“Bizim” kökenimiz: biz insanların nereden geldiğine dair bugüne dek bildiklerimiz
Biz insanların nereden geldiği sorusu çok sayıda kişinin sorduğu bir soru ve cevabı, sürekli bir şekilde ortaya çıkan yeni bulgularla gittikçe karmaşıklaşıyor.
İnsanlık, yazılı tarihin büyük bir kısmı boyunca, mecazi olarak ve kimi zaman kelimenin tam anlamıyla idolleştirildi. Elbette modern insanlar tıpkı diğer hayvanlar gibi etten ve kemiktendi.
Fakat o kadar özel kabul edildiler ki 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar rahatlıkla hüküm süren Linnaeus sınıflandırmasında ayrı bir aile, Hominid, olarak kabul edildiler.
Bu yaklaşım insanları Afrika’nın üç büyük kuyruksuz maymunu – alelade şempanze, bonobo ve goril – için kullanılan ayrı bir aile olan Pongidae’den ve Güneydoğu Asya’nın orangutanlarından ayırdı.
Artık farkına varıyoruz ki modern insanlar Afrika’nın büyük kuyruksuz maymunlarından sadece biri.
Peki, köklü bir şekilde değişime uğrayan bu anlayış ne zaman ve nasıl ortaya çıktı?
İlk incelemeler
19. yüzyılda, hayatta olan herhangi iki hayvan arasındaki ilişkinin yakınlığını belirlemek için kullanılabilir olan yegane bulgu, kemiklerine, dişlerine, kaslarına ve organlarına çıplak gözle bakarak söz konusu hayvanların ne kadar benzer olduğuydu.
Modern insanlar ve kuyruksuz maymunlar arasındaki bu farklılıkların sistematik bir şekilde karşılaştırmalı incelemesini yürüten ilk kişi İngiliz biyolog Thomas Henry Huxley’di.
Huxley, 1863 yılında yayımladığı İnsanın Doğadaki Yerine İlişkin Kanıtlar adlı küçük bir kitabın orta bölümünde, modern insanlar ve Afrikalı kuyruksuz maymunlar arasındaki farklılıkların, Afrikalı kuyruksuz maymunlar ve orangutanlar arasındaki farklılıklardan daha az olduğu sonucuna vardı.
Bu, İngiliz doğa bilimci Charles Darwin’in 1871 yılında İnsanın Türeyişi adlı eserinde atıfta bulunduğu bulguydu.
Darwin, Afrikalı kuyruksuz maymunlar biçimbilim yönünden modern insanlara Asya’nın kuyruksuz maymunlarına olduğundan daha yakın olduğu için, modern insanların atalarının Afrika’da bulunma ihtimalinin diğer her yerden daha olası olduğu tahminini yürüttü.
Daha yakından bir inceleme
20. yüzyılın ilk yarısındaki biyokimya ve immünoloji alanındaki gelişmeler, modern insanlar ve kuyruksuz maymunlar arasındaki ilişkilere dair bulgu arayışının yönünün çıplak gözle görülebilen biçimbilimden moleküllerin biçimbilimine doğru kaymasını sağladı.
Yeni nesil analitik yöntemlerin proteinlere uygulanmasının sonuçları Avusturya doğumlu Fransız biyolog Emile Zuckerkandl ve Amerikalı biyolog Morris Goodman tarafından 1960’lı yılların başlarında raporlandı.
Zuckerkandl hemoglobinin protein bileşenini peptit bileşenlerine ayırmak için enzimleri kullandı. Modern insanlar, goril ve şempanzeden alınan peptitlerin örüntülerinin ayırt edilemez olduğunu gösterdi.
Goodman bir serum proteini olan albümini incelemek için farklı bir yöntem olan immünodifüzyon yöntemini kullandı. Modern insanların ve şempanzelerin albüminleri tarafından üretilen örüntülerin aynı olduğunu gösterdi. Söz konusu albümin moleküllerinin hangi açıdan bakılırsa bakılsın aynı olmasının bunun nedeni olduğu sonucuna vardı.
Kuyruksuz maymunlar ve insanlar: akraba
Proteinler amino asitler zincirinden oluşur ve birçok durumda bir amino asit, proteinin işlevini değiştirmeksizin, başka bir amino asidin yerine geçebilir.
1960’lı yılların sonlarında, Amerikalı antropolog Vince Sarich ve Yeni Zelandalı biyolog Allan Wilson proteinin yapısındaki bu küçük farklılıklardan faydalandı ve modern insanlar ve Afrikalı kuyruksuz maymunların çok yakın akraba olduğu sonucuna vardı.
Ayrıca modern insan-Afrikalı kuyruksuz maymun ayrışmasının tahmini ilk moleküler saatini – ayrışmanın sadece beş milyon yıl önce olduğunu – öngördüler. Bu zamanlama fosil bulgulara dayanan çağdaş hesaplamaların yarısından daha azdı.
1975 yılında Amerikalı insan genetiği bilimcisi Mary-Claire King ve Allan Wilson şempanze ve modern insana ait kan proteinlerinin amino asit dizilerinin %99 oranında aynı olduğunu gösterdi.
DNA’nın gelişi
DNA’nın temel yapısının James Watson ve Francis Crick tarafından, Rosalind Franklin’in kasıtsız yardımıyla, keşfedilmesi ve arkasından genetik kodun doğasının Crick ve diğerleri tarafından keşfi organizmalar arasındaki ilişkilerin genom düzeyinde takibini mümkün kıldı.
Günümüzde teknolojik ilerlemeler genomların tamamının dizilebilmesinin mümkün olduğu anlamına geliyor. Son on yılda araştırmacılar, şempanze, orangutan, goril ve bonoboların çekirdek genomlarının hatırı sayılır miktarda taslak dizisini yayımladı.
Daha çok sayıda ve daha iyi veriler istikrarlı bir şekilde toplanmaya devam ediyor ve 2013 yılında, 79 büyük kuyruksuz maymunun genomlarını temel alan bir kuyruksuz maymun DNA incelemesi yayımlandı.
Bu yeni kuyruksuz maymun genom dizileri, modern insanlar ve şempanzelerin her birinin gorile olduğundan daha yakın olduğunu ortaya koyan daha önceki nükleer ve mitokondriyal DNA analizlerinin sonuçlarını destekliyor.
Modern insanlar ve büyük kuyruksuz maymunlar arasındaki DNA farklılıklarının kuyruksuz maymunlar ve eski dünya maymunları ayrışmasının en iyi paleontolojik bulgular kullanılarak çapı ölçüldüğünde, bu farklılıklar modern insanlar, şempanzeler ve bonoboların varsayımsal ortak atasının yaklaşık 8 milyon yıl önce yaşadığını öngörüyor.
Homininilerin yükselişi
Günümüzde çoğu araştırmacı modern insanları homininiler olarak kabul ediyor.
Yine de, “nereden geliyoruz” sorusu bilimsel bir açıdan disiplin dışı bir kişi için üstesinden gelmesi zor bir soru olabilir. Bu durumun kısmen nedeni, insan evriminin fosil kayıtlarının, her yeni keşfin yazarının sıklıkla ders kitaplarının yeniden yazılması gerektiğini iddia etmesiyle, hızlı bir şekilde büyüyor gibi görünmesi.
Paleoantropolojinin disiplinlerarası doğası da atalarımızı anlamamıza yardımcı olan yeni bulguların her zaman yeni fosiller biçiminde edinilmediği anlamına geliyor.
Bu bulgular, arkeoloji, karşılaştırmalı anatomi, yer bilimleri, evrimsel biyoloji, genom bilimi ve primatolojinin de aralarında yer aldığı bir disiplinler yelpazesindeki ilerlemelerden ediniliyor.
Başka bir çetrefilli unsur, insan fosil kayıtlarının sadece doğrudan atalarımızın fosil bulgularından oluşmaması.
Fosillerin birçoğu Yaşam Ağacının yüzeyine çıkamayan soylara ait. Bu fosiller soyu tükenmiş yakın akrabalara ait ve yakın akrabaları atalardan ayırma işini ancak yeni kavramaya başladık.
Bugünün Homo sapiens’ine giden bir soy bulunuyor fakat aynı zamanda anlaşılması eşit derecede önemli olan bir sürü yan deney de bulunuyor. Bunlar insan evriminin en ilginç bölümlerinden bazılarını temsil ediyor.
Homo cinsinin kökenleri
Cinsimiz Homo’nun kökenlerini anlamak, hangi fosilleri ilk erken dönem insanlar olarak kabul edeceğimizi belirlemek anlamına geliyor.
Dört milyon yıldan bir süre öncesinde Australopithecus cinsine ait ilk bulguları görüyoruz. Bu fosiller büyük ihtimalle Homo cinsinin atası olan bir canlı türünün örneğini teşkil ediyor.
Yaklaşık 2,5 milyon yıl öncesinde, birçok kişinin soyumuza ait olduğunu ileri sürdüğü Afrika’daki türlerin ilk fosil bulgularını görüyoruz. Bunlardan biri olan Homo habilis çok büyük bir ihtimalle taştan aletler yaptı, Australopithecus’tan biraz daha büyük bir beyne sahipti, dik duruyordu ve düzenli olarak iki ayak üstünde yürüyordu.
Bazıları ikinci bir tür olarak hakkında çok daha azını bildiğimiz Homo rudolfensis’i kabul ediyor. Bu olası insan ataları, atalarımız olmadığı kuvvetle muhtemel olan yakın akrabalarla yan yana yaşadı. Paranthropus veya robus australopitler olarak adlandırılan bu türlerin küçük beyinleri, geniş çene kemikleri, geniş ve yassı yüzleri ve iri çiğneme dişleri vardı.
En az bir milyon yıl boyunca hayatta kaldılar, dolayısıyla yedikleri her ne idiyse (bu hala bir gizemdir) fosil kayıtlarda ortalama bir memeli kadar hayatta kalma bakımından başarılı oldular.
Fakat bazı araştırmacılar Homo habilis ve Homo rudolfensis’in kendilerinden önceki australopitlerden Homo cinsine dahil edilmelerini haklı gösterecek kadar farklı olmadıklarını düşünüyor.
Bedenlerinin büyüklüğü ile şeklinin ve dişleri ile çenelerinin australopitlerden çok az farklılaştığını iddia ediyorlar. Bu durum, Homo erectusun Homo türüne dahil edildiğinin doğrulanması gibi, hareket kabiliyetlerinin ve beslenme düzenlerinin modern öncesi Homo türleri doğrultusunda yeterince değişmediği anlamına gelir.
Alet yapmak yeterli değil
Ayrıca, australopitlerin Homo habilis’ten daha önce alet yapmış olabileceğinin ortaya çıkması, alet yapımının artık sadece Homo cinsine ait bir ayrıcalık olarak kabul edilemeyeceği anlamına geliyor.
Homo habilis’in Homo cinsine dahil edilmesini sağlayan 50 yıldan uzun süre önce gevşetilmiş olan kriterlerin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğine dair bir fikir birliği oluşuyor.
Afrika’da nispeten daha geç ortaya çıkan Homo ergaster gibi türler Homo cinsinden ne anladığımıza daha açık bir şekilde uyuyor. Bu tür büyük bir ihtimalle Afrika’dan yaklaşık 2 milyon yıl önce ayrıldı ve en sonunda nihayet Homo erectus’a evrimleştiği Çin ve Endonezya’ya varacak kadar doğuya göç etti.
İlk Homo ergaster göçünden sonra Afrika dışına, birçok paleoantropoloğun Neandertallerin (Homo neanderthalensis) ve modern insanların (Homo sapiens) atası olarak kabul ettiği Homo heidelbergensis’in de aralarında yer aldığı, birtakım başka göçler de muhtemelen meydana geldi.
Bildiğimiz kadarıyla Neandertaller, muhtemelen Avrupa’daki buz çağına karşılık olarak, Afrika dışında evrimleşti. Modern insanlara doğru evrimleşme sürecinde olan atalarımız, Fas’taki Jebel Irhoud arkeolojik alanının yakın zamanda yeniden tarihlendirilmesiyle ortaya çıktığına göre, muhtemelen henüz 300 bin yıl öncesine kadar Afrika’da kaldı.
O halde ‘bizim’ kökenlerimiz
Kendi türümüz Homo sapiens’in kökenleri söz konusu olduğunda, antik DNA (aDNA) elde etmek için artık yeni nesil dizileme yöntemlerini kullanabiliyor olmamızın ek avantajına sahibiz.
Genetikçiler nesli tükenmiş farklı hominini türlerinden antik genomlar elde ettikçe sadece fosillerin anatomisini karşılaştırmakla edinilmesi mümkün olmayan bilgileri de ortaya çıkarıyor.
Günümüzde, Homo sapiens’in 120 bin yıl önce Çin’de ve 67 bin yıl önce Güneydoğu Asya’da yaşamış olabileceğini gösteren diş fosili bulguları bulunuyor. Bir Neandertalin fosilinden alınan DNA’nın içerisinde modern insana özgü DNA’nın keşfedilmesi 100 bin yıl önce Orta Asya’da Neandertaller ve modern insanlar arasında az miktarda ırk karışımı olduğunu gösteriyor.
Modern insanlar birkaç on bin yıldır başka bir hominini türüyle gezegeni paylaşmadı. Fakat öncesinde, yaklaşık son 300 bin yıla ait, aralarında yakın zamanda raporlanan arkaik hominini Homo naledi’nin de yer aldığı birçok hominini türünün fosil ve DNA bulgusu yer alıyor.
Bunların başında, yaşam alanı Yakın Doğu’da modern insanlarla örtüşen Homo neanderthalensis yer alıyordu. Neandertallerin nesli büyük olasılıkla teknolojik açıdan daha gelişmiş olan Homo sapiens ile doğrudan rekabetin sonucunda tükendi.
DNA bulguları kendi türümüz ile Neandertaller ve esrarengiz bir hominini olan Denisovalar da dahil diğer modern dönem öncesi insanlar arasında ırk karışımı olduğunu gösteriyor.
Homo erectus’un neslinin nasıl ve ne zaman tükendiğini henüz bilmiyoruz. Hominini evriminde başka bir beklenmedik yan deney olan ve adı Flores adasından gelen Homo floresiensis’in nesli büyük ihtimalle yaklaşık 60 bin yıl önce tükenmiş gibi görünüyor.
Hatta bu hominini, önde gelen çok sayıda paleoantropoloğun bu Hobbit türün ergaster öncesi Afrika dışına göçü temsil ettiğini iddia etmesiyle, sadece ilginç bir yan deneyden çok daha fazlasını temsil ediyor olabilir.
Sırada ne var?
Bugüne kadar binlerce hominini fosili bulunmuş ve tanımlanmış olsa da hala daha yapacak çok iş var.
Homo ergaster’den önce Afrika dışına başarılı bir şekilde göç etmiş bir hominini var mıydı? İnsan evriminin büyük bir kısmı Afrika’da mı gerçekleşti? Afrika dışında bazı önemli geçişler meydana geldi mi?
Homo erectus’un nesli ne zaman tükendi ve erectus, sapiens ve belki diğer hominini türleri arasında genetik alışveriş oldu mu?
Bilimde çoğu zaman olduğu gibi, ek verilerin elde edilmesiyle, bu durumda fosiller ve fosillerden elde edilen DNA, yanıtlardan çok sorular üretiyoruz.
Fakat sonuçta tüm bu bulgular yalnızca kendi evrimimizin değil nesli tükenmiş fosil kuzenlerimizin evriminin değerinin de daha çok yönlü bir şekilde takdir edilmesi ile sonuçlanacak.
Yazan: Bernard Wood ve Michael Westaway
Çeviren: Ece Milli
Kaynak: theconversation
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.