Düşünbil Portal

Yücel Dursun: “Felsefe de en az başka bir bilim gibi bir saygıyı hak etmektedir”

Paylaş

Doç. Dr. Yücel Dursun ile Felsefe, Lacan, Turan Dursun ve yeni çıkan kitabı hakkında konuştuk.

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nde 2010 yılından bu yana çalışmalarını yürüten Doç. Dr. Yücel Dursun ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Dursun, Klasik Alman İdealizmi, Çağdaş Fransız Felsefesi, Matematik Felsefesi ve Oyun Kavramı konularında çalışmalarını sürdürdüğü Ankara Üniversitesi’nde Zihin Felsefesi, Mitoloji ve Felsefe, Derrida ve Alman İdealizmi gibi pek çok alanda öğrencilerine ders vermeye devam ediyor.

Stephen F. Barker’in Matematik Felsefesi (Philosophy of Mathematics) adlı kitabını Türkçeye kazandıran Dursun, Felsefe ve Matematikte Analitik/Sentetik Ayrımı (1. Baskı 2004, 2. Baskı 2015) ve Oyunun Ontolojisi (2014) adlı iki kitap yazmıştı. Nisan 2016’da ise İki Kere Düşün adlı kitabı raflarda yerini almaya başladı.

Yücel Dursun, Bilgisayar Mühendisliği lisans öğreniminin ardından Felsefe bölümünde yaptığı yüksek lisans ve doktora çalışmalarıyla disiplinler arası çalışmanın önemini ve olanağını gözler önüne seren bir isim. Yücel Dursun ile çalışmaları, Çağdaş Fransız Felsefesi ve Türkiye’nin önemli düşünür ve yazarlarından, babası Turan Dursun’un Türkiye için anlamı hakkında söyleşi yaparken yeni kitabından da bahsettik.

Yücel-Dursun-2

Olcay Yılmaz: Ankara Üniversite Felsefe Bölümü’nde Çağdaş Fransız Felsefesi dersleri veriyorsunuz. Felsefeye ilginiz nasıl başladı. Türkiye’deki felsefe öğretiminin mevcut durumu hakkında neler söylemek istersiniz?

Yücel Dursun: Felsefeye olan ilgim çok erken bir yaşta lise yıllarımda başladı. O zamanlar felsefe dersi yoktu tabi. 1980’li yılların başından söz ediyorum. O zamanlar Türkçe felsefe kitapları da çok azdı. 90’lı yıllardan sonra bu alanda çevirilerin de hız kazanmasıyla Türkçe felsefe kitapları görünür bir noktaya geldi. Benim ilgim babamın kütüphanesinden kaynaklanıyordu. Babamın evimizde çok geniş bir kütüphanesi vardı ve içinde de her türden kitap yer almaktaydı. Matematiği çok seviyordum; hatta diyebilirim ki matematiğe âşıktım. İşte, matematik olan ya da onunla ilgili her şey dikkatimi çekiyordu. Kütüphanemizde Cemal Yıldırım’ın bilim felsefesi ile ilgili kitapları da vardı. Önce o kitapları okuyarak daha sonra Cemil Sena’nın “Filozoflar Ansiklopedisi”ni ve Orhan Hançerlioğlu ve de Macit Gökberk’in kitaplarını okuyarak felsefe ile tanışıklığım oldu. Tabii o dönemin ünlü Politzer’ini de unutmamak gerek. Bu kitapları okuyor ve yakın arkadaşlarıma anlatıyordum. Gerçekten çok okuyordum. O yaştaki bir çocuk için çok fazla sayılabilecek kadar okuyordum. Amacım matematikte ya da bilimde buluş yapmaktı. Her şeye buluş yapma hevesiyle yaklaşıyordum. Felsefeye de bu açıdan bakıyordum. Yani benim amacım ansiklopedik bilgiler edinmek değildi. Felsefenin yardımıyla matematiği daha iyi anlamak, hayatı çözmek, konusu olduğu şeylerde buluş yapabilmekti. Ben bunu [ansiklopedik bilgi edinmeyi] Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana entelektüel geleneğimizle ters buluyorum. Çünkü Cumhuriyet ve belki de Tanzimattan beri entelektüellerimiz, özellikle seküler kanat (ki seküler olmayan kanat da kendi ideolojik evreninde benzer bir yol izler), Batı’dan Batı’nın da Fransız aydınlanmacılarından etkilenirken (örn. Ansiklopediciler, Diderot vs..) genel olarak ansiklopedik bilgi edinmeyi amaç edinmişlerdir. Dikkat edin bakın bizde aydın, münevver insan ansiklopedik bilgisiyle her konuda laf edebilmesiyle ölçülür. Ben bu yolu izlemedim. Tam tersine buluş benim için daha önemliydi. Felsefeye belki de bilim ve matematikle başlamamdan dolayı böyleydi. Ama bu bana çok şey kazandırdı diyebilirim.

Türkiye’deki felsefe eğitimine gelince… Elbette ki 80’li yıllar ve daha öncesine oranla daha iyi bir durumdayız. Özellikle Evren Paşa’nın o muhteşem kavrayışı (!) ile liselerden zorunlu felsefe dersinin kaldırıldığı yıllara oranla şimdi seçmeli de olsa felsefe dersleri var. Ayrıca üniversite düzeyinde çok sayıda felsefe bölümü açıldı ki bu da bence felsefeye ilişki oyun sahasının ilgili oyuncularla dolmasında büyük önem taşımaktadır. Şu an felsefede henüz rüştümüzü ispatlamamış olabiliriz; ama en azından felsefi oyunların yer aldığı oyun sahasına doğru -özellikle 90’ların başından sonra- akın akın bir gidiş var. Bu da bence güzel bir gelişme. Bununla birlikte, bence felsefe eğitimi hem liselerde hem de üniversitelerde çok daha yaygınlaştırılmalıdır. İnsanımız düşünce ile ve sorgulama ile tanışmalıdır. Hangi alanda ve ilgisi ne olursa olsun. Felsefenin hayata ters bir konumda yer aldığına bakmayın. Bu onun hakikate ilişkin seyretme modunda olmasından kaynaklanır. Aslında felsefe hayatın her alanındadır ve her şeyle ilgilidir.

O.Y.: Lacan’ın kuramının felsefe ile derin bağlantıları olduğunu biliyoruz. Peki, sizce Lacan’ı bir filozof olarak görebilir miyiz?

Y.D.: Bu soruyu Lacan’a sorsaydınız herhalde yanıtı olumsuz olacaktı. Lacan kendini anti-filozof olarak konumlandırırdı. Çünkü o yaptığının daha çok anti-felsefe olduğuna inanıyordu. Bu konuda Badiou’nun “Çağdaş Fransız Felsefesinin Macerası”nda Lacan’a ilişkin önemli saptamaları vardır. Tabii ki Lacan çalışmaları ile felsefeyi çok ilgilendirmiştir. Onun yaptığı “analiz” (kendisinin yaptığı şeye verdiği ad) son kertede felsefi öğeleri içeren ya da felsefi öğelerle bağlantılı bir şeydir. Kısacası aslında felsefedir. Seminerlerde Hegel olsun, Platon olsun, Frege olsun vs. birçok filozofun görüşünü inceler, eleştirir. Felsefi akıl yürütmeleri vardır. Bununla birlikte temelde felsefeyi eleştirir de. Ayrıca, Lacan aslında matematik bilmesi ile de çok övünen biri. Birçok filozofta olduğu gibi matematik bir tutku halindedir onda.

O.Y.: Lacan psikanalizinin felsefede geldiği noktayı nasıl betimlersiniz? Chomsky’nin dediği gibi Lacan bir şarlatan mı?

Y.D.: Lacancı analiz bence Çağdaş Fransız felsefesinde özellikle Badiou üzerinden günümüz felsefesini çok etkilemiştir diyebilirim. Bu ontoloji alanında olmuştur büyük oranda. Kılı kırk yaran analizleri sayesinde Fransız felsefesi zenginleşmiştir. Derinlikli saptamalarda bulunmuştur; ama az anlaşılmıştır. Örneğin Chomsky gibi… Chomsky’nin sonra onun büyüklüğünü kabul ettiği söylenir; ama onun dışında Alan Sokal gibi ne idiğü belirsiz bir tip ona ve özellikle Fransız Felsefesinin son dönemine anlamadığını da itiraf ederek saldırmıştır. Alan Sokal’ın bu saldırıda kullandığı argüman son derece naif idi: ‘Ben fizikçiyim, matematik biliyorum; ama bunların kullandığı matematikten bir şey anlamıyorum’ şeklindeydi argümanı. Bu tıpkı deniz kenarında yaşayan bir köylünün deniz kenarında yaşadığı için Oşinografi’yi bildiğini iddia etmesine benziyor. Şunu söylemek istiyorum: Felsefe de en az başka bir bilim gibi bir saygıyı hak etmektedir. Nasıl matematiği anlayamadığından onu anlayamayan kişiler bunlar saçmadır demiyorsa, dememeleri gerekse, felsefe içinde aynı anlayış olmalıdır…

O.Y.: Lacan’la ilgili (uygulamalı felsefe olarak) bir proje hazırlığında olduğunuzu duyduk. Bu konuda ne söylemek istersiniz? Bize projenizden bahsetmek ister misiniz?

Y.D.: Bu bir Avrupa Projesi olacak. Ona hazırlanıyorum. Bütünüyle tesadüf eseri olarak bu proje aklıma geldi. Aslında ben özellikle Çağdaş Fransız felsefesi çalışırken -Lacan, Badiou, Derrida, Deleuze vs.- ve ontoloji üzerine yoğunlaşmışken, bir gün Bilgi Üniversitesi’nden bir akademisyen Bilişim alanında da ontoloji denen bir kavramın olduğunu ve projesinde yer alıp alamayacağımı sordu. Ben gerçi sonra onun projesinde yer almadım, ama konuyu öğrenmek amacıyla bayağı bir kaynak okudum ve sonra gene bir tesadüf olarak çalışmalarımı bu Bilişim alanında yer alan ontoloji adlı kavramla ilişkilendirebileceğimi gördüm. Şimdi onun üzerine çalışıyorum. Çok soyut bir konuyu -Lacan ve Badiou felsefelerinin bir ileri sonucunu- çok somut bir şeyle -bilgisayar dünyası ile- ilişkilendirmeye çalışıyorum. Umarım başarırım…

O.Y.: Biraz da babanız hakkında konuşalım. Bir yazar olarak Turan Dursun’u nasıl değerlendiriyorsunuz?

Y.D.: Turan Dursun çok iyi bir yazardı tabii. Bunu Kulleteyn’i okuyan herkes çok çabuk görebilir. Ama asıl hüneri bilim adamı olmasında gizliydi. Çok iyi bir sosyal bilimci idi. Yalnız İslam dinine ilişkin değil karşılaştırmalı din bilgisi de vardı. Benim tanıdığım Turan Dursun -ki onunla entelektüel tartışmalara girdiğimde lisedeydim ve bu üniversite yıllarına kadar sürdü- araştırma ve akıl yürütmeye çok önem verirdi. Onu bu konuda değerlendirmek bana düşmez, haddim değil; ama bence kuvvetli bir zihni vardı. Ama onun hakkında söyleyebileceğim en doğru şey: Sağduyu sahibi idi. Bu bakımdan da “olması gereken”e ilişkin sezgileri kuvvetliydi diyebilirim. Hayata çarpık, -kimi inançlar gibi- iğreti duran ile, hayat ile barışık, uyumlu olanı çok uzaktan ayırt edebiliyordu.

O.Y.: Baba-oğul ilişkinizden kısaca söz edebilir misiniz?

Y.D.: Benim babamdı ve benim kahramanımdı. Daha ne olsun… Bütün ailesi gibi benim de başım sıkıştığında dayandığım temeldi. Ama en önemlisi, entelektüel tartışmalar yapabildiğim zeki ve çok okumuş biri idi.

O.Y.: Yakın zamanda yeni bir kitabınız çıktı. Neden “İki Kere Düşün”?

Y.D.: “İki kere düşün” sözü Mao Zedong’a ait. Badiou iki hakkında bir yazısında Mao’nun bu sözüne yer verir: Mao iki’yi anlatabilmek için “her konuda iki defa düşünülmesi gerektiğini” belirtmiş. Yani bir şey hakkında bir kendisi bir de onun olumsuzu olarak… Benim çok hoşuma gider bu düşünce ve iki’yi anlatması bakımından çok anlamlı bulurum bu sözü. İki, Platon’un Parmenides diyalogunda belirttiği gibi, çokluğu çok yapan ilkedir bir bakıma. Dolayısıyla “oluş”un ilkesidir. Bir’den sonra gelen… Eski Yunanlılar buna “dyad” derlerdi. Ve bence başlangıcı ve sonrasını düşündüğümüzde Bir’le “birlikte” olandır. Onunla hem aynı hem de farklı olandır. Bu bir laf oyunu ya da şarlatanca bir söz değildir. “İki kere düşün”de ispatını vermeye çalıştım. Biz iki’nin dünyasındayız bunun ontolojik, epistemolojik, etik ve politik yansımaları muazzamdır. Özellikle Bir ile ilişkisinde bu yansımaları anlatmaya yönelik bir kitap hazırlığı içindeyim ve “iki kere düşün” adlı kitabım bu kitaba hazırlık niteliğindedir. Ona bir tür “giriş”tir.

O.Y.: Düşünbil’in Lacan, felsefe ve diğer alandaki çalışmalarını genel anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?

Y.D.: Bence Düşünbil gibi felsefeye özel teşebbüsten katkılar olmalıdır. Türkiye’de bunu ilk olarak başlatanlardan olmanız çok güzel. Ve izlediğim kadarıyla her geçen gün bu teşebbüsünüz gelişmekte. Şu an Fransız felsefesini ağırlıkla işliyorsunuz; ama bence Alman ve Eski Yunan felsefelerine daha fazla ağırlık vermelisiniz. Lacan’ı bu ülkede dolaşıma sokma gayretiniz gibi örneğin bir Hegel ve Platon ya da Kant’a yönelik de olmalı bu. Ama her şey için içten teşekkürler…

O.Y.: Biz de size bu keyifli söyleşi için teşekkür ederiz Yücel hocam…

Söyleşinin tamamı Düşünbil Dergisi’nin Mayıs – Haziran (Sayı 53) sayısında…


Paylaş
Exit mobile version