“Vasatlık hükümdarlığında, ortalama olan, bir kural haline gelir; ortayolculuk hâkim olur: Fikirler ve insanlar birbirinin yerine konabilir. Uyuşturan devrime karşı direnmek gerek“ diye alarm veriyor filozof Alain Deneault.
“Uyuşturan bir devrim” söz konusu. Bizi hep merkezde konumlanmaya, gevşek düşünmeye, başkalarıyla yer değiştirebilen ve çekmecelerde saklanabilen varlıklar haline gelmek için kanaatlerimizi cebimizde tutmaya davet eden bir devrim. Aman bir tatsızlık çıkmasın, ekonomik ve toplumsal düzeni sorgulatabilecek hiçbir şey icat edilmesin sakın.
“Bastille’in alınması gibi bir şey olmadı; Reichtag Yangını’yla karşılaştırılabilir hiçbir şey yok; Aurora’dan daha tek pâre top atılmadı” diye yazıyor, Montréal Üniversitesi’nde siyasetbiliminde eleştirel düşünce dersleri veren filozof Alain Deneault. “Oysa ayan beyan hücum oldu ve başarıyla taçlandı: Vasatlar iktidarı aldılar.” Açıklaması aşağıda:
“Vasatlık iktidarı” (médiocratie) derken neyi kastediyorsunuz?
Deneault: Fransızca’da “orta” (moyen) olana işaret etmek için “vasatlık” (médiocrité)sözcüğünden başkası yok. “Üstünlük” (supériorité) üstün olana gönderiyor, “astlık” (infériorité)ast olana; fakat “ortalık” (moyenneté) diye bir sözcük yok. Oysa ortalama ile vasatlık arasında bir anlam farkı var; zira ortalama çoğu zaman bir soyutlamaya bağlıdır: ortalama gelir, ortalama uzmanlık, yani değerler hiyerarşisinin ortasında bir yer. Vasatlık ise, buna karşılık, iş üstündeki ortalamadır.
Vasatlık iktidarı (médiocratie) böylece ortalamanın cisimleştirilmesi gereken buyurgan bir kaide haline geldiği bir rejime işaret eder. Model mertebesine yüceltilmiş vasatın düzenidir bu. Dolayısıyla benim için hiç kimseyi damgalamak söz konusu değil; daha ziyade, ille de buna meyyal olmamalarına rağmen bugün insanlara yük olan o vasatlaşma buyruğunun doğasını anlamak söz konusu.
Nedir o buyruk? Nereden geliyor?
Deneault: Vasatlık iktidarı öncelikle meslekleri istihdama dönüştüren bölünmeden ve emeğin sanayileşmesinden gelir. Marx bunu daha 1849’da tasvir ediyor. Emeği önce bir güce, sonra da bir maliyete indirgeyen kapitalizm, onun içinden canını çekip almıştır; Taylorizm ise emeğin standartlaştırılmasını en uç mantıklarına zorlamıştır. Böylelikle meslekler azar azar yitirilmiştir; emek cisimsiz bir ortalama yükümlülük haline gelmiştir.
Şu ya da bu işte çalıştığı fark etmeyen çok sayıda ücretlinin gözünde, emek bir geçim yoluna indirgenir. Ortalama yükümlülük, ortalama sonuç; bu işin mimarları ile bu işten istifade edenler dışındaki insanları, neredeyse kimsenin bilincine varamadığı büyük üretim kümelerinin bağrında, birbirinin-yerine-konabilir kimseler kılmaktır hedef.
Vasatlık iktidarının kökeninde, “yönetişim”in (gouvernance) güç artışının bulunduğu hususunda da ısrar ediyorsunuz…
Deneault: Vasatlık iktidarının doğuşunun siyasî yamacı bu. Zararsız görünen yönetişim terimi, Margaret Thatcher ve mesai arkadaşları tarafından 80’li yıllarda kullanıma sokulmuştur. Kamu kurumlarının sağlıklı işletilmesi maskesi altında, daha etkili oldukları varsayılan özel şirket işletme yöntemlerinin Devlet’e uygulanması söz konusuydu.
O zamandan beridir yıldızı parlayan yönetişim, ayırt edici özelliği mevzuatın kaldırılmasıyla kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve kurumların kendilerini şirketlerin ihtiyaçlarına uyarlaması olan bir neo-liberal devlet işletme biçimidir. Böylelikle siyasetten, tam tersi olmasına rağmen demokrasiyle karıştırma eğiliminde olunan yönetişime geçmiş bulunmaktayız.
Bir yönetişim rejimindeki siyasî eylem, işletmeye, management elkitaplarında problem solving”(sorun çözme) diye adlandırılan şeye indirgenmiştir: hemen önünüzdeki bir soruna hemen bir çözüm arayışı; ki bu da ilkeler üzerine kurulu her tür uzun vadeli düşünme çabasını, kamusal olarak müzakereye sunulan her tür siyasî görüşü dışlar. Yönetişim rejiminde, tek perspektif olan liberalizm perspektifinde dünyaya ortalama bir bakışı tıpatıp cisimleştiren ufak itaatkâr ortaklar haline gelmeye davet ediliyoruz.
Vasat olmak, işinin uzmanı olmamak değil mi yani?
Deneault: Hayır. Sistem, ortalama uzmanlıkta aktörlerin yükselmesini süper uzmanların ya da hiç uzman olmayanların aleyhine olacak şekilde teşvik ediyor. Hiç uzman olmayanların aleyhinedir, çünkü işe yaramazlar; sistemi ve bu sistemde benimsenen uzlaşmaları sorgulama riskini taşıdıkları için de süper uzmanların aleyhinedir. Vasatta yararlı bir bilgi olmalıdır, bununla birlikte ideolojik temelleri sorgulamayı öğretmemelidir. Böylelikle eleştirel anlayıştan çekinilir, zira her an her şeye yönelebilir o; kuşkuya açıktır, daima kendi talepkârlığına itaat etmektedir. Vasat “oyunbozanlık etmemeli”dir.
Ne demek istiyorsunuz?
Deneault: “Oyunbozanlık etmemek”, sıradan, hatta oyuncaklı görünen güleryüzlü bir deyiştir. Bununla birlikte oyunbozanlık etmemek, kısa vadeli çıkarlara hizmet eden beyaz yalanlara inanmayı kabul etmek, gözümüzü söylenmeyene ve kuralları îmâ eden düşünülmemişe çevirmeksizin kendimizi kurallara tâbi kılmak demektir. Oyunbozanlık etmemek, filanca raporda falancanın ismini zikretmemek, şu kısmı gözardı etmektir, bunun adını hiç anmamak ve keyfîliğin baskın çıkmasına imkân tanımaktır. Eninde sonunda oyunbozanlık etmemek, hile yapa yapa, yozlaşmış kurumlar üretmekten ibarettir.
Aktörler yozlaşmış olduklarını artık bilmedikleri vakit yozlaşma ucuna varmış olur. Hastalığa yakalananların ancak 130 yaşına vardıklarında tehlikeli bir gelişme gösterebilecek olan prostat kanserlerini büyük masraflarla iyileştirecekleri yolunda teminat veren ilaç firmaları gibi. Öğrencilerini özerk zihinler değil de araçsallaştırılmaya müsait uzmanlar olarak yetiştirmek isteyen üniversiteler gibi.
Montréal Üniversitesi’nin rektörü, 2011 sonbaharında bâriz bir gerçeklik gibi teyit etmişti bunu: “Beyinler şirketlerin ihtiyaçlarına tekabül etmelidir.” Hâlâ geniş ölçüde devlet tarafından finanse edilse de, bu üniversitenin idare heyeti üyeleri arasında da şirketler bulunmaktadır zaten. Böylece başlıca Fransızca müfredatlı üniversitemizin rektörü, TF1 genel müdürü iken Patrick Le Lay’in, 2004’te, kanalının Coca-Cola’ya “yatkın beyin zamanı” sattığını söylerken dediklerini neredeyse kelimesi kelimesine tekrarlamaktaydı.
Oyunbozanlık etmemek, nerede olunursa olunsun, özel şirket dilini benimsemek de aynı zamanda…
Deneault: Yönetişim düzeninde kamu hizmetleri, terminolojisiyle birlikte ortadan yok olur. Bir hastaneye giden hasta, tren ya da metro kullanıcısı, bir konser salonundaki seyirci, bir müze müdavimi, hepsi “müşteriler” haline gelir. Québec’teki devlet radyosunda kültürel program yapan bir gazeteci, “tiyatro tüketicisi” olup olmadığımı sordu geçenlerde. Ulusal Kütüphane ise, aldığım kitapların iadesini geciktirdiğimde, “Sevgili müşterimiz” diye başlayan bir mesaj gönderiyor bana. Bu sözcükler alelâde değil. Bir şeyi açığa vuruyorlar. Bugün yaşamakta olduğumuz uyuşturucu devrim hakkında epey mâlûmat var bunlarda.
Vasatlık iktidarının merkezine uzmanı yerleştiriyorsunuz. Neden?
Deneault: Çoğu zaman uzman, demin tanımladığım anlamda vasattır. Yetersiz olduğundan değil, fakat düşüncesini onu istihdam edenlerin çıkarları uyarınca formatlıyordur. Kendilerini meşrulaştırmak için ona ücret ödeyenlerin ihtiyaç duydukları pratik ya da teorik verileri sağlar. İktidar için, aracılığıyla düzenin dayatıldığı ortalama varlıktır.
Böylelikle uzman, filan şirket, falan sanayi, vb. özel çıkar tarafından temenni edilen parametrelere kapatır kendini. Obezite üzerine bir araştırmada Coca-Cola’nın adını zikretmeyecektir, çünkü araştırmayı bu marka finanse etmiştir. İklim değişimlerinin sanayi faaliyetlerine bağlı olmadığını belirtecektir, çünkü araştırmalarını Exxon Mobil bursuyla sürdürmektedir. Uzmanların hakkından gelebilmek için, zamanının doktorlarını Hastalık Hastası’nda yerden yere vuran Molière gibi biri gerekirdi.
Vasatlığın iktidarı siyasî söylemi yavanlaşmaya da itmiyor mu?
Deneault: Şaşacak bir şey yok; siyasî düşünceye hükmeden ortadır, merkezdir, ortalamadır. Aralarındaki söylem farkları ufacık; farklılıklar, temellerden ziyade bir anlaşmazlık görünümüyle simgelerde. “Dengeli ölçüler”, “tam orta”, ya da “taviz”, fetişleştirilen mefhumlar. Sol-sağ eksenindeki bir noktadan ziyade, tek bir yaklaşım ve tek bir mantığın yararına bu eksenin yok oluşuna tekabül eden konumdaki aşırı merkezci siyasî düzendir bu.
Bu vasat ortamda iş bilenin dümen çevirenindir. Yöneticiler bir siyasî çizgi üzerinden seçilirler ve bir kez seçildiklerinde başka bir çizgiyi uygularlar; seçmenler yerel seçimlerden istifade ederek ulusal politikayı protesto ederler, öfkelerini dışa vurmak için Ulusal Cephe’ye (FN) oy verirler; medya ise sadece aktörlerin stratejilerine ilgi göstererek bu yoldan çıkışlara iltimas geçer. Hiçbir gelecek vizyonu yoktur, bütün siyaset oyunu burnunun ucundan ötesini göremez, sürekli onun bunun ucundan tutmaktadır.
Vasatlığın iktidarına nasıl direnmeli?
Deneault: Önce sizi davet ettikleri açık sofraya oturmayacaksınız, sizi oyuna sokmak için devreye koydukları cezbedici ufak şeylere direneceksiniz. Hayır diyeceksiniz. Hayır, bu göreve gelmeyeceğim; hayır bu terfiyi kabul etmeyeceğim; şu avantajdan ya da şu ödülden imtina edeceğim, çünkü zehirli. Bu anlamda direnmek, çileye girmektir, kolay değil.
Kültüre ve entelektüel göndermelere dönmek de aynı şekilde bir gereklilik. Tekrar okumaya, düşünmeye, günümüzde hiçbir anlamları yokmuş gibi elimizin tersiyle itilen kavramların değerini vurgulamaya koyulursak; artık anlamın kalmadığı yere tekrar anlam zerk edersek, marjinal kalma pahasına, siyaseten ilerleme katedilir. Bugün bizzat dile saldırılıyor olması bir tesadüf değil. O dili tekrar kuralım.
Çeviri: Haldun Bayrı
Kaynak: medyascope.tv
Yayınladığımız alıntı yazılarda yanlış ya da güncel olmayan bilgiler, imla hataları veya anlam bozuklukları bulunması durumunda bundan Düşünbil Portal sorumlu değildir.