Bu bloğu ve kitaplarımı adadığım genel felsefe okulu metamodernizm hakkında son zamanlarda çok fazla yazı yazdım. Metamodern aristokrasi kavramını ortaya attım, metamodern toplumun meta-ideolojisinin ne olacağını öne sürdüm, tarih boyunca pre-modernden metamodern düşünceye nasıl geçtiğimizi gösterdim, ve daha birçok gönderide metamodernin hayata karşı duruşu ile bilim, hakikat, varlık, toplum ve insana dair görüşlerini sundum. Buna rağmen, kimileri için postmodernizm ile metamodernizm arasındaki fark hala muğlak olabilir. “Metamodernizm” kavramı, benim bir gelişim evresini, felsefi paradigmayı – ve belki de en önemlisi – siyasi ideolojiyi tanımlamak için kullanışımdan epey farklı olarak, genellikle kültürel bir aşamayla ilgili olmak üzere birçok farklı yoruma ve kullanıma sahip olduğu için, bu tabirin anlamıyla ilgili birçok karmaşa olduğunu gözlemliyorum. Bu karışıklığı çözmek için aradaki farkı, bu tabiri nasıl kullandığımı ve bunu niçin dikkate almanız gerektiğini açıklamaya çalışacağım.
Aşağıdaki pasaj, Hanzi Freinacht’a ait ‘The Listening Society: A Metamodern Guide to Politics, Book One’ kitabından alınıp düzenlenmiştir. Bu, metamodern düşünce hakkında, psikolojik gelişimin doğasını ve onun siyasal imalarını inceleyen bir popüler felsefe çalışması serisinin ilk kitabıdır. Aşağıda yazanlar, bir kültürel aşama, gelişim evresi ve felsefi paradigma olarak metamodernizm ile ilgili ek açıklamadan alınmıştır.
Bugün akademisyenler tarafından da kullanıldığı şekliyle, metamodernizmle ilgili genel görüş, kendinden önce gelen ve postmodernizm olarak tanımlanan kültürel bir aşamayı tamamladığı yönündedir. Postmodernizm ise, “modern toplumun ardından gelendir”. Modern toplum genel hatlarıyla bilime, gelişime, amaç ve bağımsız gerçekliğe, ve bireye olan inanç esasları etrafında şekillenmiştir. Bu durumda “modernizm” de günümüz seküler Batı toplumlarında karşılaştığımız genelgeçer dünya görüşüdür (tabii başka paradigmaların baskın olduğu aşırı inançlı okullara gitmediğimiz veya üniversitede liberal sanat diploması almadığımız sürece).
Postmodernizm, genelgeçer modern dünya görüşünü, en azından altmışlı yılların sonlarından beri sorgulayan ve ona meydan okuyan fikir ve kültür akımları için kullanılan genel bir tabirdir. Postmodernizm aslen bir düşünce okulu değildir -bu terimi kullanan insanların zihninde genellikle Michel Foucault, Jean Baudrillard, Jacques Derrida, Roland Barthes, Jean-François Lyotard gibi Fransız veya Richard Rorty, Daniel Bell veya Frederic Jameson ve Judith Butler gibi Amerikalı postyapısalcı düşünürler olur. Postmodernizmi detaylı anlatmaya gerek yok; “ilerlemeye” inanmadığını, günümüzün büyük anlatılarından şüphe duyduğunu, detaylara, istisnalara ve periferilere odaklanmayı sevdiğini, ve de bilimin modern hayatta sahip olduğu güç ve itibara karşı eleştirel olduğunu söylemek yeterli.
Postmodern sanata (veya The 6 Hidden Patterns of World History isimli kitabımda anlattığım, kimilerinin işleri daha da karmaşıklaştırmak için söylediği şekliyle “modern sanata”) bakarak postmodernizm hakkında sezgisel bir algıya kapılabiliriz. Benim kullandığım şekliyle postmodern sanatçıya en iyi örnek belki de Andy Warhol olacaktır. Warhol bizlere güzel sanatlar ile popüler kültürün birbirinden çok da farklı olmadığını göstermiştir; önemli olan tek şey bağlamın şekli ve görünüşüdür. Triptikleri ve resimleri, günlük ve popüler şeyleri konu alır. Konserve domates suyu veya Marilyn Monroe’nun cart renklere daldırılmış görüntüleri pekala güzel sanat olabilir – çünkü perde arkasında hiçbir derinlik veya ortaya çıkartılacak bir sır, sanatçı ve çalışmasıyla ilgili “özel” hiçbir şey yoktur. Postmodernizm bunun gibi tüm yanılsamaları sonuna dek götürür. Sadece dış görünüş (surface) vardır. Ve bu görünüşle saygısızca oynayabilirsiniz: Pablo Picasso birkaç boyutu ve birçok perspektifi aynı iki boyutlu çerçeveye sıkıştırdı – ve pastiche hızlıca yaygınlaştı. Pastiche, çeşitli tarzların, biçimlerin veya dönemlerin çoğunlukla şaşırtıcı ve ironik yollarla harmanlanmasıdır.
Postmodern düşünce, erken formlarıyla ilk defa 19. yüzyıl edebiyatında karşımıza çıkar: Oz Büyücüsü’nü düşünün, sahtekarın biri olduğunun anlaşılması üzerine Dorothy’e kötü biri olmadığını, sadece kötü bir büyücü olduğunu anlatır. Veya Lewis Carroll’ın, içinde geçen afallatıcı diyaloglarla konuşmanın ve dilin saçma ve şartlı doğasını ortaya çıkarttığı Alice Harikalar Diyarında kitabını düşünün. Dış görünüş, bağlam, saçmalık.
Postmodernizm görecilik, toplumsal inşacılık, ve dini, siyasi ve hatta bilimsel hareketlere safça inanmayı reddeden, birçok farklı perspektifi görmekten kaynaklanan bir çeşit küçümseme gibi şeylerle yakından alakalıdır. Postmodernizm neyin doğru olduğu veya ne yapılması gerektiğiyle değil; her şeyi sorgulamakla, parçaları birbirinden ayırarak analiz etmekle, bizi tekrar düşünmeye ve her şeyden daha az emin olmaya itmekle, başkalarını kontrol ve manipüle eden siyasetçiler, medya patronları, bilim insanları ve tıpçılar insanlar için hayatı zorlaştırmakla ilgilenir. Postmodern zihniyet için amaç anti-teze varmaktır – var olanlara dair eleştiriler gerçek bir sonuç olarak sayılabilir; yeni yanıtlar bulmak yerine eski yanıtları çürütmek ve yeni sorular üzerinde durmak amaçlanır.
Postmodernizm, her ne kadar, 19. yüzyılda üstü kapalı biçimde de olsa sanat ve felsefede görülmüş, erken 20. yüzyılda sanat ve edebiyatta refaha kavuşmuş olsa da, 1960 ve 70’li yıllarda net biçimde formüle edilmiş, 80’li ve 90’lı yıllarda ise güçlü bir akademik trend haline gelmiştir. Ancak sosyologlara göre toplumun kalanı için Fransız teorisyenlerin tanımladığı biçimiyle “postmodern” demek zordur. Zaten bu yüzden dönemi anlatmak için “geç modernite” ve “ikinci modernite” gibi başka dönem etiketleri de denenmiştir. Ancak internet ve sosyal medyanın çağı olan günümüzde gerçek anlamıyla – dış görünüşün gerçekten her şey olduğu, ve her şeyin sonsuz bir pastiche biçiminde kopyala-yapıştır kolajına döndüğü – postmodern denilebilecek bir döneme yaklaşıyoruz.
Metamodernizm
Oysa tarih hep kendi yolunda ilerlemektedir, bizler onu hiç yakalayamayız. Dolayısıyla dünyanın zengin kesimlerindeki toplumlar henüz yeni postmodern olmaya başlarken, filozoflar ve kültür teorisyenleri gelecek akımı çoktan saptadı bile: Metamodernizm.
Metamodernizm, sözcük anlamıyla, bir bakıma budalaca bir uyarlama. Eski Yunancada “meta”, Latincedeki “post” sözcüğü gibi “sonra” anlamına gelir – bu durumda temelde sözcük itibariyle postmodernizm ile aynı anlamdadır. Ancak iki kavramın çağrıştırdıkları farklıdır. “Meta” ön eki, tartışma üzerine tartışma anlamındaki “meta-tartışmayı” ve teoriler üzerine teori anlamındaki “meta-teori” gibi şeyleri akla getiriyor. Sonuç olarak metamodern kültürel aşaması da kendisiyle beraber bir bakıma modern hayatın kuş bakışı görünüşünü getiriyor. Modern hayat hakkında daha incelikli düşünmeye ve onu şekillendirmeye çalışmaya başlıyor.
Meta çoğunlukla üstünde veya ötesinde anlamında, bazen de iki anlamda birden kullanılıyor. Kültürel evre olarak metamodernizm, postmodernizmin ardından gelendir, ancak bunu postmodernden daha postmodern olarak yapar, tıpkı 1980’lerdeki postmodernizmin modern zihniyetten daha seküler ve inancının daha yitik oluşu gibi.
2010 yılındaki ünlü makalelerinde, iki Hollandalı sanat teorisyeni Timotheus Vermeulen ve Robin van der Akker sanat ve mimaride son yıllarda gözlemledikleri ve adını metamodernizm koydukları modayı tarif ederler. Sanat, mimari ve bir dereceye kadar popüler kültür, The Simpsons, Family Guy ve South Park gibi soyut sanat ve komedideki göstergeleriyle alaycı, ironik ve eleştirel postmodern evresinden çıkıyor. Postmodernizm, modern çağın birçok getirisine karşıttı; kesinliği su götürmez şeyleri sorgulayarak anti-tez oluşturmakla ilgileniyordu.
Metamodernizm ise kendisini modernizm ve postmodernizmin birleşimi olarak görüyor – veya bir başka deyişle protosentezi (“proto”-sentez olmasının sebebi, kendimize anlattığımız tüm hikayelerin tutarsız ve geçici olduğunu kabullenmesinden geliyor). Vermeulen ve van der Akker’e göre metamodernizm, modernizm ve postmodernizm arasında dalgalanmaktadır:
“Ontolojik açıdan metamodernizm, modern ve postmodern arasında dalgalanır. Modern coşku ile postmodern ironi; umut ile melankoli; saflık ile bilgelik; empati ile apati; birlik ile çokluk; tümlük ile parçalanma; arılık ile bulanıklık arasında dalgalanır.”
Vermeulen, T. & van der Akker, R., 2010. Notes on Metamodernism. Journal of Aesthetics and Culture, Volume II, pp. 1-14.
Ontoloji, inandığınız gerçeklikle, neyin “gerçekten gerçek” olduğuyla ilgili bir kelimedir. Bu yüzden Vermeulen ile van der Akker metamodernizmin “ontolojik” açıdan dalgalandığını iddia ederken, metamodernist sanatçının yeni bir gerçeklik görüşünü benimsemiş olduğunu söylemek istiyorlar. Bu görüşe göre aynı anda hem bilim ve ilerlemeye dair modern bir inanır, hem de kendi saf inancınıza dair şüpheci ve ironik bir eleştirmensinizdir.
Yazarların zengin örneklerle sunduğu sanat ve mimari hakkında daha derinlemesine analizlerde bulunmayacağız. Temel olarak metamodernizm, postmodernizmin ilerleme ve “büyük anlatılar” (bilim, sosyalizm, vb.) ile ilgili şüphelerini tutarken, modern umudu ve açık olma olasılığı belli belirsiz önerilmiş olan arka kapıdan açılan yön duygusunu getiriyor.
Vermeulen ve van der Akker, kendi alanlarındaki birçok isim gibi temelde sol görüşlü entelektüellerdir. Bu yeni modayı siyasal yenilenme ve kapitalizm (veya neoliberalizm) eleştirisi için daha geniş umutlara bağlıyorlar. Makaleleri epey dikkat çekti ve aynı isimde -Notes on Metamodernism- ve birçok farklı entelektüel katılımcının bulunduğu bir blog kuruldu. Bu katılımcılardan bir tanesinden bahsetmek gerekirse; bir sanat akademisyeni olan, ve 2011’de kaleme aldığı Metamodern Manifesto‘da, Hollywood yıldızı ve kepaze polimat sanatçısı (Transformers filmindeki dev robotlardan ve Sia’nın “Elastic Heart” klibindeki dansçı olarak tanıdığınız) Shia Labeof‘i oynatan Luke Turner. Manifesto, bu sanat ve kültür akımındaki kimi temel prensiplerin çerçevesini çiziyor; bilgilendirilmiş saflık, sihirli gerçeklik ve pragmatik romantizm gibi çeşitli kavramlar öne sürüyor.
Metamodernizmden kültürel bir evre, bir Zeitgeist olarak bahsettiğimizde, günümüz bağlamlarında her alanda kendini gösterdiği -günümüzdeki birçok etkinliğin “metamodern fenomen” olduğu- savını öne sürmek mümkün. Bir kez daha altını çizerek söylüyorum, ben bu kavramı bu anlamda kullanmıyorum.
Ayrıca postmodernizm hakkında söylediklerimizin metamodernizm için de geçerli olduğunu unutmamak gerek; bazı Fransız teorisyenler hakkında yazı yazdı diye bütün toplum bir anda “postmodern” olmadı. Bu insanlar zamanlarının ötesindeydi ve analizleri de kesinlikle aceleciydi. Benzer biçimde, bugün metamodern bir çağda yaşadığımızı düşünen insanlar da gelişimlerini erken tamamlamışlardır ve zamanlarının ötesindelerdir. Metamodern perspektifin doğasındaki felsefeyi çalışmak yerine günümüzün toplumunu inceleyecek olurlarsa, postmodernizmin geç veya aşırı formlarını metamodernizm olarak ele almak gibi bir hataya düşmeyi göze alırlar. Oysa nitelik itibariyle metamodernizm postmodernizmden çok çok farklıdır: ilerlemeyi, hiyerarşiyi, samimiyeti, maneviyatı, gelişmeyi, büyük anlatıları, parti politikalarını, düşünmeyi ve daha birçok şeyi kabul eder. Hayalleri öne sürer ve önerilerde bulunur. Ve daha hala doğum aşamasındadır.
Günümüzdeki bazı sosyal fenomenlerin, anlaşılmak ve doğru cevaplarla karşılaşabilmek için metamodern zihniyeti gerektirmesi, onları metamodern olarak tanımlamayı mümkün kılabilir. IŞİD’i ele alın. Metamodern Zeitgeist’ın bir parçası olarak görülebilir mi? IŞİD’le ilgili ne olup bittiğini, niçin böyle bir güçle ortaya çıktığını anlayabilmek için, samimiyet ve ironinin birleşimi olan küresel bilgi toplumunun ardında yatan mantığı anlamak zorundasınızdır.
IŞİD yöneticilerinin, gelişimin metamodern evresinde olduklarını söylemek zor olsa da, oluşumun temelinde bir bakıma metamodern fenomen bulunmaktadır. Oluşumun yükselişi küresel, internet toplumunda ve onun gelişimsel patolojisinde yatan mantıkla alakalıdır. Bu açıdan bakıldığında, internet çağının altında yatan baskın, kültürel mantık metamodernizmdir. Ancak bu kültürel mantık henüz tamamen meydana çıkmamıştır.
Meydana Yeni bir Metamodernizm Getirmek
Çalışmamda yapmaya çalıştığım şey kültürel teoriyle yakından ilgili olsa da bir takım farklılıklar barındırmaktadır. Metamodernizm hakkında farklı akademisyenlerin analizlerini (sadeleştirerek) paylaşıyorum. Ancak takdir edeceklerini pek sanmadığım birkaç şey ekliyorum. Bana kalırsa bu akademisyenler genel anlamıyla doğru analizlerde bulunuyorlar ve ben de onları haklı buluyorum. Yine de eksik kaldıkları bir nokta var; yaptıkları proje bizi umut ve pragmatik idealizme götürmüyor aslında. Modern toplumu, arkasından neler geldiğine bakmak için ele alıp ötesine bakmıyorlar.
Bu düşünürleri akademisyenlikleriyle takdir ediyorum, ancak küçük ruhlu ve sarı korkaklar oldukları için kınıyorum. Fazla dikkatli, kendileri için fazla eleştireller, ilerleme ve gelişme için ortaya vizyon koymaktan ise aşırı korkuyorlar. Varoluşçu veya manevi inancı uyandırmaktan fazlaca sakınıyorlar. Samimiyetlerinde yeterince samimi değiller ve hatta, alaylarında da yeterince alaycı değiller. Bu da onları gerçek bir metamodern yapmaktan ziyade postmodernizmin geç veya aşırı formlarına yerleştiriyor.
Benim verdiğim metamodernizm tanımında ise metamodernizmi kültürel bir evre olarak görmekle yetinmiyoruz. Ekolarak gelişimsel evrenin boyutu (erişkin gelişim psikolojisine göre insanların ve toplumların geliştiği metamodern evre boyutu, vs), genel bir felsefi boyut (yukarıda bahsettiğim paradigma), ve kitaplarımın ana odağı olan bir siyasal boyut da bulunuyor. Siyasal boyut, günümüz toplumunun nasıl evrildiğini ve bizlerin bir toplum olarak nasıl mantıklı biçimde ilerleyebileceğimizi, ihtiyacımız olan siyaset vizyonunu işaret eden, günümüzün belli bir analizidir.
İşte burada “metamodernizm” kavramını özgün bağlamından çalıyor ve ona yeni anlamlar yüklüyorum. Bütün vahşi şeyler misali, bilgi de özgür olmalı. Ayrıca, eğer ki kavramı yeniden kültürel bir evre olarak kullanacak olursak, en metamodern fenomenlerden biri, sembollerin idealist amaçlar doğrultusunda korsan kullanımı olacaktır. Burada metamodernizm zorla kaçırılmaktadır.
Metamodernizm karşıma ilk çıktığında, akademik konferansların ve sanat sergilerinin sevimli, küçük bir takıntısı halindeydi, mimarlar ve film yapımcıları için de belki de ilham kaynağıydı. Yazımı bitirdiğimde, toplumları çökmekten kurtarabilecek, milyonlarca insanın yaşamını iyileştirebilecek güçlü ve etkili bir ideolojiye, liberal demokrasi ve kapitalizmle yarışıp onların yerini alabilecek bir fikir akımına kavuşacaksınız.
Eğer bu dediklerime inandıysanız ya saf bir budalasınızdır ya da sonunda “sihirli gerçeklik” denen şeyi kavramaya başlıyorsunuzdur.
Gelecek Niçin Siyasal Metamodernizmdir
Siyasal metamodernizmden kastım, siyaset üzerine yeni bir perspektiftir. Sadece siyaseti nasıl yaptığımızı değil, siyasetin toplumdaki birincil rolünün ne olduğunu da değiştiriyor. Ayrıca doğal olarak, toplumda başarmak istediklerimiz için yeni hedefler, bunların sebepleri için de açıklamalar getiriyor.
Çok basitçe anlatmak gerekirse, siyasal metamodernizm, genellikle “modern toplum” olarak algıladığımız toplumun ardından gelen ve ötesine giden toplumu oluşturmaya çalışıyor. İsveç gibi günümüze ait çağdaş bir ülkeyi ele alın ve bu ülkenin yüz yıl öncesine kıyasla -siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan- şu an ne kadar farklı olduğunu düşünün. Ve de vatandaşlarının ne kadar farklı olduğunu. Bu kadar hacker, yogacı ve feminist vegan da nereden çıktı bir kere?
20. yüzyıl başlarındaki sosyal demokratların bir ideolojisi vardı; gelecekteki refah toplumunun nasıl görüneceğine dair bir vizyon, bir fikir. Bu toplum büyük ölçüde başarıyla gerçekleştirildi. Oysa dünyanın her zamankinden daha hızlı değişmesine ve teknolojik imkanların her zamankinden fazla olmasına rağmen on yıllardır bu tarz bir vizyonumuz veya hedefimiz yok. E o halde başlıca siyasal vizyonlar nerede?
Cidden. Neredeler? Sol sadece refah devletini yürütmek, Yeşilciler sadece günümüz medeniyetinin sürdürülebilirliği, liberteryen Sağ sadece ekonomik büyümeyi şişirmek ve milliyetçi/muhafazakar Sağ da sadece göç ve küreselleşme karşısında eski ulus devleti sistemini korumak için çalışıyor. Bütün bu hareketler ve ideolojiler, endüstriyel toplumdan ve onun getirdiği sınıflardan ve sorunlardan türemiş parti politikalarının zihniyetine sıkışmış durumda. Bunların hiçbiri bize yeni bir şey veya piyasa ekonomisi ve refah devleti ile kurulu modern liberal demokrasiye kıyasla hayatımızı ciddi şekilde iyileştirmeye yönelik bir şey sunmuyor. Bu sistemin geleceğin toplumunda; küreselleşmiş, dijitalleşmiş ve postendüstriyel toplumda denkliği nedir? Toplumumuz hangi yönde evrilebilir ve hangi yönde evrilmelidir? Bu mantıksız bir soru mu oldu? Bence hayır. Bence insanlık olarak, bu konuşmayı gerçekleştirmediğimizin altını çiziyor.
İşte siyasal metamodernizm tam bu noktada devreye giriyor. 1900 yılının İsveç’i ile günümüz İsveç’i arasında ne kadar fark varsa, günümüz toplumu ile siyasal metamodernizmin yaratmaya çalıştığı toplum arasında da o kadar fark olacaktır. Her şey farklı olacak. İyi veya kötü, insanlar daha farklı oy kullanacak, daha farklı eğitim verecek, daha farklı çalışacak, yaşayacak ve daha farklı seyahat edecek -ve hatta daha farklı sevip daha farklı sosyalleşecek. Dünya ve dünyadaki yerimizle ilgili farklı fikirlerimiz olacak. Sadece canlı bir birey olmak bile daha farklı hissettirecek.
Bu yüzden siyasal metamodernizmin amacı toplumsal gelişimi bir “modern” evreden (liberal demokrasi, parti politikaları, kapitalizm, refah devleti) sıradaki “metamodern” evreye taşımaktır. Liberal demokrasiyi siyasal bir sistem olarak yenmeyi, bütün siyasi partileri ve ideolojilerine üstün gelmeyi, kapitalizmi ekonomik bir sistem olarak geçmeyi, günümüz refah sistemini aşmayı ve değiştirmeyi hedefliyor. İşte. Dikkatinizi çekebildim mi?
Siyasal metamodernizm tek bir merkezi anlayış etrafında inşa edilmiştir. Gelecekteki güzel bir topluma giden kralın yolu kişisel gelişim ve psikolojik büyümeden geçiyor. Ayrıca insanlar, en derindeki psikolojik ihtiyaçlarını karşıladığınız takdirde daha hızlı gelişirler. Bu yüzden daha “derin” bir toplumu; toplumsallaşmaya daha elverişli, duygusal zekası daha yüksek ve varoluşsal olarak daha olgun bir medeniyeti gözetiyoruz.
Siyasal metamodernizm üç bölümden oluşmaktadır:
- Dinleyen Toplum – geleceğin refahıdır, bütün vatandaşların duygusal ihtiyaçlarını ve psikolojik gelişimlerini desteklemeyi kapsar. Yaşayan herkesin görüldüğü ve duyulduğu bir toplumdur (duyulmanın ve görülmenin dejenere kardeşi manipüle edilen ve gözetime tâbi toplumun aksidir).
- Birlikte Gelişim – partiler arası işleyen, ego meselelerini ve duygusal yatırımlar ile önyargılı düşünceleri kontrol altında tutmaya uğraşan ve siyasi söylemlerin genel iklimini iyileştirmeye çalışan bir siyasi düşüncedir: “Ben gelişirsem sen de gelişirsin. Birbirimizin düşüncelerine katılmasak bile, daha iyi diyalog kurarsak ve birbirimize karşı davranışlarımızın ölçüsünü yükseltirsek hakikate yaklaşırız.”
- İskandinav İdeolojisi – dinleyen toplumun uzun vadede inşa edilmesini sağlayacak ve birlikte gelişim için imkan yaratacak siyasi yapı için benim bulduğum isimdir. İskandinav ideolojisi denmesinin sebebi ekilen ilk tohumlarının İskandinavya ve çevresinde filizlenmesidir. Toplumu içtenlikle yeniden şekillendirebilmek için beraber hareket eden altı yeni siyasi form vizyonunu içerir. Bunun büyük çoğunluğu, insanları, daha “derin” bir toplumun oluşmasının yan etkileri olarak ortaya çıkabilecek yeni baskı mekanizmalarından korumak üzerine odaklanır. Bu yeni baskı mekanizmaları 20. yüzyılda gördüklerimize kıyasla genellikle anlaşılması daha güç ve daha psikolojik yapıdadır.
İşte benim siyasal metamodernizm olarak adlandırdığım şey bu üç unsurun beraber ele alınmasıdır. The Listening Society kitabımda insanların psikolojik olarak nasıl gelişip büyüdüğünü açıklıyorum. Ana fikir, insanların nasıl büyüyüp evrildiğini -entelektüel, bilişsel ve duygusal açılardan- anlamakla, toplumun gelecekte ne kadar iyi veya kötü olacağı arasında derin bir bağ bulunmasıdır. Bu yüzden bütün insanların psikolojik gelişimini desteklemek başlıca siyasal öncelik olmalıdır.
Nordic Ideology isimli ikinci kitap ise toplumların nasıl geliştiği, yeni siyasal sistemin nasıl çalışacağı ve günümüzdeki liberal demokrasi sistemini nasıl yeneceği konularına değinecek.
Siyasal metamodernizmin, toplumdaki, aşağıda saydığım bazıları gibi, birçok rahatsızlığa değinmekte fazlasıyla yararlı olduğuna inanmaya başladım:
- çok boyutlu ekolojik kriz;
- ekonomideki istikrarsızlık;
- aşırı boyuta varan küresel eşitsizlikler;
- modern insanın sığındığı yaygınlaşmış kaygı durumu, veya “yabancılaşma”;
- küresel göçün getirdiği zorluklar;
- post-endüstriyel, robotlaşmış ve dijitalleşmiş ekonomiye geçiş;
- ve çok uluslu yönetimin zorlukları.
Bir başka deyişle, geç dönem modern toplumun başlıca problemlerine üretken biçimde değinebileceğine inanıyorum. Dinleyen toplum, bizi birkaç jenerasyon içerisinde modern dünyadan metamodern topluma taşıyacak köprüdür.
Bu yüzden, esasen metamodern toplum, modern toplumun sorunlarını “çözmüş” olan toplum şeklinde tanımlanabilir. Tıpkı modern toplumun yoksulluğu, hastalıkları, savaşları, serfliği, köleliği ve kötüye kullanılan tek adam gücünü büyük ölçüde azaltarak sanayi öncesi, geleneksel toplumun sorunlarını “çözdüğü” gibi.
Metamodern düşünce günümüz mantığının birçoğunu kapsadığı için ondan bir birey olarak da faydalanabilirsiniz – özellikle de siyasete atılmayı planlıyorsanız.
Sonuç olarak, siyasal metamodernizmin amacını kısaca söylemek gerekirse:
Yoksulların sömürülmüş bedenlerinin
birçok mücadelesini,
zengin dünyanın kaybolmuş, acı çeken ruhlarıyla birleştirmek.
Ve bu mücadeleyi zaman ve uzayda
sürdürülebilirliğe genişletmek.
Ve bu dayanışmayı hayvan krallığının
tümlüğündeki büyük acıları
ve perspektif çeşitliliğini
anlamaya genişletmek
Ve mücadeleyi, oyun olarak
yeniden doğana dek koyulaştırmak.
Yazar: Hanzi Freinacht
Çeviren: Toygar Akın
Kaynak: Metamoderna
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.