• 15 Ağustos 2016
  • Düşünbil Portal
  • 0
Paylaş

Susan Neiman’ın Ahlaki Açıklık’ı, temelde, teolojik bir söylemle kendini ifade eden günümüzün siyasal iktidarının muhafazakârları ile muhafazakâr düşüncenin babası olan filozofları arasındaki bağlantıyı gösteren bir kitap.

Fidel Castro’nun, Birleşmiş Milletlerdeki ilk konuşmasını yapmak için Amerika’ya giderken, gazetecilerin “Kurşun geçirmez yelek giydiğiniz söyleniyor, doğru mu?” sorusu üzerine verdiği bir yanıt vardır. “Üzerimde daha güçlü bir yelek var” der Castro, “o da ahlak yeleğidir.”

Immanuel-Kant-2-300x369

Castro’nun bu sözünü, Susan Neiman’ın Ahlâki Açıklık adlı kitabında yer alan, aynı zamanda, bu kitabın, yazılma nedenini de oluşturan betimsel bir analizden dolayı girizgâh edindiğimi belirtmeliyim. Bu analiz şöyle: “Amerikan kültüründe sağa meyletmeye katkı sağlayan nedenlerden hiçbiri, çağdaş muhafazakârlığın felsefi uğraşları kadar şaşırtıcı değildir. Altmışlarda muhafazakârlar entelektüel kelimesini bir küfür gibi kullanırlardı. (…) Muhafazakâr gençler siyaset kuramcısı Leo Strauss ve romancı Ayn Rand gibi düşünürlerin etkisiyle Platon ve Aristoteles okumaya başladılar. (…) bu esnada sol, etkili olabilmek için ütopik vizyonlardan vazgeçerek daha somut bir zeminde işleyen çıkar odaklı politika yapmaya yöneldi. Bu ölümcül bir hataydı, zira 60’lardaki insan hakları hareketi, Vietnam savaşı karşıtlığı, kadın-erkek eşitliğine ilişkin talepler gibi çabalara önayak olan ahlâki pusulanın içinin boşaltılması anlamına geliyordu. (…) Sağ, klasiklerle ilgili çalışmalarını tamamladığında, sol kavramsal bir çöküş yaşıyordu.”

Susan Neiman, ödülleri olan bir felsefeci; Amerikan Yayıncılar Birliği Ödülü (2002), Amerikan Din Akademisi Üstün Başarı Ödülü (2003), Uluslararası Spinoza Ödülü’nü (2014) almış.

Ahlaki Açıklık, Neiman’ın, Türkçedeki ikinci kitabı, daha önce Modern Düşüncede Kötülük adlı kitabı çevrilmişti. Neiman’ın diğer kitapları da şöyle: Slow Fire: Jewish Notes from Berlin (1992), The Unity of Reason: Rereading Kant (1994), Why Grow Up? (2014).

Susan Neiman, Simon Critchley, Richard Kearney gibi, son dönemin genç akademi filozoflarından. Neiman, Critchley ve Kearney’e, sadece kuşak bakımından benzemiyor; aynı zamanda, dini bir teori olarak felsefe etkinliğine dâhil etmesi bakımından da aynı problematik bağlamda yer alıyor. Başka bir deyişle bu düşünürler, din meselesini, din felsefesi bağlamında değil, siyaset felsefesi içinde ele almaktadırlar. Felsefi etkinliklerinde vücuda gelen din felsefesi değil, siyasi teolojidir. Bu düşünürlere göre, modern siyaset içindeki din, modernlik öncesine ait bir kalıntı değildir. Dolayısıyla bu düşünürler, modern siyaseti bir sekülerleşme biçimi olarak değil, “kutsallaştırmanın başkalaşımları dizisi” olarak ele almamaktadırlar.

“Kötülük problemi”

İoanna Kuçuradi, Etik adlı yapıtının önsözünde, çağımıza damga vuran olgunun “değerler adına değer harcama” durumuna dikkat çekerek, “etiğin Ortaçağını yaşadığını” söyler. Kuçuradi’nin en önemli felsefi katkılarından biri, etik ile insan haklarını birbirinden ayırmış olmasında ortaya çıkar. Bu ayrımla, felsefenin siyasetten arındırıldığı düşünülmemeli. Kuçuradi’nin, sadece etik değil aynı zamanda bir insan hakları filozofu olduğunu da unutmamız gerekir.

Burada, Kuçuradi’ye değinmemin nedeni şurada: Son yıllarda Batı felsefesinde gelişen eğilimin, yukarıda Critchley, Neiman’ı anarak değindiğim [Alain Badiou’nun Etik’ini de bu eğilim içinde anmamız gerekir] eğilimin ayırıcı özelliği, etik problemi, “kötülük problemi” çerçevesinde, dolayısıyla bir ucu din ve teolojiye, diğer ucu ise siyasete dayanan bir düzlemde ele almasında ortaya çıkıyor. Bunun nedenini kuşkusuz siyasal gerçekliğin, Critchley’in kavramlaştırmasıyla söylersek, “siyaset ile dinin iç içe geçmesinde”, siyasetin “yeniden-teolojikleştirilmesi”nde aramak gerekiyor. Nitekim Susan Neiman’ın, “Amerikalı bir felsefeci olarak benim yapabileceğim en iyi şey, çağdaş politik söylemin felsefi sonuçlarını incelemek ve olası alternatiflerine yönelik bir çerçeve sunmaktı” biçimindeki sözlerini tam da bu bağlamda okumak gerekir. Şu sözler de onun: “Amerika’daki 2004 seçimleri dışında hiçbir şey beni böyle bir kitap yazmaya ikna edemezdi.” Çünkü diyor Neiman, 2004 Amerikan seçimlerinde, “seçmenlerin ahlaki değerleri önemsedikleri için George W. Bush’a oy verecekleri” iddiasından dolayı “afallamıştım.”

“Ahlak, inançtan mı gelir?”

Burada yeni bir yeni bir felsefi analiz durumu ortaya çıkıyor; siyasal gerçeklikte, yani siyasetin teolojikleştirildiği gerçeklikte dile getirilen argümanlarla tek tek hesaplaşma durumu. [Bu arada yeri gelmişken: David Harvey’in Kozmopolitik ve Özgürlük Coğrafyaları ile Perry Anderson’un Amerikan Dış Politikası ve Düşünürleri kitapları da tam bu bağlamda, teolojikleştirilen siyasetin dile getirdiği argümanlarla tek tek hesaplaşıldığı bağlamda yer almaktadır.] Çünkü Neiman’a göre, “çağdaş muhafazakârların” siyaseti, her ne kadar din ve ahlaka dayalı bir dil kullansa da, temelde Thomas Hobbes, David Hume, Edmund Burke gibi klasik muhafazakârların felsefi düşüncelerine dayanmaktadır.

Ahlaki-Açıklık-300x455

Dolayısıyla Ahlaki Açıklık, temelde, teolojik bir söylemle kendini ifade eden günümüzün siyasal iktidarının muhafazakârları ile muhafazakâr düşüncenin babası olan filozofları arasındaki bağlantıyı gösteren bir kitap. Neiman’ın dikkat çektiği üstü örtülen çelişkilerden biri, muhafazakâr düşüncenin felsefi babalarının, çağdaş muhafazakârların aksine “radikal ateist” olmaları arasındadır. Nitekim radikal ateist Burke’nin, muhafazakârlığın başyapıtlarından biri olarak görülen, Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler adlı kitabı da, Türkiye’de siyasal iktidarın milletvekillerinin kitaplarının yayımlandığı bir yayınevinden bugünlerde çıkmış olması da, Neiman’ın işaret ettiği, üstü örtülen durumu göstermektedir. Bilindiği gibi, Kant’ın, “Teori ve Pratik” alt-başlıklı makalesi [Hakan Çörekçioğlu’nun derlediği, Kant Felsefesinin Politik Evreni kitabında yer alıyor] Burke’nin, sözünü ettiğimiz kitabında dile getirdiği muhafazakâr fikirlerle felsefi bir hesaplaşmadır. 

Neiman, analizine, “Ahlak, inançtan mı gelir?” sorusuyla başlıyor. Neiman’a göre, İbrahim’in, oğlu İshak’ı/İsmail’i sunağa götürmesi bu görüşü destekler; fakat İbrahim’in, Tanrıya karşı Sodom halkını savunuşu, “ahlakın inançtan geldiğini değil, inancın kaynağının ahlaki omurga” olduğunu göstermektedir. 

Etiğin ortaçağı, etiğin, etiğin kaynağı problemi üzerinden tartışılır durumda olmasında. Bu ayrım, bilindiği gibi Kant tarafından dile getirilmiştir. Kant’a göre, saf aklın sınırları içinde kalındığı sürece din, vahiy kavramını tanımaz ve ona göre, din, “kendi ödevlerimizi tanrı buyrukları olarak tanımaktır.” Bu durumu, belki şöyle dile getirmek mümkün: Dünya kamuoyu, Kant’ın 18. yüzyılda dile getirdiği ayrımı yeni algıladı. Nitekim bu yılın ses getiren The Revenant, Spotlight, The Martian gibi filmlerini de bu durumu göstermektedir. İşte bu nedenle Neiman’a göre, aydınlanma hafife ve alaya alınamaz. Dahası ahlak, sağa bırakılamaz. Ahlaki Açıklık çok önemli bir kitap.

Yazar: Yücel Kayıran

Bu yazı Radikal Kitap’ın sitesinden alınmıştır.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com