Düşünbil Portal

19. yüzyıldan günümüze müziğin kaydı ve insanın varoluşuyla bağlantıları

Paylaş

Müzikte kayıt teknolojileri alanında kimi çalışmalar 19. yüzyılda gerçekleştirilmiş olsa da, modern anlamda gelişimi 20. yüzyılda olmuştur. Bilhassa 2. Dünya Savaşı sırasında başta haberleşme gereksinimiyle mikrofon, radyo gibi muhtelif araçların kullanımından dolayı teknolojide önemli ilerlemeler olmuştur. Özellikle Hitler, kurmaylarını bu gelişmeler için bizzat teşvik etmiştir; bu yüzden günümüzdeki kulaklık, mikser, mikrofon gibi kayıt teknolojilerinde kullanılan birçok ürünün Alman menşeili olması şaşırtıcı değildir.

İnsanların müziği kaydetme arzusu müziği dilediği zaman, ihtiyacı olduğu anda dinleyebilme gereksiniminden doğmuştur. Bu ihtiyaç, hayatta kalmak için temel bir gereksinim olmasa da çehresi ve çevresi değişen modern insan için vazgeçilmez bir nimet oluvermiştir. Şehirlerde yaşayan insanların belki her zaman müziğe erişimi vardı; üstelik aristokratlar, soylular ve zengin tüccarlar, bestekarları mahiyetlerine alıyorlardı. Öte yandan sık sık dinleyebilme şansı olmasa bile toplumun şehirde yaşayan kesimi zaten genellikle müzikal enstrümanlarla veya müzikal etkinliklerle haşır neşir insanlardı.

Müzik-kaydı-tarihçesi

Eskiden vazgeçilmez bir ihtiyaç olmasa bile müzik, bugünlerde böyle bir amaç haline mi geliyor? Muhtemelen kulaklık takan insanları gördüğümüzde birçoğumuzun kendine sorduğu soru buydu. Şayet öyleyse bunun anlamı tam olarak nedir?

Müzik kaydı yapıldığı sırada hangi teknik kullanılırsa kullanılsın, her halükarda kayıt edilen sesin anı durdurulmuş, dondurulmuş demektir. Ses dalgaları anlıktır, havadaki dağılan, hareket eden ses dalgaları belli bir süre sonra söner kaybolur. Fakat kayıt edilen ses aslında soyut olanın ebedileştirilmesi gayesini taşır, somut olana yaklaştırılır. Bu öylesine katı ve o kadar gerçektir ki onu radyo gibi durmadan çalan ama istediğimiz zaman beklentilerimizi tam olarak karşılayamayan -en azından kendi seçtiklerimize- bir araçtan ziyade plaklara, kasetlere, cd’lere, hatta flash belleklere sıkıştırarak istediğimiz vakit erişebilme gücüne kavuşuruz. Varoluşun bize sağlayamadıklarını, biz keşiflerimizle gerçeğe en yakın olacak şekilde buluruz. Sesin aslını kaybetmeyeceğimiz yöntemleri bulma hevesiyle gerçeğe daha çok yaklaşırız, üstelik daha da fazlasını yaparak elimizdeki teknolojik araçlarla doğal olmayanı da ortaya çıkarmaya çalışırız.

Frances Denmore, Blackfoot (Karaayaklar) kabilesi şefinin kaydını alırken, 1916.

Müziği kaydetmek anı dondurmak açısından belki fotoğraf çekmeye benzetilebilir: İkisi de esasında ruhumuzda eksik kalan bir yerleri doldurmak için, geçmişte olanı hatırlamak için başvurulan edimlerdir. Ancak aralarındaki fark, müziğin zamanın belli bir kesitini alıp gerçekleştirmesidir; anın bir noktasını değil, zaman içinde belli bir dilimi içerir. Fotoğrafta ise eksik olan budur; o yalnızca anı verir, o tek, içinde sonsuzluk barındıran belirsiz anı. Bu açıdan düşünüldüğünde belki video daha da yakındır müzik kaydına, ne var ki o da öylesine gerçekçidir ki hem gözlerimiz hem de kulaklarımız oradaki varoluşa şahit olur ve bizlere tahayyül edebilmemiz için pek de fırsat tanımaz.

Bir ses dizisi bir araya getirildiğinde, gerçekte geçip gidecek olan zaman belleğe alınır. Bu çaba anın ya da bir zaman diliminin boşlukta yok olup gitmesine izin vermeyen bir mücadeledir. İcra edilen müziğin, tekrar tekrar çalınsa dahi kaybolmayacak olan eşsizliği bir cismin içine aktarıldığı zaman yok olur; artık var olan, eşsizliği kaybolmuş müziğin kendisidir ve bu müzik gerçekte mutlak bir zaman dilimi içinde gerçekleşiyorsa ve biz bu oluşun hazzını yaşıyorsak, bu onun değerini bu anlamda nispeten düşürür. Gerçekleşirken tanık olduğumuz, daha az insan kitlesiyle paylaştığımız şey, herkesin tanık olduğu şeyin aynileşmesiyle diğerleriyle aramızda bir bağ, bir benzerlik kurar. Bu bizim kendimizin sebep olduğu bir bağ değildir yalnız, her icra anında farklı olan müziğin herhangi bir vasıtayla, fabrikasyon üretimde her dinleyene aynı, tıpatıp aynısı olarak sunumu bizi bir birliğin ayrılmaz parçası yapmaktadır. Ne var ki, bu unsur herkesin giydiği aynı marka, aynı baskı giysilerle, tükettiği aynı şeylerle de doğrudan bağlantılıdır ki bunların toptan arzı bir bütünlük teşkil eder, biri olmadan çoğu zaman diğeri olmaz. Zira kuşkusuz hepsi aynı üretim şekillerinin ürünüdür.

Kayıt edilen müzik, bir çare olarak, varoluşu ile yalnız kalan insanın dert ortağıdır. Duyduğumuzda ya ona eşlik edip fiziksel hareketlerle onu bir anlamda kutsarız ya da hayallere dalarız. Düşüncelere değil, hayallere dalarız; çünkü maneviyatımıza uzanan bu ses dizisini takip eden duyularımızın rasyonel alana geçişi sınırlıdır. Birbiri ardına yığılan notaların ortaya çıkardığı ahenk, bu ses dalgaları aklımızdan çok yüreğimize yapar masajı. Bu alandaki oluşun sınırları olduğu açıktır ve bunun dışındaki şey, cisimlere dair olan, günlük hayatta yaşadığımız, rasyonel olan konumdur ki bu bir dengeye işaret eder. Denge, çift taraflı arzunun bizzat kendisidir ve arzu tatmin seviyesine gelene kadar ancak kendini gerçekleştirebilir. Arzunun ötesi varolmakta olandır, olmuş bitmiştir; yaşanmakta olan ama aynı zamanda geride kalmış parçaları olan, geçmişin karanlıklarına gömülmüş olandır. Dolayısıyla bu arzu bir acı çekme ise, bu durumda ebedi olmayan, olmayacak olan tatmin yaşandığında, gerçekleştiğinde de elimizde kalan ya bir boşluğun ıstırabının ya da yeni bir arzunun en kısa sürede tatmini acının derinliğini ve süresini yalnızca bir sonraki ortaya çıkana dek kısaltacaktır. İçindeki bu sıkıntıyı dışarı atma gereği, hoşnut olunmayandan, kendisinden kaçılan bu acı tatmini zamanın cisimleştirildiği aracın, kayıt edilmiş müziğin içinde yatmaktadır, bu hazır olarak tezgahta duran hap gibi kısa ve geçici bir rahatsızlığı giderir; fakat tüketilmediğinde ise acı verici olmasından ve bunun katlanılamaz yoğunluğundan dolayı bir tür isteriye sebep olacaktır.

Lüks olmaktan ziyade artık acil bir uyaran, hatta kurtarıcı görevi gören müziğin tüketim kalıplarının değişmesi de müzikten sağlanan hazda, beklentilerde değişim yaratmaktadır. Sürekli oluşu hazzın şiddetini değiştirdiğinden isteri veya bağışıklık yapması durumunda (henüz farklı tarzlarda müziği tercih etmek gibi bir fırsatımız olsa da, böyle bir değişiklik de kimi başka değişiklikler gerektireceğinden kolay değildir) bizi nerelere sürükleyeceği meçhuldür.

Yazar: Akın Ayberk


Paylaş
Exit mobile version