Bruce Fink’in Lacan’da Aşk kitabında aşkın neden bu denli sinir bozucu bir şey olduğu ele alınıyor.
Önceki paylaşımımda Lacan’ın 8. Seminer-Aktarım’da özellikle üzerinde durduğu “Aşk size sahip olmadığınız şeyi verir” fikri üzerine olan bazı düşüncelerimi paylaşmıştım. Bruce Fink hem Freud hem Lacan’ın aşk üzerine olan düşüncelerini ele aldığı Lacan’da Aşk eserinde psikanaliz ve aşk üzerine bazı fikirler ileri sürüyor.
Fink, aşk üzerine Freudyen ve Lacanyen bakış açısını sunmaya tüm yanılsamaları ortadan kaldırarak başlıyor: “Benim açımdan Freud’un ya da Lacan’ın çalışmalarında bulanabilecek tekil bir aşk teorisi yoktur: Sadece teorik gelişimlerinin farklı noktalarında aşkla uğraşmak adına birden fazla girişimleri vardır.” (sayfa 11) Aşk hakkında konuşurken aslında ne hakkında konuştuğumuz halihazırda dil ve kültür tarafından şartlandırılmıştır. Fink kitaptaki en geniş bölümü aşkın doğası ve aşkın aldığı farklı biçimler olan bağlılık, arkadaşlık, çekicilik, arzu ve romantik aşk üzerine yazarları ve düşünürleri sorgulamaya adıyor. Kitabı Lacan’ın üç düzlemi etrafında yapılandırıyor: simgesel (dil ve yapı), imgesel (duyusal, özellikle görsel) ve gerçek (beden ve onun tatmini). En ilgi çekici bulduğum tartışma ise simgesel alem ve romantik anlatıların klişeleşmiş kinayesi, aşk üçgeni ile ilgili.
Bir kadını ancak halihazırda başka bir erkekle ilişki içinde olduğu takdirde sevebilecek erkekler vardır. Kadın kendini ilişki içinde olduğu erkekten kurtarırsa kadına duyulan arzu genellikle azalır. Bu durumlarda Fink, erkeğin kadına değil de “yapısal durumun kendisine” aşık olduğunu farz eder (sayfa 9, vurgular yazara ait). Bu tür bir ilişkide asıl odak kadın değil, öteki erkektir çünkü erkek giderse ilgi genellikle dağılır. Benzer şekilde partnerlerinin başka bir kadınla ilgilendiğine dair en ufak ipucuna dahi dikkat kesilen kadınlar da vardır, bu ‘ilgi’ yalnızca iş arkadaşına edilen bir iltifat ya da sokaktan geçen bir kadına atılan kısa bir bakış olsa bile. Kadının korkusu onun yapamayacağı şekilde partnerini tatmin edebilecek gerçek ya da hayali olan başka bir kadının var olmasıdır. Bu konumdaki kadınlar, bahsi geçen kadın dergi kapağında bir figür ya da çekici bir ünlü olsa bile ona benzemek için büyük bir çaba sarf edeceklerdir. Muhtemelen hepimiz bu gibi insanları tanıyoruz: Belki onlarla çıktık ya da bu konumda bulunan bizlerdik. Ama niye?
Fink, Freud’un temel kavramlarından birine kadar bu gibi üçgenlerin izini sürer: Ödipal Dinamik. Küçük çocuğun annesinin sevgisi için babasıyla rekabetinde, öteki erkeğin onun sahip olmadığı neye sahip olduğunu merak eder ve ona benzemek için çabalar. Kız, babanın sahip olup onun sahip olmadığı şeyi anlamaya çalışır ve daha sonrasında babanın dikkatini kazanmak için anneye benzemek için uğraşır.
Çalışmalarımda Oidipus kompleksinden nadiren faydalandığımı itiraf etmeliyim. Bana öyle geliyor ki Sofokles’in çalışmasına insanların birbiriyle olan çeşitli ilişki biçimlerini kapsayan benzersiz bir metafor olarak ayrıcalık tanınması için çok az neden var. Fink de beni tam olarak ikna edebilmiş değil fakat hatırlanmaya değer önemli bir noktaya değindiğini düşünüyorum. Etkileşim içinde olan ve (umarım) birbirlerini seven ebeveynlerimizi gözlemleme biçimlerimiz kendi romantik ilişkilerimizi kurmamızda çok derin bir rol oynar. Genellikle bu etkinin belirli bir tipe olan ilgimizi şekillendirdiğini düşünsek de (örneğin, “Babam soğuk biriydi. Bu yüzden mesafeli erkeklerle çıkma eğilimindeyim.”) Fink bir adım geri gidiyor ve bu dinamiklerin arzumuzu nasıl şekillendirdiğini gösteriyor. Bu ayrım önemsiz görünebilir ancak romantik hayatlarından memnun olmayan kişilerin tedavisinde önemli bir rol oynadığına inanıyorum. Bu sadece bir kişinin kendine daha uygun partnerler bulmasına yardım etme mesele değil aynı zamanda neden bu derece tatmin edici olmayan ilişkileri arzuladığını da ele almaktır.
Freud’un ve Lacan’ın çalışmasındaki gibi, Fink de cinsiyeti özselleştirmeye eğilimlidir. Erkekler bir şekilde davranırken kadınların başka bir şekilde davranmaları üzerine konuşurken Fink’in izinden gitsem de gerçek dünyada işler genellikle o derece net değildir. Yakın zamana kadar kişi, cinsiyet rollerinin çoğunlukla geleneksel ve oldukça iyi tanımlanmış şekillerde yapılandırılmış kadın ve erkek olduğu argümanını oluşturabilirdi fakat çoğunluk durumun artık böyle olmadığı konusunda hemfikir olabilir (eğer gerçekten öyleyse… ama bu başka bir makalenin konusudur). Trans topluluğunun artan görünürlüğü her erkeğin penisi olmadığının ve penisi olan herkesin bu şekilde doğmadığının (ve böylece en başından erkekliğe sosyalleştiğini) önemli bir hatırlatmasıdır ve bu nedenle cinsiyet ve kimlik oluşumu hakkında konuşma şeklimizi yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.
Klinisyenler ve Lacan’a ilgi duyan herkes, Fink’e ve onun Lacan’ın genellikle karmaşık formülasyonlarını anlaşılması kolay terimlere dönüştürme becerisine müteşekkir olmalı. Lacan’da Aşk, Lacan’ın psikanalizde önemli bir figür olarak İngilizce konuşulan dünyada hak ettiği yeri almasına yardımcı olmak için devam eden projesine hoş bir katkı olarak yerini alıyor.
©® Düşünbil (2021)
Yazar: Jonathan Foiles
Çeviren: Şeyda Arslan
Çeviri Editörü: Cemre Yılmaz
Kaynak: PsychologyToday