bu insanlara para verseydi bu durum iyiye gidebilirdi. Bu yüzden zengin olmak utanılacak bir şeydir ve böyle olmak ahlaki açıdan savunulamaz.
Amerika’dan bir örnek ele alalım: Amerika’daki beyaz aileler, siyah ailelerden ortalama 16 kat daha zengindir. Bu durum hiç tartışmasız yakın bir tarihe uzanan kölelik yüzündendir (bir zamanlar kölelerle tanışan ve hala hayatta olan insanlar var). Oracle yazılım şirketi kurucusu Larry Ellison 55 milyar dolarını, “tazminat” olarak değil ama ortalama beyaz bir aile ev sahibiyken, ortalama siyah bir aile evsizdir gerçeğine gönderme yapmak için sadece siyah ailelere ev sağlayacak bir fona yatırabilirdi. Larry Ellison bunu yapmak yerine Lanai Adasını satın aldı. (Tek bir insanın kendi başına 6. büyük Hawai Adasına sahip olması olağandışıdır ancak bu, konsantre zenginliğin yol açtığı bir durumdur). Çünkü sahip olduğunuz her bir dolar sizin başkasına vermediğiniz bir dolardır. Zenginliği sürdürme kararı diğerlerini yoksun bırakma kararıdır.
Bu durumun zengin insanlara dair değinilen noktalardan biraz farklı olduğunu gözden kaçırmayın. Örneğin, CEO’ların çok para aldığı ya da süper zenginlerin yeterince vergi ödemediği zaman zaman iddia edilir. Benim tezimin bu iki tartışmayla hiç alakası yok. Benim tarafımı tutup aynı zamanda CEO’ların şirketin karar verdiği kadar maaş almasını savunabilir, vergilerin yasal hırsızlığın acımasız bir türü olduğuna inanabilirsiniz. Benim tartıştığım konu insanlara yapılması gereken ödeme miktarı değil, insanların verilen bu parayı ellerinde tutmalarının ahlaki boyutudur.
Çoğu defa büyük servet birikiminin savunması bu servetin ilk edinim gerekçelerine dayanır. Liberteryen filozof Robert Nozick’in, zengin insanların servetlerini hak etmediği iddialarına meydan okumak için kullanılan iyi bilinen varsayımı işte şöyle: Milyonlarca insanın Wilt Chamberlain’in basketbol oynaşını izlemekten keyif aldığını düşünün. Bu insanlardan her birinin Wilt Chamberlain’e onu izleme ayrıcalığı için seve seve 25 sent verdiğini varsayalım. Her bir izleyicinin (isteyerek) çeyrek feda ettiği bu para vermesi süreci sonucunda Chamberlain milyon dolarlara kavuşur. Wilt Chamberlain şu anda toplumdaki herkesten katbekat zengin olsa da, kim onun servet edinimini adaletsiz bulabilir ki?
Liberteryenler, zenginlerin servetlerini hak etmediklerini iddia eden tezleri çürütmek için bu örneği kullanır. Ne de olsa, zenginlerin servete eriştikleri bu süreç tamamen karşılıklı anlaşmaya tabiidir. Basketbol oynayışını izlemek için sana çeyreklik ödeme hakkım olmamalı düşüncesini savunmak için çılgın Stalinci olmamız gerekirdi. Peki niye? Mark Zuckerberg’e bakın. Kimse Facebook’u kullanmak zorunda değil. İnsanlar onun ortaya çıkardığı ürünü sevdikleri için o zengin. Açıkça görülüyor ki, serveti kendi emeğinin ürünüdür ve kimse onu bundan mahrum bırakmamalıdır. Sağ çizgideki insanlar çoğu defa zenginliği bu açıdan savunur. Bu zenginliğe sahip olmam adaletsiz değil çünkü bunu ben kazandım.
Ancak bu savunmanın gözden kaçırdığı ayrı bir soru var: Kazanıp kazanmadığınızı dikkate almaksızın, ahlaki olarak ne ölçüde bu serveti alıkoymaya izinlisiniz? Alma ve alıkoyma sorunu birbirinden farklıdır. Buna paralel olarak: eğer elimde bir EpiPen aşısı olsaydı ve ciddi alerijk reaksiyonları olan bir çocukla karşılaşsaydım, çocuğa aşı yapmak zorunda mıyım sorusu ve bu aşıyı yasal yollarla alıp almadığım sorusu birbirinden farklıdır. Bu ayrımlar konusunda açık olmak önemlidir çünkü sistemler hakkındaki sorulara verdiğimiz yanıtlar, bireysel davranışlarla ilgili sorulara verdiğimiz yanıtlardan farklı olabilir. (“Kapitalizmden nefret etmiyorum, sadece zengin insanlardan nefret ediyorum” oldukça meşru ve tutarlı bir bakış açısıdır.)
Bu yüzden servetin savunması konusunda bir çeşit sapma olduğunu düşünüyorum. Eğer ihtiyaç zamanında çok sayıda zenginin olmasını dehşet verici buluyorsak, serveti elde tutma sorularından ziyade serveti edinme soruları üzerine düşünmeliyiz. Serveti alıkoyma sorusu bir zenginin cevaplamakta zorlanacağı bir sorudur. Meşru yollarla zengin olmanızın tartışılacak tek bir yönü vardır. Servetinizi zor durumdaki insanların kiralarını ödemek, bir grup öğrencinin kredisini karşılamak ya da binlerce insanı sıtmadan kurtarmak için kullanmak yerine evler ve heykellere harcarken kendinizi nasıl haklı görürsünüz? Basketbol oyuncusunun milyonlar kazandığı sürecin uygunsuz hiçbir yanı olmayabilir (tartışılır) ancak o milyonlara sahip olmasının kesinlikle uygunsuz bir yanı var.
Zenginlerin kendi seçimlerini nadiren savunmak zorunda kalmasının nedenlerden biri, “zengini ayıplama”nın önde gelen siyasi görüşlerin hiçbiriyle gerçekten bağdaşmamasıdır. Sağ görüşlü insanlar yığınla servet sahibi olmanın doğru olduğuna inanır. Merkezci Demokratlar, zenginlere servetleri için dil uzatamaz çünkü giderek zengin insanların partisi olmaktadırlar. Sosyalistler (ilginç bir durum) servet sahibi olma ahlakına dair soruların önemsiz olduğuna inanma eğilimindedirler çünkü onlar bireylerin kazançlarıyla ne yapmayı seçtiklerinden çok devletin serveti nasıl bölüştürdüğüyle ilgilenirler. G.A. Cohen’in “Eğer bir Egaliteryenseniz, Nasıl Bu Kadar Zengin Oldunuz?” kitabında belirttiği üzere, Marksistler genel olarak kapitalizmi ortadan kaldırmayla ilgilenirler, bu da onları kişisel tercihlerin adaletine dair soruları düşünmekten alıkoyar. Eğer eşitsizlik problemi sistemikse, zenginler gerçekten tercih yapmıyor ama kendi sınıf çıkarlarını gözetiyorsa, zenginlerin varlıklarını ellerinde tutmalarını ahlaki açıdan sorgulamak saçmadır (çünkü Marksist çerçevede ahlaklı ya da ahlaksız sermayeci fikri hiçbir anlam ifade etmez). Aslına bakarsanız, bağış adı altında serveti vermenin iyi olmadığını savunan solcu bir argüman vardır. Çünkü bunu yapmak toplumdaki güç dengesini değiştirmeden kapitalizmin görünüşte cömert algılanmasına neden olur. Oscar Wilde’in ironik bir şekilde dile getirdiği gibi “En kötü köle sahipleri kölelerine nazik davrananlardır, çünkü onlar kölelikten muzdarip olanların sistemin iç yüzünü görmesine engel olurlar”. (Nimni ve Robinson, Blueprints for a Sparkling Tomorrow (Parlak Bir Yarın için Planlar) adlı kitabında, restorandaki garsonlara kibar davranmanın sınıfsal ilişkilerin gerçek vahşetini örtpas ettiği gerekçesiyle, onlara karşı kaba olmakta ısrarcı iki solcu akademisyeni tasvir ederek konuyu gülünç bir şekilde gözler önüne sermiştir.)
Bence zenginliğin ahlaki gerekçelerini sorgulamaktan kaçınmak hatadır. Çünkü bana kalırsa kişisel kararların önemli olduğunu düşünüyorum. Örneğin, ben çok zengin biriysem yardım etmemeyi seçmediğim insanlara yardım edebilirim ve bu insanlar için bir milyarder vermek yerine zenginliğini alıkoymayı seçtiğinde bir şeyler fark eder.
Zengin olmanın ahlaki olup olmadığını tartışmaya başladığınızda, bazı mantıksal çıkmazlara sürüklenebilirsiniz. Eğer servetimi insanlara yardım etmek için kullanmakla yükümlüysem, bunu fakirleşene kadar yapmaya devam etmek zorunda mıyım? Tabii ki, bu zorunluluk ihtiyaçları olmadığı halde lüks harcamalar yapan insanları ve birikimlerini sıtma hastası çocukların tedavisi için harcamayan insanları bağlar. Ama burada dikkat çekmek istediğim asıl nokta servetiniz arttıkça ahlaki yükümlülüğünüzün de artmasıdır. Eğer yılda 50.000 dolar kazanıyorsanız ya da yıllık maaşınız 100.000 dolarsa, ne kadarını insanlara yardım etmek için harcamanız gerektiğini tartışabiliriz. Ama 250.000 ya da 1 milyon dolar kazanıyorsanız, gelirinizin büyük bir kısmını vermeniz gerektiği ortadadır. 100.000 dolarla oldukça rahat bir hayat sürdürebilir, lüks ve zevk içinde yaşayabilirsiniz. Süper zenginler, adı duyulmamış “milyonerler ve milyarderler” daha insancıl ve daha güzel şeyler yapmak için kullanılabilecek kaynakları durmadan israf ediyor. Eğer milyarderseniz, bir hastane açabilir ve hizmetleri ücretsiz kılabilirsiniz. Baltimore’dan terk edilmiş bir sürü sıra ev satın alabilir, bu evleri onarıp ihtiyaç sahibi ailelere bağışlayabilirsiniz. Hiçbir çocuğun öğle yemeği yemeden evden çıkmamasına yardım edebilirsiniz.
“En yüksek ahlaki gelir” gibi bir sınır belirleyelim. Bu sınır aşıldığında üstünü vermemek affedilemez olsun. Mesela kişi başına 50 bin ya da durun 100 bin diyelim. Her çocuk için de 50 bin dolar verelim. Bu demek oluyor ki, tek çocuklu bir aile 250.000 dolar kazanabilir. Oldukça fazla olan bu meblağ dilerseniz sizde kalabilir. Ancak fazlasını kazanan herkes üstünü vermek zorundadır. Vermeyi reddetmek diğerlerinin acı çekmesine kasıtlı olarak göz yummak demektir. Bu başlangıçta size verilen geliri “kazanmanız” ya da “hak etmeniz” göz önünde bulundurulmaksızın geçerli olan bir önermedir. (En yüksek ahlaki gelirin daha düşük olduğunu düşünüyorum ancak burada herkesin hemfikir olması için bir sınır belirleyelim. Ahlaki gerekliliklerin pratikte sürdürülebilir olduğunu düşünüyorum. 30 bin dolarlık bir sınır insanların bazı yoksunluklar yaşamasına sebep olacakken, 100 bin dolarlık bir sınır şüphesiz size tarihteki herhangi bir karakterden inanılmaz derecede daha konforlu bir yaşam sunacaktır.)
Varlıklı insanlar elbette bağış yapıyor ancak bu bağışlar parça parça, bencilce ve saçma yollarla yapılıyor. Lüzumsuz binalar inşa ettirip kendi isimlerini bu binalara vermek için kolejlere büyük bağışlarda bulunuyorlar. David Greffen zengin bir üniversite fakültesi öğrencilerine okul açmak için para verir ve nasıl oluyorsa bu yaptığından dolayı övülür. Mark Zuckerberg günlüğü 1000 dolarlık danışmanlar kiralayarak Newark okullarını tamir ettirmek için milyonlarca doları har vurup harman savurur. Brad Bitt New Orleans’daki Katrina kasırgası mağdurları için evler inşa ettirir ama olabildiğince çok sayıda basit evler yapmak yerine sivri hatlı ve ilginç mimarili evler yapmakta ısrarcıdır. Zenginlere paralarını iyi harcama konusunda güvenilmedikleri gibi, onlar parayı bağışlamayı da beceremezler. Çünkü ego tatmini söz konusudur ve yardımseverlik, bağış yapılandan çok bağış yapanla ilgilidir. Üstelik, multimilyarder iseniz, 1 milyar bağışlamanız ahlaken anlamsızdır. Eğer 3 milyarınız varsa ve 1 milyarını bağışlarsanız, hala inanılmaz derecede zenginsinizdir ve mal varlığınızı kendinize alıkoyarak birçok insana zarar verirsiniz. Bundan kaçınmak için en yüksek ahlaki gelirden fazlasını vermek zorundasınız.
Yine de asıl mesele şu: Büyük bir serveti kendinize alıkoymanın gerekçesi yoktur. Çünkü bu servetle acı çeken insanlara yardım etme potansiyeliniz vardır ancak yardım etmeyerek onların acı çekmelerine izin vermiş olursunuz. Büyük servetinizi kazanıp kazanmadığınız fark etmez; önemli olan sizin bu servete sahip olmanızdır. Vergi oranlarını artırmak, CEO maaşlarına sınır getirmek, ekonomik sistemi yeniden düzenlemek sorunlarını ve başka konuları tartışmaya başlamadan önce zengin olmanın ahlaki olmadığını hepimiz bilmeliyiz. Gördüğünüz gibi bu çok açık.
Yazar: A.Q. Smith
Çevirmen: Meltem Alkur
Kaynak: currentaffairs
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.