Darwin’in de dahil olduğu eğlenceli bir anekdot ile yaratıcı insanlarda bulunan merak etme özelliğinin gücünü özetleyebiliriz.. 1828 yılında Darwin, Cambridge Üniversitesine başladığında, çok hırslı bir böcek koleksiyoncusu haline geldi. Bir keresinde, ölü bir ağacın kabuğunu soyduğunda, iki adet toprak böceği buldu ve her iki eliyle birer tane yakaladı. Tam bu esnada, nadir rastlanan, haç görünümlü bir toprak böceğinin varlığını fark etti. Hiçbirini kaybetmek istemediği için böceklerden birini, türüne daha az rastlanır böceği yakalamak amacıyla ve elini boşa çıkarabilmek için, ağzına attı. Bu macera tabii ki hiç iyi bir şekilde sonuçlanmadı. Darwin’in ağzındaki böcek, rahatsız edici bir kimyasal sıvı salgıladı ve Darwin böceği tükürmek zorunda kaldı. Sonuç olarak, bu süreçte her üç böceği de kaybetmiş oldu. Bu hayal kırıklığı yaratan sonuca rağmen, hikaye bize merak duygusunun dayanılmaz çekiciliğini göstermiş oldu. Ama merak aynı zamanda stresli ve hoş olmayan bir tecrübe de olabiliyor. Bu iki hal de beyinde eş zamanlı olarak mevcut mudur?
Beyin, yeniliğe, şaşkınlığa veya sadece sıkıntıyı önlemek için ortaya çıkan basit bir arzuya karşı benzer tepkiler mi veriyor?
1990’ların başından itibaren nörologlar, araştırmalarına yardımcı olması amacıyla, yeni bir aracı kullanmaya başladılar. Bu araç, kelimenin tam anlamıyla, beynin içerisinde merak duygusunun yarattığı etkiyi görselleştirmeyi sağlıyordu. Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görselleştirme (FMRI) prosedürü,belirli zihinsel aktiviteler sırasında, beynin hangi bölgelerinin aktif olduğunu araştırmacıların görmelerine yardımcı oluyordu. Bu teknik çoğunlukla, beynin belirli bir kısmı yoğun biçimde kullanıldığında, zihinsel aktivite için gerekli olan enerjinin yani bu bölgeye doğru olan kan akışının artışıyla sonuçlandığı bilgisine dayanıyordu. Bu sayede çalışan bir beynin, kan oksijen seviyesine bağlı bir sistem (BOLD- Blood-Oxygen-Level-Dependant Contrast) kullanılarak, kan akışındaki değişimlerin görüntüleri alınıyor ve beynin haritası çıkarılabiliyordu. Oksijenli kan ile oksijenden arındırılmış kan arasındaki farklı manyetik özellikler ve bu durumun yarattığı farklılıklar görselleştirilebiliyordu. Süplemanter zihinsel araştırma ile birleştirildiğinde FMRI, merak üzerine yapılan çalışmalara yeni boyutlar kazandırıyordu. Merak üzerine yapılan birkaç nörobilimsel deneyin sonuçları, nöropsikolojik açıdan destekleyici birçok unsuru anlamamızı sağlayarak bizleri hem etkilemiş hem de bazı açılardan çığır açan yenilikleri görmemizi sağlamıştır.
2009 yılında yapılan yaratıcı bir araştırmada, Caltech araştırmacıları Min Jeong Kang, Colin Camerer ve meslektaşları, FMRI’yı, merak tarafından aktif hale gelen sinirsel yolları belirleme amacıyla kullandılar.
Bu bilim insanları, FMRI’yı kullanarak, 19 kişinin beynini, bu kişiler 40 adet soruya yanıt vermeye çalışırlarken taradılar. Sorular, çok farklı konular hakkında olup, özellikle yüksek ve alçak seviyede bilgilenme merakını ortaya çıkaracak bir karışım yaratmak amacıyla düzenlenmişlerdi. Bu test, belirli bir bilgiye ulaşma isteğini tetikleme amacı güdülerek yaratılmıştı.
Sorulardan biri şuydu: “İnsanın şarkı söyleme eylemine en yakın sesi çıkarması için yaratılan enstrüman nedir?” Bir diğeri ise: “Dünya’nın da bir parçası olduğu galaksinin ismi nedir?” idi. Katılımcılardan sırasıyla bir soruyu okumaları ve cevabı tahmin etmeleri (cevabı bilmiyor olsalar bile) istendi. Doğru cevabı bulmak için ne kadar meraklı oldukları ölçüldü ve tahminlerini ne kadar özgüvenle yaptıkları bulunmaya çalışıldı. İkinci safhada, her denek soruları tekrar gördü ve hemen ardındansa deneklere cevaplar gösterildi. (Eğer merak ediyorsanız, ilk örnek sorunun cevabı keman, ikinci sorunun cevabı ise Samanyolu.) Belgelenen bu merak duygusunun, kararsızlığın ters çevrilmiş U şekline benzer bir fonksiyonu olduğu görülmüş.
Bir insanın merakını doyurmak iyi yemek, iyi şarap veya iyi seks kadar tatmin edici bir duygu yaratabilir.
FMRI görüntüleri; kişinin kendi beyan ettiği yüksek merak duygusunun, sol kaudat ve çift yönlü preferal korteks (PFC) dahil olmak üzere, beynin etkili biçimde aktif olan bölümlerinde, ödüllendirilme duygusu ile oluşan bir etkileşim ile kayda değer bir enerji artışı yaşattığını gösteriyor. Bu beklenti, uzun süredir görmek istediğiniz bir tiyatro oyununda, perdeler açılmadan önce yaşayacağınız duyguya çok benzer bir tarzdadır. Bu sol kaudatın aynı zamanda, yardım severce yapılan bir bağış esnasında veya adaletsiz bir davranışın cezalandırıldığı görüldüğünde de yaşanan duygularla aktif hale geçtiği görülmüştür. Bu her iki durum da ödüllendirilme duygusu olarak gösterilmiştir. Kang ve meslektaşlarının elde ettikleri sonuçların, epistemik merak fikri ile bağdaştığı görülmüştür. Bilgiye olan açlık ve ödüllendirilme beklentisi ile oluşan duygu gösteriyor ki, bilgi kazanma ve bilgilenme durumları, zihnimizde değerli etkileşimler olarak yer ediniyor. Şaşırtıcı bir durum ise, beynin yapısında, beynin ödül merkezi (Nucleus Accumbens) olarak bilinen, ödüllendirilme ve tatmin olma devrelerinde merkezi bir rol oynadığı düşünülen (ve ödüllendirilme beklentisi sırasında en aktif olan bölüm olan) bu bölümün, Kang ve meslektaşlarının deneyleri sırasında aktif hale gelmediği görülmüştür. Araştırmacılar, aynı zamanda, deneklere doğru cevaplar gösterildiğinde, beynin belirli bir enerji yükselişi gösteren bölgelerinin öğrenme, hafıza, dil kavrama ve üretim (alt frontal girus gibi) ile alakalı bölgeler olduğunu keşfettiler. Bu sonuç ile, beyindeki aktivasyonların, deneklerin daha önce yanlış tahmin ettikleri soruların cevaplarını öğrendiklerinde daha çok; doğru bildiklerini gördüklerinde daha az olduğunun farkına vardılar.
Deneklerin, başta yanlış tahmin ettikleri soruların doğru cevaplarını gördüklerinde, daha güçlü bir hafıza becerisi geliştirdikleri görüldü.
Yapılan davranışsal bir çalışmada, ilk seansta görülen yüksek merak duygusunun, 10 gün sonrasında bile şaşırtıcı cevapları tekrar hatırlama becerisi ile devam ettiği görülmüştür. Bu sonuç beklenen bir durum da olabilir; eğer düzeltilen bir hata sayesinde alınan bilginin değerinin daha yüksek olduğu ve böyle bir durumda öğrenme potansiyelinin çok daha etkili olduğu düşünülürse… (Yani gerçekten meraklı olduğunuz konular hakkında konuşulursa.) Başka bir şaşırtıcı unsur ise ödüllendirilme duygusu ile aktif hale geçtiği bilinen bölgelerin, doğru cevaplar sunulduğunda aktif hale gelmemeleri.
Hatırlamamız gerekir ki, tüm nörolojik görselleştirme çalışmalarını etkilemiş olan kesinleşmemiş bir durum mevcut. FMRI, belirli epistemik merak unsurları ile etkileşime geçirildiğinde, beyinde dolaşan enerjinin yardımıyla, beynin aktif hale geçen bölümlerinin haritası çıkarılabilir (ve bahsettiğimiz gibi, bu bölgeler, ödüllendirilme beklentisi ile bağdaştırılan bölgelerdir.) Bu bölgeler (sol kaudat ve PFC gibi), aynı zamanda birçok farklı beyin fonksiyonu sayesinde de aktif hale getirilebilir. Sonuç olarak merak ve ödül beklentisi arasında kurulan bağ, bilişsel psikolojinin desteği olmadan son derece zayıf ve belirsiz olurdu.
Kang ve meslektaşları, elde ettikleri verileri daha da sağlamlaştırabilmek için sonuçlarını destekleyici testler yapmaya başladılar. Gerçek ödüllendirilme beklentisi ve basit bir arttırılmış dikkat fonksiyonu arasındaki ayrımı belirlemek istediler. (Önceki deneylerinde sol kaudatın aktif hale geldiği görülmüştü.) Yeni deney ise iki bölümden oluşuyordu. Birinci bölümde araştırmacılar, deneklere, sorulan 50 sorunun doğru cevaplarını bulabilmek için istedikleri zaman, verilen 25 fişten birini kullanabileceklerini söylediler. (Orijinal 40 soruya, 10 soru daha sonradan eklendi.) Verilen fişler sadece soruların yarısına eşit olduğundan amaç, deneklerin belirli bir soruyu öğrenebilmek için bu fişleri harcarken, başka sorulardan vazgeçmeleri yüzünden oluşacak tepkimeleri görebilmekti. İkinci bölümde ise, deneklere, 5-25 saniye kadar beklediklerinde doğru cevabın gösterileceği veya beklemekten vazgeçip diğer soruya geçebilecekleri söylendi ve bu durumun sonucunda bir önceki sorunun doğru cevabını kaçıracakları belirtildi. Her iki eylem de (fiş kullanmak veya beklemek), belli bir harcamanın sonucunda oluşacak durumlardı. Kaynakları veya zamanı harcayarak sonuçlara ulaşabileceklerdi. Bu deneylerin sonuçları gösterdi ki, fişleri veya zamanı harcamak, gösterilen merak duygusuyla bağlantılı şekilde ilerliyor. Bu çıkarım merak duygusunun anlaşılması yolunda şu düşünceyi güçlendirdi: İnsanlar beklenti içinde olduklarında genellikle zaman veya para harcamaya yanaşmıyorlar veya hareketlerinin sonucunda ödüllendirilmeyi bekliyorlar.
Genelleme yapacak olursak, hala var olan belirsizliklere rağmen Kang ve meslektaşlarının öncü çalışmaları şunu gösteriyor; belirli bir epistemik merak duygusu, ödüllendirme olarak görülen bir bilgilenme beklentisinin sonucuna bağlanıyor. Araştırmanın diğer bulguları ise bizlere, hafızanın başta yanlış oluşmasına rağmen kişinin meraklı olması sonucu güçlendiğini ve merak duygusunun, öğrenme potansiyelini geliştirdiğini gösterdi. Bu bulgu, geliştirilebilir öğretim metodları için önemli ipuçları verirken, aynı zamanda bilgi alışverişinde daha efektif olmamızı sağlayabilir.
Kang ve meslektaşlarının çalışmaları her ne kadar çığır açıcı olsa da, birçok soruyu yanıtsız bıraktığı da bir gerçek. Bu çalışma, sadece tek çeşit merak halini kapsıyordu. Belirli bir epistemik hali ve alışılmış sorular gibi bilgiye dayalı katalizör görevi gören etmenler tarafından tepkimeye geçmesi beklenen bir durum gibi. Beyin, yeniliğe, şaşkınlığa veya sadece sıkıntıyı önlemek için ortaya çıkan basit bir arzuya karşı benzer tepkiler mi veriyor? Gerçek cevap, etkileşimin formuna mı bağlı?
Örnek olarak, bir görüntüyü incelediğimizde beyinde oluşan işlemler, bir yazıyı okuduğumuzda oluşanlardan farklılık gösteriyor mu? 2012 yılında yapılan bir çalışma bu ve benzeri ilgi çekici sorulara cevap aramayı denemiştir.
İnsanların beyinlerini, meraklı halde oldukları sırada taramak, kesinlikle ilginç bir deney olmuştur. Ama birilerinden nasıl meraklı olmaları istenebilir? Katılımcılara, meraklılık durumlarını değerlendirmelerini ve numaralandırmalarını (diyelim ki 1-5 arası) sormanız bile belirli bir miktarda subjektif anlam karmaşası yaratır. Hollanda’nın Leiden Üniversitesinden Bilişsel Bilim dalında çalışmalar yapan Marieke Jepma ve ekibi, deneklerde merak hissiyatını arttırmayı başaran ve Kang ve meslektaşlarının metodlarından farklı bir yol izledikleri bir deney yaptılar. Özellikle Jepma, dikkatini, görsel merak üzerine yoğunlaştırmıştı. Bu mekanizmada özgün, şaşırtıcı veya sıradan objeler ya da farklı yaratımlar kullanarak, etkileşim yaratmaya çalışmıştı. Ana fikir ise merak duygusunun doğru noktalarını, çift anlamlı etkileşimler ve yoruma açık durumlar kullanarak, aktif hale getirmeyi denemekti. Araştırmacılar bu yüzden FMRI yardımıyla 19 katılımcının beyinlerini tarayarak, sıradan nesnelerin (otobüs veya akordeon gibi) bulanık ve bu sebeple tespit edilmesi zor olan resimlerini göstererek, sonuçları görmeye çalıştılar. Etkileşimi yaratabilmek ve görsel merak durumunu ortaya çıkarabilmek için Jepma ve meslektaşları, buldukları 4 farklı bulanık ve düzgün durumdaki resmin kombinasyonlarını (resimleri ve kombinasyonlarını aşağıda görebilirsiniz) kullanmışlardı. Bulanık bir resim ve hemen ardından aynı resmin düzgün hali; bulanık bir resim ve ardından tamamen bağımsız bir düzgün resim; düzgün bir resim ve ardından aynı resmin bulanık hali; ve son olarak düzgün bir resim ve ardından aynı resmin birebir temiz, düzgün hali. Bu sayede, deneklerin, hiçbir zaman neler olabileceğini tahmin edemeden veya objelerin varlıkları ile ilgili nasıl bir merak duygusuna kapıldıkları ortaya çıkmadan, deney gerçekleştirilebilecekti.
Jepma’nın çalışmasının, görsel merakın sinirsel karşılıklarının ilk defa gösterilmeye çalışıldığı deneylerden biri olduğu söylenebilir. Sonuçlar son derece ilgi çekiciydi ve hayal kırıklığı yaratmamıştı. İlk olarak Jepma ve meslektaşları, görsel merakın, beynin rahatsız edici durumlara karşı hassas olan bölgelerini aktif hale getirdiğini keşfettiler (her ne kadar sadece bu durumla alakalı olmasa da). Bu durumun, Bilgi-Boşluğu Teorisi (Information-Gap Theory) sayesinde oluşan beklentiler ile doğru orantılı olduğu görülmüştü. Görsel merakın, susuzluğa yakın olacak bir şekilde, istek ve yoksunluk gibi negatif duyguları yarattığı ortaya çıkarılmıştı.
İkinci olarak, araştırmacılar, görsel merakın giderilmesi durumunun, bilinen ödüllendirilme duyularını harekete geçirdiğini görmüşlerdi. Bu bulgular ile görsel merak tarafından oluşan gerilim durumunun sonlandırılmasının, gerekli bilginin sağlanması veya gerilimin azaltılması düşüncesinin, beyin tarafından, ödüllendirilme olarak algılandığını keşfetmişlerdi. En basit haliyle söylenecek olursa, görsel olarak meraklı olmanın, karmaşıklık, yetersizlik veya açlık duygusuyla neredeyse aynı hissiyatı verdiği görülmüştür. Bir insanın merakını doyurmak iyi yemek, iyi şarap veya iyi seks kadar tatmin edici bir duygu yaratabilir.
Jepma ve ekibi üçüncü bir bulguya daha ulaşmışlardır. Görsel merakın giderilmesi veya azaltılması, durumsal hafızayı (herhangi bir çaba sarf edilmeden oluşan hatıralar) geliştirmeye yaradığını görülmüştü. Bu durumun hemen ardından, hipokampüsün aktif hale geldiği görülmüştü. Beynin bu bölümünün öğrenme yetisiyle alakalı olduğu önceden bilinmekteydi. Bu buluş, merak duygusunu arttırmanın hem keşfetmeyi motive edebilmek için kullanılması gereken hem de öğrenme yetisini güçlendirecek destekleyici bir strateji olduğunu da göstermiştir.
Jepma’nın sonuçları ile, Kang ve meslektaşlarının çalışmalarının sonuçlarının benzerliklerinden çok, farklılıkları oldukça ilgi çekici olarak görüldü. Jepma’nın buluşları genellikle (kanıt olmasa da) merak duygusunun, hoşnutsuzluk durumu yarattığını göstermiş, Kang’ın bulguları ise (yine kanıt olmasa da) merak duygusunun, başlıca hoşnutluk hali yaratan bir kondisyon olduğunu göstermiştir. İlk bakışta zıt olan bu görüşleri nasıl kabul edebiliriz?
İlk olarak, önceden de belirttiğim gibi, Jepma’nın çalışmaları, görsel merak üzerine gelişen durumları araştırmayı deniyordu. Sıradan, farklı veya ikilemde bırakacak etkileşimler sonucu oluşan merak durumunu araştırıyordu. Daha ayrıntılı anlatmak gerekirse, bulanık resimler ile harekete geçen merak mekanizması, belirli bir görsel algılama özelliği olarak belirtilebilir. Bunun sebebi, katılımcıların belirli bulanık resimlerdeki görsellerin ne olduklarını merak etmelerinden kaynaklanıyor. Diğer bir yönden bakılacak olursa, sıradan sorular ile etkileşime geçirilen merak duygusu (Kang ve meslektaşlarının çalışmalarının birincil sonucu olarak ortaya çıkarılan durum) belirli epistemik merak yani belirli bir bilgiye ulaşmak için yaşanan entelektüel arzunun varlığıydı. Her iki çalışma gösteriyor ki, farklı durumlar ve mekanizmalar kendilerini, beynin farklı bölgelerinde, belirli psikolojik durumlar şeklinde gösterebiliyorlar.
Eğer doğrulanırsa, bu yorumlama bizim, Jordan Litman’ın ikili veya çift senaryo önerisine destek vermemizi sağlayabilir. Litman, I-Curiosity olarak tanımladığı kavramı önermiştir. Bu, merak ile harekete geçen bir hoşnutluk hali duygusudur. D-Curiosity ise belirli bir bilgiye ulaşamamanın verdiği yoksunluk duygusudur. Nörobilimsel sonuçlar ile birleştirilince Litman’ın ifade ettiği bu durum, algısal merak duygusunun, D Tipi merak olarak sınıflandırılmasının gerekliliğini gösteriyor. Bu çıkarımlar aynı zamanda, bilişsel alanda çalışmalar yapan bilim insanları Jacqueline Gottlieb, Celeste Kidd ve Pierre-Yves Oudeyer’in ortaya attığı hipotez ile de uyumluluk gösteriyorlar. “Tek bir optimizasyon sürecini kullanmak yerine… merak, bir mekanizmalar birleşiminden oluşmalıdır. Bu mekanizmalar, sıradan/şaşırtıcı ve uzun zaman dilimleri boyunca ölçülen öğrenme etkileşimlerinin, basit buluşsal yöntemlerini de dahil etmelidirler.” Bu durum her zaman, merak duygusunun farklı çeşitlerinin, beynin farklı bölgelerinde etkileşimler sağladığı anlamına gelmiyor. Farklı merak duygularının beynin genel merkezi kısımlarında (beklenti hissiyatı ile alakalı olan bölge gibi) etkileşim gösterirken, çok daha farklı sistemler içerisinde, farklı kimyasalları etkileşime sokabiliyor. Tüm zihinsel aktivitelerin belirli bir noktaya kadar birbirleriyle bağlantılı olduğu düşünülse bile.
Jepma ve meslektaşlarının özellikle not ettikleri bir durum mevcut: Hem kendi çalışmalarında hem de Kang ve arkadaşlarının çalışmalarında bulunan bazı belirsizliklerin varlığı ve bu sebeplerden dolayı net sonuçlar ortaya konulamaması. Örnek olarak, Kang’in deneylerinde kullanılan sıradan soruların ardından her zaman doğru cevapların verilmesi, belirli beyin bölgelerinde oluşan aktivitelerin, genel bir doğru cevap beklentisinin yarattığı etkileşimler mi, doğru cevaba olan merakın yarattığı sinyaller mi yoksa her ikisinin sonucu mu olduğu hala bilinemiyor. Tam da bu yüzden Jepma ve ekibi, bulanık görseller yüzünden oluşan belirsizliği devam ettirmeyi seçtiler ve bazen tamamen alakasız temiz bir görüntü kullandılar. Bu sayede araştırmacılar, beyinde sadece objenin doğal halinin olduğu bir görsel yardımıyla oluşan merak duygusu ile potansiyel olarak bulanık resmin ne olduğuna dair cevabın oluşturduğu beklentinin yarattığı etkileşim arasındaki farkı ayırt edebilmeyi sağlamaya çalıştılar.
Aynı zamanda, Jepma ve ekibi, kendi çalışmalarında, düzgün görselin deneylerinin sadece yarısında gösterilmesinin, sonuçların yorumuna ekstra karmaşıklık kattığının farkındalar. Özellikle deneklerin, esas görselin tanımlanması esnasında ne derece belirsizlik (merak) hissettiklerini ölçememek veya gerçek görselin gösterilip gösterilmeyeceğine dair yaşadıkları belirsizlik duygusunun ölçeğinin ne olabileceğinin bilinememesi gibi (veya bu iki durumun karışımı)…
Kang ve Jepma’nın çalışmalarında görülen bu sınırlılıklar bizlere, bilişsel psikoloji ve nörobilim alanlarında yapılan deneylerin ne denli zorlayıcı olabildiğini gösteriyor. Beyin, o kadar karmaşık bir donanıma sahip ve zihin o kadar mükemmel ve geçilemez bir yazılım ki, son derece özenle ve ayrıntılı şekilde planlanmış deneylerin sonuçları bile her zaman arkalarında tahmin edilemez sorular ve açık kapılar bırakıyor.
Yine de, Jepma’nın deneyi o kadar ilgimi çekmiş ve nasıl bu duruma geldiği hakkında meraklanmama sebep olmuştu ki, ona bir Skype görüşmemizde “Neden merak üzerine çalışma yapmayı seçtin?” diye sordum.
“Ben aslında istifade etmek ve keşfetmek arasındaki ikilemi araştırıyordum,” diye açıkladı. “Bildiğin şeylerden istifade edersin ve çok az bildiğinde de keşfetmeye çalışırsın. Benim ilgilendiğim durum ise, istifade etmenin ve keşfetmenin kişinin karar verme sürecini nasıl yönlendirdiğiyle ilgiliydi.”
Bu cevap son derece anlamlı gelmiş olsa bile, benim soruma tam olarak yanıt veren bir cevap değildi, bu yüzden ısrarla sormaya devam ettim. “Peki ya sonra?”
“Ve sonra farkına vardım ki, keşfetmenin temel motivasyon kaynağı meraktı. Böylece de çalışmalara başlamış oldum. Şaşırdığım durum ise, çok önemli olmasına rağmen, merak üzerine nörobilimsel alanda çok az araştırma yapılmış olmasıydı.”
“Bu alanda hala yayınlanmamış olan başka çalışmaların oldu mu?”
Gülümsedi. “Nasıl tahmin ettin? Meraklarını giderebilmek için bireylerin fiziksel acıya dayanma isteklerinin olup olmadığını araştıran bir test yaptım.”
“Peki dayandılar mı?”
“Birçoğu bu uğurda acı çekmeyi istemediler,” dedi. “ama birazı hazırdı.”
Hiç şüphesiz, Darwin, ağzındaki böcekler ile bu duruma hazırdı.
Yazar: Mario Livio
Çeviren: Gökhan Çuhacı
Kaynak: Nautilus
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.