The Good Place o kadar eğlenceli bir sitcom ki, temelinde yatan zorlu ve son derece karmaşık “nasıl iyi bir insan olunur” sorusunu kolayca gözardı etmemize sebep olabiliyor. Birinci sezon bizlere, bir zamanlar pişmanlık duymadan bencilce yaşayan Eleanor Shellstrop (Kristen Bell)’un, dizinin de başlığı olan “The Good Place”de (İyi Yer) kendine bir yer bulmaya çalışması anlatılıyor. “İyi Yer”in, sadece isminden de anlaşılacağı gibi, “Kötü Yer”in (The Bad Place) daha yaratıcı bir versiyonu olduğunun anlaşılmasından sonra bile Eleanor çalışmalarına devam eder. Bir zamanlar etik konusunda çalışmalar yapan bilim insanı Chidi Anagonye (William Jackson Harper) Eleanor’un bu macerasına farklı bir pencereden bakarak konuyu, yaklaşılması zor bir konu olan “Ahlak Felsefesi” ile açıklamaya çalışır.
Bir buçuk sezonluk süresi boyunca The Good Place, televizyon komedisi hakkındaki beklentilerimizi altüst ederek, yenilikçi ve şaşırtan hikaye sonlarıyla ve yapısal yeni metodları uygulamasıyla beklentilerin üstüne çıktı. Ayrıca bir çok üniversite yatakhanesinde sıkça tartışılan “tramvay ikilemi” (Unbreakable Kimmy Schmidt dizisinin yakın zamandaki sezonlarından birinde de bahsedilen bir konu) veya faydacılık düşüncesinin esası ile ilgili ikilemleri çözmeye çalışması dikkat çekiyor. Bu sezon, Mike Schur ve yazarları, Chidi’nin öğrenci kadrosunu genişleterek, orta sınıf insanları ve Micheal (Ted Danson) isimli ölümsüz bir şeytanı da dahil ettiler. Bu şeytan, birkaç bölüm öncesine kadar, sonsuza dek herkese işkence etmeye çalışıyordu.
The Good Place etiği herkesin anlayabileceği bir dille irdelerken, benim ilgilimi, konu hakkında daha çok bilgi sahibi olan bir hayran çekti. Profesör Gideon Rosen, Princeton Üniversitesi Felsefe departmanı üyesi olup, metafizikten Ahlak Felsefesine kadar birçok alanda çalışmalar yapmaktadır. (Ayrıca kendisi yakın arkadaşlarımdan birinin babasıdır.) Chidi’nin öğretilerini de konu alan çalışmalar yürüten birisinin konu hakkında ne düşündüğünü merak ettim ve Profesör Rosen ile The Good Place’in karanlık kozmolojisi, Chidi’nin pedagojik yetenekleri ve dizinin iyi bir insan olmayı öğrenme üzerine yaptığı yanlış çıkarımlar –ama çoğunlukla doğru tespitler– üzerine konuştuk.
İlk olarak diziden nasıl haberiniz oldu?
Sanırım Netflix’te gördüm ve sadece tıkladım. Netflix tarafından önerilenlerden biriydi.
Daha önce diziyi duymuş muydunuz?
Hakkında hiçbir bilgim olmadan başladım. Bu durum başıma iki kez ard arda geldi. Çünkü Unbreakable Kimmy Schmidt dizisinin üçüncü sezonu da felsefe ile ilgiliydi. Bu yüzden herhangi bir bilgim olmadan izledim onu ve daha sonra da The Good Place’e başladım aynı şekilde. Hakkında hiçbir şey duymamıştım ve dikkatimi çekmemişti.
Dizide hoşunuza giden şeyler neler?
İlk olarak, bir televizyon dizisinde felsefecilerin isimlerini bu kadar sık duymak son derece etkileyici oluyor. Bu her zaman karşılaştığınız bir durum değil. Felsefe popüler kültürün bir parçası değil. Dizide bahsedilenlerin birçoğu, felsefe dersi almamış insanlara garip ve alışılmadık gelecektir. Gerçekten de Amerika’da kaç kişi felsefe dersi almıştır ki? Bu yüzden bu durum gerçekten etkileyici. Ama sadece Platon, Aristoteles veya ünlü felsefecilerin isimlerini görmek değil etkileyici olan. Güncel akademik felsefi konuların tartışılmasını görmek de etkileyici ve buna pek rastlanmaz. Birçok Amerikalı akademisyen, Judith Thompson veya Tim Scanlon’un kim olduğunu bilmez. Ama bu isimler The Good Place’de sürekli karşımıza çıkıyor. Bizim için bu durum, yan komşunun ünlü birine dönüşmesini görmek gibi bir şey.
Sıradan bir seyircinin gözden kaçıracağı gizli saklı felsefi bilgiler mevcut mu dizide?
İlk ve ikinci sezondaki kara tahtaya yazılmış isimlere bakarsanız, klasik felsefecilerin isimlerini görürsünüz ama aynı zamanda günümüz felsefecilerinin de isimlerinin olduğunu fark edeceksiniz: Phillippa Foot, Judith Thompson gibi. Bütün bu bilgileri nereden almış oldukları sorusunu merak etmedim değil. Ya dizinin yazarı olan kişi zamanında felsefe öğrencisiydi ya da felsefe öğrencisi olan bir oda arkadaşı vardı. Bu sorunun cevabını bilmiyorum ama konuyla ilgili bir danışmanla çalıştıkları kesin.
Size göre dizi, felsefe tartışmaları konusunda başarılı bir iş çıkarıyor mu? Hem konulara bağlılık hem de erişilebilirlik yönünden?
Evet. Kesinlikle öyl! Chidi ne zaman o hızlı felsefe derslerinden birini vermeye ve insanların söylediklerini açıklamaya çalışsa, her zaman doğru ve konuya son derece bağlı bilgiler veriyor. Eleanor’un anlamayacağı türden bilgiler değil bunlar. Normal bir insan bu söylenilenleri anlayabilir. Faydacılık konusu hakkında mesela, en çok mutluluk yaratan davranış doğru davranıştır, diyorlar. Bu son derece kolay bir anlatım biçimi ve aynı zamanda doğru bir tanım da.
Kısa bir tarihi öykü anlatıyorlar. Önce Sokrates sonra Platon ve daha sonra da Aristoteles anlatılıyor. Ve bu anlatılanların hepsi son derece doğru tespitler. Tramvay ikilemi gibi bir konuyu açıklamaya çalıştıklarında, konuyu biraz karmaşık hale getirdiklerini söylemek lazım ama yine de son derece zararsız ve komik bir şekilde ele alıyorlar. Gereğinden biraz daha fazla ilerlediklerinde, Tramvay ikileminde olduğu gibi anlatım şekilleri sadece birkaç cümleden ibaret olmadığında, konuları biraz karıştırdıklarını söyleyebilirim.
Tramvay ikilemi konusunu nasıl karıştırdılar, açıklayabilir misiniz?
Öncelikle şunu söyleyebilirim ki Tramvay ikilemi bir soru değil. Asıl soru; “Siz olsanız ne yapardınız?”. Bu soru bireysel psikoloji ile ilgili ve aslında felsefi bir soru değil. Felsefi olan soru burada şu; “Ne yapmanız gerekir ve neden?” Asıl amaç, başkalarının hayatlarını etkilerken bazılarınınkini kurtaracak olan bu zor durumlarda kararlar alabilmemizi sağlayacak bazı prensipler bulmaktır. Dizide bu problem ile ilgili yapılmayan şey ise bu prensipleri ortaya çıkarmaya çalışmamaları. Şöyle düşünebilirsiniz; “Beş kişinin hayatını kurtarmak için bir kişi feda edilebilir.” Ama bu doğru değil. Ve dizide bu noktaya değiniyorlar: Basit bir şekilde “her zaman bir kişiyi öldürüp, beş kişinin hayatını kurtarabilirsiniz,” cümlesini bir örnekle çürütüyorlar. Bu senaryoda beş kişinin hayatını, sadece bir masumun ölümüne sebep olup, organlarını ihtiyacı olan beş kişiye vererek kurtarabilirsiniz. Bu iki sorgulama yan yana konulduğunda, yani tramvay ikileminde bir kişinin ölümü beş kişiyi kurtarmak için doğru karar iken, organ nakli hikayesinde beş kişiyi kurtarmak için bir masumun ölümü doru karar değildir. Ve bu durum problem yaratır. Bu noktada bilmemiz gereken, bu iki sorgulamanın arasındaki birbiriyle ilişkili olan farklılık nedir? Ve bana göre dizinin söz konusu bölümü bu teorik problemi çok net açıklamıyor ama bu çok da sorun değil.
Chidi’yi bir felsefe öğretmeni olarak değerlendirdiğinizde, ona kaç puan verirsiniz?
Bence o çok iyi bir öğretmen! Yanlarında gezdirdikleri kitaplar göz önüne alındığında, onlara çok fazla ödev verdiği görülebiliyor ama bunun haricinde, felsefeye giriş yapmanın bir yolu konunun tarihi hakkında kısa ve özet bir hikaye anlatmaktır. Kim, ne zaman, ne söyledi ve daha sonra gelenler bu kişilere nasıl cevaplar verdiler, gibi. Onun yaptığı da tam olarak bu. Onlara, üstüne düşünebilecekleri, alakalı ve eğlenceli küçük problemler sunmak… O mükemmel bir öğretmen diyebiliriz, çünkü konunun ne olduğu hakkında çok iyi tanımlamalar yapıp, neden etkileyici olduğunu ve üzerine zaman harcamanın neden önemli olduğunu açıklıyor. Bir sonraki kademeye geçebilecek kadar iyi olup olmadığını kim bilebilir.
Bir sonraki kademe, öğrencilerin bu problemlerin hiçbir zaman çözülemeyecek paradokslar olmadığını görmelerini sağlamak. Bu problemler üzerinde gelişmeler sağlayabileceklerini göstermek. Bu konular hakkında bazı teoriler diğerlerinden daha iyiler ama televizyon dizileri bu kademeye hiçbir zaman geçmezler.
Size göre, zor olduğu kabul edilen, ölümsüz bir şeytanı eğitme görevini ne kadar iyi yapıyor?
[Gülerek] Ona etki edip edemeyeceği hala bir merak konusu diyebiliriz.
Dizinin ana konularından birini, yakın zamanda NPR blog’da bu konu hakkında bir tartışma yapan, felsefe ile yakından ilgilenen Tania Lombrozo isimli bir psikolog, felsefe okuyarak daha iyi bir insan olunabileceği fikrini ortaya attı. Ve felsefeciler de genel bir fikir olarak bu konuyu her daim tartıştılar. Konunun adeta doğrulaması gibi bir durum denebilir. Ama bu durumun doğru olmadığını gösteren birçok kanıt mevcut zira felsefe eğitimi alan kişilerin daha iyiye gitmediği görülüyor.
[…]
Kant gibi felsefecilerin görüşüne göre ahlak, rasyonel düşünme yeteneğine sahip tüm canlılar tarafından erişilebilirdir; içgüdüler, duygular ve benzeri özellikler çok önemli değildir. Aynı zamanda başka bir gelenek ise Aristoteles zamanında ortaya atılan, ahlakın sadece insanlar için olduğunu düşüncesidir.
Dizi bazı yönlerden son derece iyimser bir yapıya sahip denilebilir ancak bir o kadar da karanlık, zira bu kozmolojide, insanlığın sadece ufacık bir bölümü, sonsuza dek işkence görmemeyi hak ediyor. Ahlaki açıdan bakacak olursak, bu durum son derece acımasız.
Hayır, bence bu durum kesinlikle doğru. Bu sabah işe giderken bu konu aklıma geldi. İlk olarak, herkes için geçerli olan ölümden sonraki yaşam hakkında tam anlamıyla sert denebilecek görüşlere sahip. Basitçe anlatmak gerekirse, bu insanlar gibi düzgün karakterli bireylerin, yürütülen bu küçük deney olmasa, sonsuza dek yağlar içerisinde kızarmaları gerekir. Bu durumu oluşturacak herhangi bir kurgu, tam anlamıyla dehşet verici ve adaletsiz olacaktır. Sonrasında da şunu düşünmeye başlarsınız; “Bu duruma kim karar veriyor?”
Bu diziyi etkileyici kılan şey, Tanrı’yı işin içine katmayan, cennet ve cehennem hakkında bir program olmasıdır. Tanrı’dan hiç bahsedilmiyor. Tanrı hiçbir zaman dahil olmuyor tartışmaya. Ortada sadece diziyi götüren bir bürokrasi var. Ama bu konuyu teoloji gözlüklerinizi kullanarak incelerseniz, hemen aklınıza şu soru gelir: “Bu kadar adaletli bir Tanrı, nasıl olur da böylesi bir ölüm sonrası yaşamın var olmasını sağlar?” İnsanların bir çoğunun aklındaki soru, “Böyle bir Tanrı, adeta bir canavar değil mi?” olur; ancak dizi, Tanrı’dan hiç bahsetmeyerek bu sorunun gelmesini engelliyor.
Zannedersem, din felsefesi üzerine olan tartışma konularını geride bırakarak devam ediyorlar.
Ve genel anlamda din konusunu! Felsefe olmak zorunda değil. Birçok insan, ölümden sonraki yaşamı düşündüğünde, orayı Tanrı’nın son derece adaletli olduğu bir yer olarak hayal ediyorlar. Bu dünya ise inanılmaz derecede adaletsiz. Her şey ölümden sonraki yaşamda düzenleniyor. Bu dizi ise ortalıkta dolaşan hikayelerin yarısını, rasyonel yönlerini umursamaksızın, ele alıyor. Gerçekten etkileyici bir durum. Bir o kadar da cesur denebilir.
Chidi, baş ahlakçı karakter, sürekli olarak kararsızlık içerisinde kalıyor. Sizin tecrübelerinize göre bu durum, gerçek felsefecilerin her zaman yaşadıkları bir problem mi?
[Gülerek] Hayır, değil. Felsefe öğrenirken geçirdiğiniz bir evre var. Burada, insanların söyledikleri sözler içerisinde yuvarlanıp durursunuz. Bu noktada, felsefe her şeyi sadece daha kötü hale getirir. Sizi önceden yaşadığınız karmaşadan daha karmaşık bir hale sokar. Ama direnerek, konuya bir süre sadık kalan insanlar, bir şekilde bazı görüşleri kabul ettiklerini ve diğerlerini reddettiklerini görürler. Tüm felsefe mezunu öğrenciler ve tüm felsefe hocaları, birçok konu hakkında kararsızlardır ama bence hepsi, felsefe öğrenimi görerek, felsefe hakkında bir şeyler öğrenmişlerdir. Ve bu sizi daha kararlı bir kişi haline getirir. Size, zor durumlar karşısında vermeniz gereken kararları verme cesareti kazandırır. Aksi durumda ise biraz gelişigüzel kararlar vermek zorunda kalırsınız.
Dizinin, gelecek bölümlerinde işlenmesini istediğiniz herhangi bir felsefi konu var mı?
Aklıma gelen bir soru, Kötü Yer’in diğer bölümlerinde, gerçekten cezalandırılan insanlar hakkında konuşmaya başlayacaklar mı, sorusu olur. Eğer daha sonraları bu soruyu sormazlarsa, felsefelerinden yeterince ders çıkarmıyorlar demektir. Bu durum akıllarını kurcalıyor olsa gerek.
Benim fikrimi soracak olursanız, tahminimce Michael diğer kahramanlarımızla arkadaş olacak ve ahlaki düşünmenin önemli noktalarını kavramaya başlayacak. Buna, felsefi bir yargı denebilir. Ahlak konusu genellikle temel prensipler üzerinden kendini gösterir ve daha sonra bir insanın diğeri ile nasıl etkileşime geçtiğini inceleyerek devam eder. Ama bu ahlaki yaşamın başladığı nokta değildir. Ahlaki yaşam, ilk olarak aile içerisinde ve sonra arkadaşlar arasında başlar. Etkileşimlerin büyük çoğunluğu buralarda yaşanır. Ahlaki noktaları görmeye başladığımız genel fikir, kişisel ilişkilerimiz içerisinde küçük çapta yaşadıklarımız sırasında ortaya çıkar. Bu son derece ilgi çekici bir fikir ve bu noktaya doğru ilerlediklerini düşünüyorum. Ahlaki durumlar konusunda bir diğeri ile etkileşime giren insanlar ile arkadaş olacak olması onu, yavaş yavaş ahlaki düzeyde doğrucu bir yapıya getirecektir.
Yazar: Alison Herman
Çeviren: Gökhan Çuhacı
Kaynak: The Ringer
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.