Hayatın kısa ömürlü güzelliğini, gidiş-gelişini kutlamayı öğrenirsek sona erişiyle de barışabiliriz.
Bu röportaj, aralarında bir ateistin de olduğu birçok inanç sahibi din âlimiyle ölümün anlamı üzerine yapılan bir dizi röportajın ilkidir. Bu ay sohbet ettiğimiz kişi; 1977’de Dharamsala, Hindistan’da Budist Diyalektik Enstitüsü’nde Budist çalışmalarına başlayan ve 1992 yılında Güney Hindistan’da Drepung Loseling Keşiş Üniversitesi’nden saygın Geshe Lharampa derecesini alan Tibetli Budist keşiş Geshe Dadul Namgyal. Ayrıca Chandigarh, Hindistan’daki Panjab Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı üzerine yüksek lisans yapmıştır. Kendisi şu anda Emory Üniversitesi, Düşünceli Bilim ve Şefkat Esaslı Etik Merkezi’nde. Bu röportaj e-posta üzerinden yapıldı. –George Yancy
George Yancy: Doğu düşüncesinin, özellikle de Budizm’in kafamı kurcalamaya ilk başladığı zamanlar yirmili yaşlarımdaydım. Beni büyüleyen şey Siddhartha Gautama’nın (1) Buda’ya dönüşümü, özellikle de rekabet içindeki arzu ve korkularla yüzleştiğindeki sakinlik hissi olmuştu. Birçoklarına göre, ölüm de bu korkulardan biri. Budist bakış açısıyla, biz insanların ölümden neden korktuğunu söyleyebilir misiniz?
Dadul Namgyal: Ölümden korkuyoruz çünkü hayatı seviyoruz ama biraz fazla seviyoruz ve genellikle de onun sadece tercih edilen yanına bakıyoruz. Yani, hayali bir hayata bağlanıp onun sahip olduğu renkleri daha parlak görüyoruz. Özellikle de hayatı; ölümün dâhil olmadığı tamamlanmamış hali, devredilemez öbür yüzüyle görmekte ısrar ediyoruz. Ölümün bir gün geleceğini düşünmüyor değiliz ancak o günün bugün, yarın, önümüzdeki ay, önümüzdeki yıl vesaire olmayacağını düşünüyoruz. Hayatın bu önyargılı, seçici ve tamamlanmamış imgesi bizde en azından öngörülebilir gelecekte ölümle bir bağlantımız olmadığına dair gitgide daha güçlü bir dilek, umut ve hatta inanç oluşturuyor. Gel gör ki gerçeklik bu inançla çelişiyor. Dolayısıyla, bu içsel kırgınlıklarımıza yenildiğimiz sürece; ölüm korkusuna sahip olmamız, bunun hakkında düşünmek istemememiz ya da onu hayatı paramparça edecek bir şey olarak görmemiz bizim için doğal bir şey.
Ölümden bir de varlığın, ailenin, arkadaşların, gücün ve diğer dünyevi zevklerin rahatlığına bağlı olduğumuz için korkuyoruz. Ölümü, bizi bağlandığımız şeylerden ayıracak bir şey olarak görüyoruz. Ayrıca, ölümden korkmamızın bir nedeni de onun ardında ne olduğuna dair sahip olduğumuz belirsizliktir. Kontrolün elimizde değil de durumun insafında olduğu hissiyatı bizde korkuya neden oluyor. Ölüm korkusunun ölüm bilgisi ya da farkındalığıyla aynı şey olmadığını akılda tutmakta fayda var.
Yancy: Birçoğumuzun hayatı kabullendiğini ancak tabiri caizse ölümün de dağıtılan varoluşsal kartlardan biri olduğunu göremediğini ya da bunu reddettiğini söylüyorsunuz. Görünen o ki, korkumuzun temelinde hayat ile ölüm arasındaki bağı kabullenmekteki eksikliğimiz yatıyor.
Namgyal: Evet, öyle. Hayatın ölümle ve ölümün de hayatla iç içe olduğu gerçeğini olduğu gibi görmeyi ve kabullenmeyi beceremiyoruz. Ayrıca, kendimize karşı takıntımız, kibirli tutumumuz ve belirgin bir öz kimlikte ısrarımız bizi devredilemez bir parçası olduğumuz bütünden ayırıyor.
Yancy: Ölüm korkumuzu benmerkezci oluşumuzla birleştirme şeklinizi gerçekten çok seviyorum. Ölümle başa çıkmanın bir parçası da bana kalırsa, ölüme huzurlu bir zihinle yaklaşmak ve kendimize vurduğumuz zinciri kırmak gibi görünüyor.
Namgyal: Ölümün kaçınılmazlığı üzerine uzun uzun kafa patlatabilir, onu hayatın hediyelerinin bir parçası olarak görmeyi öğrenebiliriz. Hayatı geçici güzelliği, gidişgelişi, bir görünüp bir kaybolmasıyla kutlamayı öğrenebilirsek onunla uzlaşıp barışabiliriz de. O zaman; dağlar, yıldızlar ve hatta sürekli bir değişim ve yenilenmeyle oluşaduran evrenin kendisi de dâhil olmak üzere, her şeyle ve her şey gibi ölümün de bir yenilenme ve yeniden doğma sürecinde var olduğu gerçeğini takdir edeceğiz. Bu, bulunduğumuz anı en mantıklı ve özverili şekilde kullanmayı sağlarken huzurlu olma ve daimi değişim gerçeğini kabul etme imkânının da önemine işaret ediyor.
Yancy: Çok güzel bir tanım oldu. Huzurlu bir zihne nasıl ulaşabileceğimiz hakkında bir kaç şey daha söyleyebilir misiniz?
Namgyal: İlk olarak zihinsel istikrarınızı neyin altüst ettiğini, bu rahatsızlık unsurlarını yöneten ve körükleyen şeylerin ne olduğunu iyice tanımaya çalışın. Ardından, onlara yön vermek için yapılabilecek bir şey olup olmadığını düşünün. Eğer buna cevabınız hayır ise bunu olduğu gibi kabul etmeye devam etmek dışında ne gibi seçenekleriniz var? Endişelenmenin faydası yok. Öte yandan eğer cevabınız evet ise o yöntemleri arayıp uygulayabilirsiniz. Tekrar söylüyorum; endişeye mahal yok.
Açıktır ki bazı yollarla zihni sakin ve sessiz bir hale getirmek işe yarayacaktır. Her şeyden önce; bu istikrar veya sakinliği temel alarak, birbirine bağlı ve birbirini eşit derecede etkileyen şeylerin yöntemlerinin, hem olumsuz hem de olumlu hislerin iç yüzünü anlayıp onları hayatınıza dâhil edin. İçimizde bulunan acı verici duygular, çarpıtılmış bakış açıları gibi yıkıcı unsurların farkına varmalı ve onları derinlemesine anlamalıyız. Ne zaman ortaya çıkıyorlar? Onları ne gibi tedbirler etkisizleştirir? Ayrıca içimizde bulunan yapıcı unsurları veya içimizdeki potansiyelleri anlamalı ve onları kullanıp geliştirmenin yollarını bulmaya çalışmalıyız.
Yancy: Ölümü olduğu gibi göremediğimiz zaman neyi kaçırdığımızı düşünüyorsunuz?
Namgyal: Ölümü olduğu gibi, hayatın ayrılmaz bir parçası olarak görmeyi başaramayınca ve hayatlarımızı da buna göre yaşamayınca düşünce ve eylemlerimiz gerçeklikten kopuk ve gereksiz uyuşmazlıkları beraberinde getiren çelişkili unsurlarla doluyor. Bu harikulade hediyeyi mahvedebilir veya sonunda bize hiçbir anlam ifade etmeyecek olan öngörüsüz hedeflere ve önemsiz amaçlara razı gelebiliriz. Eninde sonunda, aslında en başından beri hiç yaşamadığımız hayatın nasıl bir şey olduğuna ve onunla nasıl başa çıkılacağına dair bir ipucu yakalayamadan ölümle tanışırız.
Yancy: “Hayat hediyesi” dediğiniz şeyi merak ediyorum. Hayat ne açıdan bir hediye? Ölüm ve hayat arasında bulunduğunu söylediğiniz bağlantıyı düşünecek olursak, ölüm de bir çeşit hediye olabilir mi?
Namgyal: Hayattan bir hediye olarak bahsetmemin nedeni neredeyse hepimizin bu konuda tereddüt etmeden hemfikir olmasıydı. Hoş, her birimizin hediyeden tam olarak ne anladığı değişkenlik gösterebilir. Onu bir çapa gibi, hayatı ve hayatın devredilemez parçası olan ölümü bir bütün halinde kabul etmeye başladığımızı gösteren bir an gibi kullanmak istemiştim.
Ölümün doğal olarak meydana gelmesi de bu hediyenin bir parçası ve onun hayatla bir araya gelmesi varoluşu bütün, eksiksiz ve anlamlı hale getiriyor. Aslına bakılırsa, hayata değer ve amaç katan şey, an meselesi olan sonumuzdur. Ölüm aynı zamanda yenilenmeyi, yeniden doğmayı, devamlılığı temsil eder ve onu doğru ışık altında görmek bize anlayışın, hoşgörünün, umudun, sorumluluğun ve cömertliğin dönüşebilir niteliklerini aşılar. Sutralardan (2) birinde Buda, ölüm üzerine yapılan meditasyonu yüce bir meditasyon olarak methetmiştir.
Yancy: Ölümden korkmamızın bir nedeninin de onun ardında ne olduğuna dair sahip olduğumuz belirsizlik olduğunu söylemiştiniz. Sizin de bildiğiniz üzere, Platon’un “Sokrates’in Savunması” kitabında Sokrates, ölümün ya “rüyasız bir uyku” ya da ruhun başka bir yere göçünü içeren bir çeşit nimet olduğunu ileri sürüyor. Tibetli bir Budist olarak, ölümden sonra bir şey olduğuna inanıyor musunuz?
Namgyal: Budist geleneğinde, özellikle de Vajrayana (3) seviyesinde kıvrak zekânın ve kıvrak enerjinin bir sonraki hayatta ve ondan sonrakinde ve bu şekilde sonsuza dek devam ettiğine inanıyoruz. Bu kıvrak zekâ ve enerji ebedidir; hiçbir yaratılış ya da yıkım tanımaz. Sıradan varlıklar olan bizler için bu yeni hayata geçiş seçimle değil geçmişteki erdemli ve erdemsiz eylemlerimizin etkisine bağlı olarak gerçekleşir. Bu da pek çok yaşam formunda doğma ihtimalini içerir.
Yancy: Çocukken anneme muhtemel öbür dünya ile ilgili durmadan soru sorardım. Öbür dünyadan korktuklarını söylediklerinde çocuklarımıza ne cevap verebiliriz?
Namgyal: Onlara, öbür dünyanın kendilerinin devamı olacağını ve bu hayatta yaptıkları iyi ya da kötü her şeyin orada meyve vereceği bir yer olduğunu söyleyebiliriz. Bu sayede, bu hayatta olumlu düşünmeye çalışıp başkalarıyla iyi ilişki kurarak onlara karşı merhamet ve anlayış beslerlerse, bu nitelik ve potansiyellerini bir sonrakine de taşıyacaklarını anlatabiliriz. Bunlar, ölüm dâhil her durumu doğal karşılamalarına yardımcı olacaktır. Öbür dünyaya dair duyulan korkuyu irdelemenin kesin yolu, şu anki hayatı merhametle ve bilgece yaşamaktır ki bu da bize mevcut hayatımızda mutlu olup ondan anlam üretmemizde yardımcı olacaktır.
Dipnotlar:
(1) Siddharta, ailesinin Buda’ya doğduğunda verdiği isimdir. “Amacına ulaşmış” demektir. Gautama ise, Buda’nın mensup olduğu ailenin ismidir. (ç.n.)
(2) Sanskritçe vecize anlamına gelen ve Budizm’de Gautama Buddha’nın öğretilerinden oluşan, doğrudan Buda’nın sözlerini aktardığı varsayılan metinlere verilen isimdir. (ç.n.)
(3) Budizm’in tantrik veya ezoterik pratiklerini açıklayan bir terimdir. Vajrayana, Mahayana Budizminin bir uzantısıdır; felsefesinden çok benimsediği uygulamalarla ayrılır. (ç.n.)
©® Düşünbil (2021)
Yazar: George Yancy
Çeviren: Feyza Nur Okut
Çeviri Editörü: Onur Demir
Kaynak: nytimes.com