Birçok filozof, Immanuel Kant’ın çalışmalarına, sunduğu katkılara ve etik üzerine olan düşüncelerine eğilir fakat pek azı hayatını onu baz alarak şekillendirir.
1791 yılında Kant, onun felsefesinin izinden giden biri olan Avusturyalı Maria von Herbert’ten bir mektup alır. Maria, yakın zamanda yaşadığı bir kalp kırıklığıyla başa çıkabilmek için tavsiye istemek adına ona yazar; bu öyle bir kalp kırıklığıdır ki Maria hayatına son vermeyi bile düşünür, ta ki bunun Kant’ın çalışmasına aykırı olacağını fark edene kadar.
Ulu Kant,
İnançlı bir insanın Tanrı’ya yakarması gibi sizden yardım, teselli ya da beni ölüme hazırlayacak bir tavsiye istiyorum. Yazdıklarınız gelecek yaşama dair bir kanıt, ama bu hayatta hiç, hiçbir şey kaybettiğim iyiliğin yerini doldurmuyor çünkü benim gözümde değerli olan her şeyin timsali olan birini sevdim, sadece onun için yaşadım, ona kıyasla her şey boş, değersiz geliyordu bana. Bu kişiyi, ona sonradan açıklama yapsam da yalanlara boğdum ki bunda karakterime ters bir şey yoktu, hayatımda saklamamı gerektiren hiçbir kötülük de. Yalan yeterince kötüydü ama, sevgisi kaybolmuştu. Onurlu bir erkek olarak arkadaşlığımı reddetmedi, fakat bizi biririmize çeken o davetsiz duygularımız artık yok – oh kalbim paramparça! Eğer çalışmalarınızı okumamış olsaydım, hayatıma kesinlikle son verirdim. Fakat teorilerinizden çıkardığım sonuç beni durdurdu – ölmem yanlış çünkü hayatım işkence gibi, varlığım için yaşamam gerek. Şimdi kendinizi benim yerime koyun, ne lanetleyin ne de rahatlatın beni. Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi ile kesin buyruğu okudum ve en küçük bir yardımları dokunmadı. Mantığım ona ihtiyacım olduğu zamanda beni terk etti. Bana cevap verin, yalvarırım – yoksa kendi buyruğunuz doğrultusunda ilerlemiyor olacaksınız.
Kant rasyonel yaşamın içsel değerini betimler ve intiharı, etik karar verme paradigmasına karşı mantıksal bir çelişki olarak kınar.
Kant çok ilginç bir yanıt verir:
Yürekten yazılmış mektubun erdem ve dürüstlük adına yaratılmış bir kalpten geliyor çünkü bu değerdeki sözler ancak belli bir anlayışa sahip birinden dökülebilir. Benden rica ettiğin gibi kendimi senin yerine koymam ve sana saf, ahlaki bir ilaç tavsiye etmem gerekir. İlişkin bir evlilikle mi yoksa arkadaşlıkla mı alakalı bilmiyorum ama çok da fark etmez. Sevgi, ister eş ister arkadaşlıkla dile gelmiş olsun, bir diğerinin karakteri için aynı ortak değeri gerektirir, bu olmadan dayanıksız bir hale gelir, duygusal bir hezeyana dönüşür.
Böyle bir sevgi tamamen iletişimi arzular ve güvensiz bir suskunlukla zayıflatılmamış halde muhatap olduğu kişiden benzer bir paylaşım bekler. Bu ideal bir arkadaşlığın beklentisidir. Fakat içimizde böyle bir dürüstlüğe sınır koyan, kalplerin ortak bir şekilde paylaşım yapmasına engel olan, en yakın ilişkilerde bile düşüncelerimizi aklımıza kilitleyen bir şey. var. Eskiler bu gizli güvensizlikten hep şikâyet ederler – ‘Değerli arkadaşlarım, arkadaş diye bir şey yoktur!’
İnsanlardan dürüstlük bekleyemeyiz çünkü herkes, birine kendini tamamen açtığında karşısındaki tarafından hor görülmekten korkar. Fakat bu dürüstlük yoksunluğu, bu ağzı sıkılık yalancılıktan çok farklıdır. Dürüst ama ağzı sıkı birinin söylediği tamamen olmasa da doğrudur. Yalancı biri ise söylediğinin yanlış olduğunu bilir. Böyle bir iddia, erdem teorisinde yalandır. Zararsız olabilir ama masum değildir. Kişinin kendi saygısına ihlaldir; kendi kişiliğimizdeki insanlık haysiyetine zarar verir ve düşünce kökenimize saldırır. Gördüğün gibi karşısındakini pohpohlamayan bir doktordan yardım istiyorsun. Sevdiğinin adına konuşuyor ve sana karşı sevgisini göstermekte bocalayışını meşrulaştıran argümanlarla gösteriyorum onu sana.
Şuan kendine, bu yalanı itiraf etmek akılsızca olduğu için mi sitem ediyorsun yoksa yalana has olan ahlaksızlıktan dolayı mı? Bunu kendine bir sor. Eğer ilkiyse, kendine karşı vazifeni yerine getiremediğin için pişman ol. Neden? Çünkü bunun sonucunda arkadaşının sana olan güvenini kaybettin. Bu pişmanlığı ahlaki bir şey tetiklemiyor, çünkü bu, hareketin kendisinden değil sonuçlarının farkındalığından kaynaklanır. Eğer serzenişin, davranışının ahlaki yargısına dayanıyorsa, o zaman bunu zihninden çıkarıp atman bir zavallı ahlaklı doktorun sana tavsiyesidir.
Yaklaşımındaki değişim sevdiğin kişiye gösterilmişse, sadece zaman, yavaş yavaş onun haklı öfkesinin izlerini söndürür ve soğukluğunu daha sıkı bir sevgiye dönüştürür. Eğer öyle olmazsa, en baştaki sevgisinin sıcaklığı ahlaki bir şeyden çok fizikseldir ve zaten yok olur – yaşamda sıklıkla karşılaştığımız bir talihsizliktir bu, soğukkanlılıkla karşılanmalıdır. Hayatın değeri insanlardan edindiğimiz hazdan oluştuğu için aslında oldukça abartılmıştır.
İşte, sevgili arkadaşım, öğüdümün örfi kısımları: açıklama, ceza ve rahatlama. Kendini ilk ikisine ada; etkilerini göstermeye başlayınca rahatlama kendiliğinden gelecektir.
Kant’ın son bir ilacı vardır: zaman. Sadece zaman, kızın kalbindeki duygusal acıyı iyileştirebilir ve aşklarının alevlenmesini sağlayabilir. Eğer zaman çare olmazsa aşk, “ahlaki” olmaktan ziyade “fiziki”dir.
Von Herbert cevap verir (Aşağıda mektubun kısaltılmış hali bulunmaktadır):
Artık daha net görebiliyorum. İçimdeki engin boşluğun daha da genişlediğini, beni çepeçevre sardığını hissediyorum, öyle ki kendimi neredeyse bu dünya için fazla, gereksiz görüyorum. Hiçbir şey ilgimi çekmiyor. Hayatımı çekilmez hale getiren bir sıkılganlık bana işkence ediyor […] Bu düşünceleri bıraksam da kesin buyrukla ve üstün bilincimle ilgili olmayan her şeye karşı ilgisizim.
[…] Daha genç olduğumu düşünebilirsiniz ama geçen günlerde beni ilgilendiren tek şey, ölüme daha da yaklaşıyor olmak. Bu soruyu inceleserseniz, bana çok büyük bir katkınız olacak. Size soruyorum çünkü benim ahlak algım şu anda sessiz oysa ki her tür konuda oldukça istikrarlı bir şekilde konuşuyor. Eğer aradığım cevabı veremezseniz dahi, bana ruhumdaki dayanılmaz boşluğu doldurabilecek bir şey sunmanız için size yalvarıyorum.
Kant, bu mektuba hiç cevap vermez.
1803’te Maria von Herbert intihar eder.
© Düşünbil® (2016)
Yazar: Vinayak Kumar
Çevirmen: Özge Mete
Kaynak: Critical Theory